Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Şubat '10

 
Kategori
Blog
 

Milliyet Blog ve yazmak üzerine...

Milliyet Blog ve yazmak üzerine...
 

Yazmak...

En çok; hissettiğim, yaşadığım ama sözle ifade edemediğim şeylerin arasına sıkışıp kaldığım zamanlarda, yazıyla anlatmak...

Yazmak;

Bilgi birikimimi, yaşam tecrübemi, çevremde olup bitene dair, hayata dair, insana dair düşüncelerimi isteyenle paylaşırken, kendimi de eğitmek, bilmediğim şeyleri öğrenmek, eksiklerimi gidermek...

Yazmak;

Geçmişi taze tutmak, unutmamak adına yazmak...

Yaşadığım an, anlattığım andan itibaren geçmişe karışıyor biliyorum...

Ama ya yüreklice yazarsam; yazarak anlatırsam eğer gerçeklerimi, düşlerimi, düşlerimden artakalanları, iç dünyamdaki yolculukları, sevinçlerimi, hüzünlerimi, yaşadıklarım ve yaşayamadıklarımın izdüşümlerini (!?)

Kendime bile itiraf etmekten çekindiğim bazı gizlerimi, gelecek bir zamanda okuyup, hüzünlü bir tebessümle yeniden hatırlamak belki de yazmak ...

Yazmak;

Sitemlerimi, özlemlerimi ve söylemekten vazgeçtiğim sözcükleri, belki yazarak bağırmak ...

Bilhassa sözle, mimikle, jestle, kendimi (en çok kendim için) ifade etmekte yetersiz kaldığım zamanlarda yazmak...

Bazen çevremdeki, bazen yüreğimdeki güzellikleri paylaşmak, bazen de ruhumdaki puslu havayı dağıtmak için yazmak...

Bilemiyorum, belki de bunların hepsidir yazmak...

Ama yazarak sağalmak, yazarak çoğalmak…
...

Menteşeleri eğri ahşap kapı, her defasında koca bir gıcırtıyla açılır, nedense bu ses, kimseyi rahatsız etmezdi …

Kapının hemen yanında, Grundig marka bir radyo ile kocaman bir çalar saatin konulduğu dikdörtgen şeklinde bir niş ,
sağ duvarda ise bahçeye açılan iki küçük pencere vardı.

Odanın sol tarafında dökümden yapılmış emektar kuzine durur, çay orada demlenir, ekmekler orada kızartılır, gecenin ilerleyen saatlerinde kestaneler orada pişirilirdi. Kokusundan hiç hoşlanmadığım şeker pancarlarıyla, bal kabakları ve mis kokan ayvalar da...

Tekir kedim kış rehavetini ve odaya alınmanın keyfini o kuzinenin ayakları dibinde yaşardı.

Milât kadar uzak ama dün kadar yakınmış gibi gelen bir zamanda, sabahın erken saatlerinde, ateşi geçmiş o kuzinenin
yanı başındaki somyada, bağdaş kurarak yazmıştım
ilk şiirimi…

....

Çizgili defterimin ortasından kopardığım o beyaz sayfaya, çocuk aklımla karaladığım aşka dair o şiirimsi şeyi, kim için
yazdığımı anımsayamıyorum ama halâ net olarak hatırladığım şey, ne yazdığımı soran anneme; senin için şiir yazdım” şeklinde söylediğim yalanım...

İlginçtir ki, o beyaz yalan, çocuk yüreğimi yıllarca rahatsız etti, sanırım ergenlik çağına ulaşana kadar...

Takip eden zamandaysa asla gönlümce ve özgürce yazamadım...

Ruhuma, aklıma değil ama parmaklarıma görünmeyen kilitler taktım…Yazdıklarımı sakladım, koşullar öyle gerektiriyor yanılgısıyla, sanki suçmuş gibi, sanki ayıpmış gibi pekçok yazdığımı imha ettim...

...

Çok uzattım farkındayım ve asıl anlatmak istediğim şey şu:

2 yıl önce Milliyet Blog'ta, yine çekinerek, belki biraz ürkerek, küçücük, sıradan ve çok eski bir şiirle, öylesine bir cüretle ve galiba biraz da merakla başladığım yazma serüvenimde, “100. Blog” a ulaştım...

İşte bu yüzden, MB'le yeniden yazıyor olmanın bana kattığı keyfi paylaşmak istedim...

Sanki gecikmiş bir doğum günü kutlaması gibi...

Sanki yeniden doğmak gibi...

 
Toplam blog
: 247
: 1493
Kayıt tarihi
: 29.01.08
 
 

Antalya ve Akdeniz aşığı bir öğretmenim. Bol bol okurum, blog yazarım, şiir yazarım. Yazdıkça ve ..