Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Aralık '15

 
Kategori
Öykü
 

Mırmır ın Holland

Mırmır ın Holland
 

Bin bir türü ve rengi olan lalelerin, kanalların ve yel değirmenlerinin ülkesi Hollanda’da yaz mevsimi yok denecek kadar az sürüyor. Temmuz ayının ortalarında olmamıza rağmen bir kaç kez hariç, sıcak ve ışıl ışıl bir güneşin hakim olduğu gün yüzünü bu yıl da görmedik. Yaz aylarında böyle olduğu halde, kış mevsiminde de sabahın olmadığı da başka bir gerçek. Bugün Temmuz ayındaki o sıcak ve pırıltılı günlerden biri. O nedenle günü kaçırmak gibi bir niyetim hiç yok. Kahvemi aldım ve yirmi metre kareden oluşan bahçeme gelip, emektar hasır sandalyeye kendimi attım. Çok önemli değil elbette, nasıl desem, kahvemi nasıl içtiğimi merak ettiğinizi sanmıyorum, ama belki de bilmek istersiniz diye, kulağınıza fısıldayayım mı? Sade. Kahvemi merak etmiyor olabilirsiniz, ama beni yavaş yavaş merak ettiğinizi sezinliyor gibiyim. Kimim, erkek miyim, kadın mı, kaç yaşındayım, adım ne ve takip edegelen sorular. Belki de “Hayır canım, nereden çıkardınız, ne diye merak edeyim.” de diyebilirsiniz. Hakkınız var.
Bahçem yemyeşil. Kutu gibi olsa da, var olan alanın uygun yerlerine kuytu ve köşelere olabildiğince çok, birbirlerini etkilemeyecek, bir renk harmonisi ve ahengi oluşturacak şekilde çiçekler ektim. Çiçekleri de merak ettiniz değil mi? Evet, şimdi çiçekleri fısıldama sırası. Malumunuz Hollanda’da olduğumu ilk başlarda anlattım. Laleler ilk akla gelenler tabi. Yüzlerce lale, ben pek çoğunun adını öğrenemedim. Bakın burada kapı yanındaki sol köşeden itibaren pembe ve kırmızı olanları var. En sevdiğim lale türü ise papağan dedikleri tür. Diğer adı ile “parrot” lalesi. Değişik renk ve şekillerde. Çiçeği tırtıllı, tam açılmamış ama büyük bir yumru gibi, dolu dolu. Bahçemdekilerin rengi pembe. Papağan lalesinin yanı sıra benim favori lalem, endemik süs bitkilerinden olan Hakkari’nin başı karlı ve bulutlu dağlarında yetişen “ters lale”. Ne yazık ki, bahçemde bunlardan yok. Onları yetiştirmek diğerlerine göre zor olsa gerek. İsimleri genelde latince ama size burada bulunan bir iki tane de kırmızı lalemi tanıtayım. Bakın gördünüz mü bu “Brunello”. Kıpkırmızı değil mi? Bence laleden çok bir gülü daha çok andırıyor. Ve bu da “cefè noir,” yani benim siyah kahvem. Ne güzel değil mi? Gelin gelin sizi ilginç bir lale ile daha tanıştırayım.
Ukalalık gibi algılamayın lütfen. Niyetim salt bu güzellikleri, bu gökkuşağını andıran renk şölenini sizinle paylaşmak. Şimdi sıra sarı kızlarımda. Siyah kahve lalesinin yanındaki sarışın da, bir papağan cinsi. Adı Hamilton. Çiçek yaprakları ne kadar da dikenli dikenli. Dokunun dokunun korkmayın, elinize batmazlar, sadece oldukça sivri tırtıllılar. Ama nasıl da güzel ve sarılar değil mi? Bu sarışın da mı kim? Bunun adı Texas Flame, yani Texas alevi. Sari gibi görünse de, saçlarına yer yer kırmızı röfleler attırmış gibi değil mi?
Lale bölümümüz bitti. Bundan sonrası hem renk hem de çiçek türü olarak karışık. "cemali güzeller" ile başlayalım mı?. Gördüğünüz gibi sarı, mavi, beyaz bütün renklerden varlar ve iç içeler. Ya bu mor mor "hanım düğmelerine" ne demeli. Nasıl da alımlılar değil mi? Hanımlardan bahsetmişken, bunlar da “hanım sallandı” çiçekleri. Renklerindeki canlılığı görüyor musunuz. Bu güzellik anlatılamaz ki. Gel gelelim “mümüdük” çiçeğine. Aman Tanrım nasıl da mor mor ve salkım salkımlar. Şaşırıp hayran kalmamak elde değil. Baş döndürücü kokuları ile yaseminler, ballı babalar. "Fare kulakları" çiçekleri, masmavi ve dimdik. Daha sonra "ak yıldızlar, çan çiçekleri," ah güzelim "süsenler", muhteşem "peygamber çiçekleri," kar misali bembeyaz dökülen "çoban yastıkları." Bakın bu "kır sümbülünü" mutlaka görmeli ve koklamalısınız. Safir taşı gibi, derin mi derin bir mavilik, okyanusa dalar gibi bir şey. Kırların sümbülü olur da, koca dağların sümbülü olmaz mı? İşte bunlarda başlarında ihtişamlı taçları ile kraliçeleri andıran, "dağ sümbülleri." Pembiş "sütleğenler."  "Hanım elleri;" bembeyaz, narin, ince, estetik, hoşlar ve insanın içini bu kadar çarçabuk ısıtmasını kim öğretti bunlara? "Newroz" çiçekleri. Bunların çizimini tanrı mutlaka ressam Van Gogh’a yaptırmıştır. Yapraklarına serpişen sarıya bakarsanız siz de bana katılırsınız. Nasıl sizce de değil mi? Yine sarı sarı "karahindibalar." Minik minik beyaz "müge" çiçekleri. "Aslan ağzı" çiçeklerine ne dersiniz. Krem rengini andırsalar da, daha çok açık sarı değil mi? Ve son olarak da benim canım “unutmabeni” çiçeklerim. Maviliklerinde pek iddialı olmasalar da, güzellikleri unutulacak gibi değil.
 
