Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Temmuz '11

 
Kategori
Öykü
 

Misafir

Misafir
 

Birkaç elma ağacı arka komşuda, beş altı kiraz ağacı yan komşuda, dört beş kaysı ağacı yolun karşısında oturan komşuda. 

Balkondan seyrediyordu. Meyve ağacı dallarından meyve koparıp yemeyeli uzun süre olmuştu. 

Oturduğu balkondan kaysı ağacına baktıkça meyvelerin tadını alıyor gibiydi. Kurduğu hayaldi ama ağzında kaysı tadı vardı. 

Elbette ağzına kaysı tadı durduk yere gelmiyordu. Necati kaysılara öyle bir bakıyordu ki biri çıksa Necati’nin baktığı kaysıyı dalından koparsa yenmiş diye yere atardı. 

Kaysı krizini dindiremedi. Komşusu da olsa o bahçeye girip kaysılardan yiyecekti. Sahibinden müsaade istemeyecekti. İstese krizin tılsımı bozulurdu. Kalkıp kaysıları hemen halletmesi gerekirdi. 

Evin bahçeye bakan penceresi yoktu. Bu iyiye işaretti. Planını uygulamak için yerinden kalktı. Evinden çıktı. 

Sağına soluna baktı. Kimsecikler yoktu. Hızlı adımlar ile Yolun karşısına geçti. Kendini duvarın üzerine çekti. Bahçeye atladı. 

Durmadan kaysı yiyordu. Yeme krizi nedir yaşamayan bilmezdi. O an krizin kalkması ile insan bütün sıkıntılarını salar ortaya, yepyeni keyif ile dolmuş bir insan çıkar. 

Necati görünmeden bahçeden çıkabilirse keyfini sorunsuzca evine taşıyabilecekti. İyi durumdaki moralini bir süre daha devam ettirebilirdi. 

Son kaysıyı da yedikten sonra ceplerini doldurmaya başladı. 

Mutluluktan uçuyordu. Şu yaramazlık denen şey ne güzel. Bu yaramazlık herkese bir miktar münasipti. 

Cepleri iyice dolmuştu. Ağaçtan aşağıya atladı. Duvarı tırmanıp tekrar evine geldi. 

Necati köşkünü yaptıralı henüz iki ay olmuştu. Eşi şehir dışındaydı. Yalnızlık çekiyordu. Konuşacak kimsesi yoktu. Bu böyle gitmez. Dışarıya çıkıp sitenin kahvehanesine gitmeli. Oraya gidip kendini ortaya çıkarmalı. Bakarsın birkaç kişiye selam verir selam alır. 

Akşam yemeğini yiyip hemen hazırlandı. Herkes nasıl giyiniyorsa öyle giyindi. Sıradan bir giyim. 

Giysilerine alışması zor olacaktı ama hiç yoktan tecrübe edinecekti. 

Üzerine gül suyu sürdü. Evinden çıktı. 

Kahve hanenin içi doluydu. Oturacak yer aradı. Bulamadı. İmdadına garson yetişti. 

“Gel ağabey. Şu tarafta boş yer var. İleride yaşlı amcanın yerine oturursun.” 

Necati garsonun gösterdiği yere doğru ilerledi. 

Necati “ Tahir amca sen misin?” 

Tahir “ Otur.” Diyerek onu buyur etti. 

Az sonra garson iki bardak çay ile yanlarına geldi. 

Tahir amca Necati’nin karşı komşusuydu. Bu gün onun bahçesine girip meyvelerini talan etmişti. Hiç paniklemedi. 

Dereden tepeden konuştular. Biraz siyaset, azıcık din, miktarınca aile meseleleri. 

Tahir amca “Necati kaysılarım afiyet olsun.” Dedi. 

Necati kızardı. Bozardı. Diyecek bir şey bulamadı. 

“Çekinmene gerek yok. Zaten bahçedeki meyveleri sağa sola dağıtırım.” 

Necati “ Evliya gibi adamsın. Görüyor musun şu işi. Allah hırsızı ayağına kadar getirdi. 

Tahir “Yok yok. Kaysılar için üzülme. Eğer üzülüyorsan akşam hanımla sana misafir gelir ödeşiriz.” 

Necati “Ne demek Tahir amca. Başım gözüm üstüne.” 

Mehtap eve geldiğinde çok açtı. Hemen mutfağa geçti. Sehpanın üzerindeki kaysılara baktı. 

“Bu yine bir iş çeviriyor ama hayırlısı.” Diye söylendi. 

Kapı çaldığında Mehtap yemeğini henüz bitirmişti. Yerinden kalktı. Kapıyı açtı. 

Necati “Hoş geldin Mehtap. Ne zaman geldin.” 

“Yeni geldim.” 

Necati “Hazırlık yap. Akşam misafirlerimiz gelecek.” 

İçeriye geçtiler. 

Ziyafet henüz yeni bitmişti. Salonda oturuyorlardı. Mehtap elinde çay dolu tepsisi ile geldi. Herkese çaylarını dağıttı. Boş koltuğa oturdu. 

Tahir amca Konuşmaya başladı. 

“Necati sen gençsin. Bilemeyebilirsin. Hırsızlık virüs gibi bulaşıcıdır. Ben gençliğimde neler yapmadım. Babaanneme kök söktürürdüm. Dedi. Devam etti. Bir gün çok açtım. Yüzüm olmadığı için babaannemden yiyecek isteyemedim. Son bir çareyi denedim. Bir tane su hortumu buldum. Babaannemin erzak odasının penceresinde kırıklık vardı. İçeriye baktım. Tencerenin içi süt dolu. Hortumu uzattım. Afiyetle sütü içtim. Babaannemin haberi olunca bastı yaygarayı. ‘Amanin sütümü içmişler.’ Şunu önce iyi bil. Mide için hırsızlık olmaz.” 

