Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

mustafa kemal büyükmıhcı

http://blog.milliyet.com.tr/mihci47

10 Eylül '15

 
Kategori
Öykü
 

Mona bölüm - 19

Mona bölüm - 19
 

Binlerce yıl ötelerdeki bir gelecek...


İlk büyük uzay savaşı yapılıyor;

bakalım arkası nelere gebe?

“Çıkmadık canda umut vardır.”

 

Torap[1] sistemi, Olap gezegenindeki karşılığı ile birlikte kurulmuştu. Ali’nin daha önce onardığı Gölgeli’lerin robotları uyumlandırılmış ve uzak mesafeler için hızlı iletişim araçları hazırlanmıştı. “Kasırga” ismini koydukları antik Manta gemisi deşifre edilerek çalışır duruma getirilmiş, ondaki üstün sistemler Volkan’da da tekrarlanmıştı. Olap’lıların verdiği eğitim ile Volkan’ın kaptanlığını Hars, Kasırga’nınkini de Ali üstlenmişti. 

Donanma, Torap’tan geçerek Olap gezegenine ulaşmış ama algılanmasın diye büyütülmemişti; Hars komutasındaki Volkan’ın hiper-uzaydan gelmesini beklemişti. Volkan’ın hiper-uzaydaki seyahati Manta’lar tarafından görünmüşse de umursanmamıştı. Olap fırkateynlerinin de katıldığı koalisyon donanmasını Ali ve Hars komutanlıklarında ikiye ayırmışlardı; hedefleri, Orion kuşağında Manta işgalindeki iki gezegendi. Nerede bulunduğunu bilmedikleri Manta donanmasını Ali’nin adaşı göstermişti, yaklaşık beş bin fırkateynden oluşuyordu; Güneş sistemine doğru yola çıkmış, varmasına iki Dünya günü kalmıştı.

Manta’larınkinden üstün olan Olap motorları, koalisyon donanmasının hiper-uzayda daha hızlı hareketini sağlamıştı. Hars önce, işgal altındaki gezegenleri temizlemeyi önerdiyse de Ali’nin hemen geri dönüp Güneş sisteminde Manta’ların önünü kesme isteğine razı olmuştu.

Ali’nin donanması Güneş sistemine Manta’lardan önce giderek pozisyon aldı; Hars ise arkadan gelip çemberi tamamlayacaktı. Öyle de oldu, çetin bir çarpışma başlamıştı: Volkan ve Kasırga’daki gravitasyon ve vrom silahları bir atışta en az on Manta fırkateynini çökertiyordu; Olap fırkateynleri, Volkan ve Kasırga etrafında savunma şeridi oluşturmuştu; robotların güdümündeki kruvazörler Manta’lara göz açtırmıyordu. Bir yıl gibi geçen bir saatin sonunda, hayatta kalabilen birkaç yüz Manta fırkateyni hiper-uzaya çekildi.

Donanmadakilerin ve Dünya’dakilerin çoşkulu zafer çığlıkları uzun sürmedi; hiper-uzay ekranında farklı yönden başka bir Manta donanması yaklaşıyordu. Ekranlarda, Kasırga benzeri en az yüz gemi vardı. Koalisyonun morali dibe vurmuştu; nasıl olmuştu da Olap sensörleri bunları fark edememişti? Şimdi bunları tartışmanın sırası değildi, sonuna kadar gitmeyi göze almışlardı. Dünya’ya yakın bir yerde savunma hattı kurdular; Dünya’ya ve Mona’ya yerleştirdikleri ateş gücüne güvenmişlerdi. İkinci bir çetin çarpışmanın ortasındaydılar: fırkateynler ve kruvazörler sapır sapır dökülüyordu; Dünya’daki yer sistemleri ile birlikte Volkan ve Kasırga’nın kıvrak manevralarla yönelttikleri ateş ancak yirmi Manta gemisini saf dışı bırakabilmişti. Mona’ya yerleştirilen sistemlerin neden suskun kaldığı ise bir muamma idi. Ümitsizce sona yaklaşılırken Mars yönünden mor renkli yoğun ışın huzmeleri imdatlarına yetişti, yaklaşık birer dakika süreli darbeler şeklinde üç ışın birden yollanıyordu. Bir süre sonra arkası kesildi ama geriye de beş Manta gemisi kalmıştı. Hasarlarını onarmaya çalışan Ali ve Hars, bir hamle daha yaptıysa da acı sonucu değiştiremiyeceklerini anladılar. Karşılarında halen daha sapa sağlam bir Manta gemisi duruyordu, Dünya’nın yer sistemleri ise çökmüştü.

Ali ve Hars’ın ekranlarında Ali’nin adaşı kısa bir süre belirdi: “Mars’da bekleniyorsunuz, acele edin” demişti. Bu mesaj onları beyinlerini şoke eden bir ikileme soktu, hemen karar vermeliydiler. Dünya’yı elim akibetine terketmeyi hazmedemiyorlardı. Bir süreliğine de olsa gelen ışınlardan, Mars’da yardım etmeye çalışan bir uygarlık var gibiydi ama neden devam etmemişlerdi?  Hars, Dünya’ya inip kanımızın son damlasını orada akıtalım demişti. Ali ise, bu mesaja uymanın yegane çare olabileceği düşüncesindeydi. Bu arada, Manta gemisinden açılan ateş artık dayanılmazdı, mutlaka bir umuda yapışılmalıydı. Hayatta kalan motorlarına son gücü vererek, gidecekleri yeri kamufle edebilmek adına önce hiper-uzaya daldılar, Güneş sisteminden yeterince uzaklaştıktıklarına kani olunca da Mars’a yöneldiler...