Umarım sizi sıkmamışımdır. Size bir kahve dahi sunmadım. Çiçeklere daldık gitti, yani güzelliklere. Kusuruma bakmayın ne olur. Ne kadar kötü bir ev sahibiyim. Buyurun şöyle oturun, yordum sizi. Biraz önce unutmabeni çiçeklerini gösterirken, kendimi tanıtmayı unuttuğumu hatırladım. Ben Sude hanımın kedisi “Mırmır”. Yalanlarıma aldanmayın. Öyle sade kahveler falan da içtiğim yok. Sude hanım çok içiyor, ben de O’na özeniyorum. Hatta bir keresinde Sude Hanım mutfağa gitmişti ve fincanın dibinde çok az kahve kalmıştı. Güzel sahibem bu kadar çok sevdiğine göre ben de şuracıkta tadına bakayım dedim. Bakmaz olaydım, kahvenin berbatlığına mı yanarsınız, Sude Hanıma yakalanmama mı. Sude Hanımdan ne kadar çok memnunum bilemezsiniz. O kadar hanım hanımcık ki. Kahve içmeme kızıp, terlik falan da atmadı tabi. Sadece garipsedi ve şaşkınlıkla baktı. Telaşlandım, fincanı devirdim. Kalan kahve olduğu gibi kar beyazı tüylerime döküldü. Tüylerimden söz açmışken, kendimi çok beğenirim. Güzelliğim Allah vergisi. Gözlerimin güzelliği dünyanın dört bir yanında konuşulur. Çünkü ben bir Van kedisiyim. Vaktimin çoğunu ya bahçedeki çiçeklerin arasında, ya da cımbızım olmasa da aynanın karşısında geçiririm. Pembe, uzun, ince dilimi çıkarır, bütün tüylerimi tarayıp, temizlerim. Sude hanım gibi gözlerime sürme çekmeme gerek yok. Güzellikleri malumunuz. Bu konuda mütevazi olmamı beklemezseniz sevinirim. Sude Hanım gözlerine sürmeler çekse de, O’nun da gözleri oldukça güzel. Masmavi derin kuyular gibi. Baktığınız zaman bu deryalarda eğer yüzme bilmiyorsanız daha fazla bakamazsınız. Boğulacağınız hissi çok geçmeden gelir sizi bulur. Ardından kendinizi mahcup bir şekilde yere bakar bulursunuz.
 
Sude hanım yıllarca önce Türkiye’den buralara kaçmak zorunda kalmış. Şimdilerde altmışlı yaşlar da. Dedim ya hala çok ama çok güzel. Ülkesinde gazetecilik yapıyormuş. Bana anlattığı kadarı ile; bir eylül günü asker postallarının sesi ülkenin dört bir yanında duyulur olmuş. Ardından tank sesleri ve her yeri ölüm kusan silahların gölgeleri kaplamış, bütün ülke topraklarında bir şiddet sarmalı hakim olmuş. Sude Hanım şanslıymış bir yolunu bulup, bu laleler, kanallar ve yel değirmenleri ülkesine gelmiş. O barbarca işkencelere maruz kalmamış. Beni beş yıl önce bir arkadaşı ile daha ben yavru iken getirtti. Hayal meyal hatırlıyorum. Uçak denen o devasa kuşlardan birine bindiğimizi ve midemin berbat bir halde bulandığını hatırlıyorum. Ben bildim bileli her gün ve her an yazıyor. Ne yazar ben de bilmiyorum. Yazdıklarından bazılarını bir gün olsun bana okumadı, fikrimi sormadı. Oysa beni ne kadar da çok sever. Yazarken çoğu zaman beni alıp, masasına bilgisayarının yanı başına oturtur. Gözlerime bakarak yazmaya başlar, tabi ben de baygın baygın O‘nun gözlerine.
Size bahçede bir sürü birbirinden alımlı ve mis kokulu çiçek gösterdim, sizleri onlarla tanıştırdım. Ama asıl çiçeğim ile henüz tanıştırmadım. Evet benim en güzel çiçeğim. Bakın dış kapıyı açıyor ve içeri giriyor.
 
“Mırmır… Neredesin kızım? Ben geldim.”
“Miyav… miyav.” Evet bu gelen Sude Hanım. Çok güzel değil mi? Anlatımımın ne kadar da eksik kaldığını gördünüz mü? Size bir sır da vereyim mi? Galiba son zamanlarda sevdiği bir adam da var. Kıskansam da, O'nun hayatta daha da mutlu olmasını istediğim kadar, hiç bir şeyi istemiyorum. Sude Hanım mutluluğu hak ediyor, çok mutlu olsun. Lalelerin arasında, kanal boylarında, yel değirmenlerinin etrafında, sevdiğinin kolunda ve tabi ben de kucağında iken, dolanan çok mutlu bir kadın olsun.
Tüylerimi sıvazlar mısınız? Korkmayın, tırmalamam. O kadar da vahşi değilimdir, övünmek gibi olmasın, Van'liyim dedim ya. Sizi öpebilir miyim?
 
 
Amsterdam, 16 Aralık 2015
 
 
Toplam blog
: 102
: 447
Kayıt tarihi
: 17.12.10
 
 

Sevgili okuyucular; oluşturmaya çalıştığım bu blog vasıtası ile boş zamanlarımı değerlendirip, ço..