Necati “Haberin vardır. Televizyonlarda gösterildi. Baklava hırsızlığı için bir çocuk hapse girdi.” 

Tahir “Orası öyle. Çocuktur. Aklı ermeyebilir. O akıllı olsaydı baklavaları çalmaz ‘ Ağabey canım çok baklava çekti. Azıcık verebilir misiniz’ diye sahibinden isterdi.” 

Mehtap memnundu. Tahir amcanın karısı Hediye teyze ile yemek tariflerinden konuşuyorlardı. Konuşma baklava tarifine geldi. Mehtap tarifi bilmediği için Hediye teyzenin söylediklerini kağıda yazmaya başladı. 

Necati kulak kabarttı. “Mehtap baklava tarifini iyi al. Yarın belki yapabilirsin.” 

Mehtap “Elbette yaparım. Ama malzemeleri getirirsen.” 

Necati “Kadınlık ne zor bir şey. İyi ki kadın yaratılmamışız.” 

Tahir “Doğru söyledin. Sabah bulaşık akşam bulaşık. Sabah yemek akşam yemek.” 

Hediye araya girdi. “İyi o zaman. Bana bir hizmetçi al.” 

Tahir “Affet işinden çalmak istemezdim.” 

Misafirler kalkmıştı. Güzel sözler ile uğurlandılar. 

Necati ve Mehtap başbaşalar. 

Necati “Mehtap hırsızlık o kadar zevkli ki. Yarın yan komşunun meyvelerini çalışacağım.” 

Mehtap “Piyasada meyve mi yokta öyle yapıyorsun.” 

Necati “Baksana Tahir amca ne kadar keyifliydi. Ne derlerse desinler. Bak işte Tahir amca beni affetti. Demek her kaynaşmanın başında bir kötülük var. Kötülük denen ip ilişkileri birbirine daha iyi bağlar. İyiliğin ipi ise hem nazlı hem düğümü sıkıdır.” 

Mehtap “Çok saçma konuşuyorsun.” 

Necati “Baksana Tahir amca ne kadar keyifliydi. Benim zaafım onun işine yaradı. Sonunda gönüllerini bize açtılar.” 

Mehtap “O zaman hep aynı taktiği uygulama. Taktiklerin farklı olsun ki yanlış anlaşılma.” 

Sabah Necati erken uyandı. Üzerini değiştirip balkona çıktı. Ufukta parlayan güneşe doyasıya baktı. Ciğerlerine temiz hava girdikçe zihni açılmaya başladı. 

Doyasıya ayakta dikelmek güneşe ve güneşin aydınlattığı evlere bakmak. O an tabiatın karmaşasına dalıp gitmek ne güzel. 

Kuşların ötüşü köpeklerin havlaması. Onlarda ses çıkarmalı. Bütün hayvanlar ses çıkarsın. Gerekirse insanlarda. Ama bir araba sesi tılsımı tamamen bozardı. 

Necati sabah zevkini daha da renklendirmek için mutfağa geçip alelacele cezve ile çay hazırladı. Bardağını doldurdu. Çayın şekerini attı. Karıştırdı. 

Şu bardaktan çıkan ses bile hayattı. O an Necati hayata ne kadar tutkulu olduğunu gördü. 

İnsanlar hep uyuyordu. Ve uyuyanlar yarım ölüydü. Çevresi uyuyan ölüler sayesinde kendine kalmıştı. Tıpkı Adem ile Havva’nın dünyayı tamamen sahiplenmesi gibi. 

Balkondaydı. Yan komşusunun bahçesine baktı. Elmalar kıtır kıtırdı. Gel beni ye diyorlardı. Kendiside bir ademdi. Şimdi o bahçeye gidip yasaklanmış meyveden yiyecekti. 

Sigarasını yaktı. Çayından bir yudum aldı. 

İnsanlar uyanıyordu. Onları ölümden dirilten Tanrı bıraktıkları hayatı aynı yerden devam ettirmeleri için canlarını geri veriyordu. Uyananların kimi öfkeli bir başlangıç yapıyor, kimi mutlu, kimi heyecanlı. Heyecanlı olan bir şeylerin peşinde. Karanlık veya aydınlık. Mutlu olan gizleneni bulmuş. Tanrı’nın sıcaklığına kavuşmuş. Öfkeli tamamen kötülüğün içinde bocalayan biri. 

Necati çayından tekrar yudumladı. Sigarasını söndürüp balkondan içeriye geçti. Sonra evden çıktı. Yan komşusunun bahçesine atladı. Toplayabildiği kadar elma toplayıp kendi bahçesine attı. Sonra bahçeden çıkıp evine geçti. 

Necati yine o akşam balkondaydı. Gökyüzü yıldızlar ile parıl parıldı. Serin bir hava. Sokak lambaları. Hepsi ayrı alemler. Gökyüzü sonsuzluğu sunuyor. Serin hava duyguları. Gerçekler sokak lambalarından akan ışıktı. Çünkü onlara insan eli değmişti. 

Cümle kapısından yan komşusu Davut ve eşi Fazilet’i gördü. 

“Ne çabuk” diye söylendi. 

 

Tuna M. Yaşar 

 

 

 
Toplam blog
: 235
: 350
Kayıt tarihi
: 14.09.10
 
 

1973 Karabük doğumluyum. Üniversite uluslararası İlişkiler mezunuyum. Arkeoloji ve okültizm ilgi al..