Manta gemisinden çıkan yüzlerce avcı gemisi Dünya’nın tozunu atmaya başlamış, karşı koymaya çalışanlar gaddarca öldürülmüş, silah yapabilecek tesisler berhava edilmişti. Mina-8 dahil tüm uydular yok olmuştu. Umut’u yakalamışlar, beynini yıkayarak kendilerinin Dünya konsülü yapmışlardı. Muur, Karin, Cenk, Fermi, Mira, Dara, Ziza, Orba, R50, Reyna, Veli, Neda, Maldi, Dünya’yı savunmaya kararlı birkaç bin insanla birlikte Muur’un Tapınak bölgesinde yaptırdığı yeraltı sığınağına toplanmış; Ali, Hars ve Olap’lılardan haber alınamamıştı. Böylece, ilk büyük uzay savaşı kaybedilmişti…

 

* * *

Mantalar, Güney Amur’da güçlü bir karakol bırakmıştı. Umut, yönetim merkezini bu karakol yakınında kurmuş; yapılanmasını, Kuzey Amur’lulardan ve Gölgelilerden arta kalanlarla oluşturmuştu. Üç büyük şirket yok olmuş, diğerleri Umut’un hakimiyetini kabul etmişlerdi. Manta’ların Dünya’daki nadir elementlerden olan sitriyum’a ihtiyaçları vardı; Umut, birçok insanı maden yataklarında tok karnına çalıştırmaya başlamıştı. Bu işi zeki makinalarla da pek ala yapabilirdi ama nitelikli işlerde kullanamadığı insanların baş kaldırma inisiyatiflerini bununla kırmayı tercih etmişti. Manta’ların Umut’a verdikleri bir diğer görev de Mars’ın gizemi idi: gemilerinin dayanamadığı amansız ışınları kimler yollamıştı? Umut, Olap’lılardan öğrendikleri ile birlikte Manta teknolojisini de kullanarak Mars’ı didik didik taratmasına rağmen hiçbir emare yoktu. Bu başarısızlığı kendine yediremiyor, içinden Mars’ı ortadan kaldırmak geliyordu. Bir seferinde bu düşüncesini Manta’lara açmışsa da sert biçimde refüze edilmişti. Yaşadıklarını onlardan öğrendiği tanıdıklarını hatta babasını düşman görüyor, saklandıkları yeri bulamıyordu. Derinlerde kalmış eski Umut, bazen kendisini dürttüğü zaman Ziza’yı düşlüyor; sevdiği ve güvenebildiği birisine muhtaç olduğunu hissediyordu...

* * *

Muur, sığınağı böyle günler için yaptırmış hiçbir harcamadan kaçınmamıştı; sanki yerin derinliklerinde başka bir Dünya vardı, savaştan önce yukarıda sahip oldukları her şey buradaydı, gerektiğinde yeni Volkan’lar ve Torap’lar yapabilirlerdi. İki bin metre derinlikteki, genişliği Tapınak bölgesinden büyük ve tavan yüksekliği yüz metre olan sığınak, antik Manta gemisinden öğrenilen teknoloji ile çok iyi kamufle edilmişti. Sığınakta hummalı bir çalışma yürütülüyor; Mona’yı ve Mars’ı araştırmak için, üstün kamuflajlı birkaç sonda gemisini bir an önce hazırlamak istiyorlardı. Savaşta, Mona’daki sistemlerin neden sessiz kaldığını ve Mars’dan gönderilen ışınları çözmeleri lazımdı. Ali ve Hars’ın hayatta olabileceği ihtimali ile sürekli NAROB iletişimini deniyorlar ama ulaşamıyorlardı. Olap’lılara ne olduğu ise ayrı bir merak konusuydu.

Muur, Karin ile Veli de Orba ile aynı merasimde dünya evine girmişlerdi. Veli-Orba çifti ise bir kız bebek bekliyordu; “doğmadan ad verilemez” kuralının esnetilmesi ve adının şimdiden Deren olması için Karin’in rızasını alabilmişlerdi.

Veli, Reyna ve R50 Karin’in liderliğinde, kristal piramit araştırmalarını daha da ilerletmişlerdi. Fermi, derinlere dalmayı sürdürüyor; katıldığı gözden geçirme toplantılarından ve Muur’la yaptığı söyleşilerden arta kalan zamanlarda eşi Mira ile birlikte, söz ve davranışları ile sığınak ahalisinin farkındalığını artırmaya ve motivasyonunu yüksek tutmaya çabalıyorlardı.

Karin bir gün, savaş öncesindeki toplantıda gündeme almakta fırsat bulamadıkları kristal piramit bilgilerini paylaşmak için herkesi toplamıştı. Zarif sözcüklerle yaptığı sunumda, eskilerin ders alınması gereken yaşam biçimlerinden ve düzenlerinden bahsetti. Onların da baskın bir çoğunlukla; bir kararda duramamaları, iyi ve kötü yanları arasında bocalamaları, zulme varan hükmetme arzuları, ekolojik dengeyi umursamayan tüketim alışkanlıkları, aile bağlarını giderek zayıflatmaları, iyi niyetle keşfettiklerini önce zararlı işlerde kullanmaları, ibret alınması gereken özelliklerinden bazılarıydı. O zaman da, “Aydınlık önderleri” gibi daima azınlıkta kalan bazı guruplar geminin karaya oturmasının önüne geçmeye gayret etmişlerse de acı sonu sadece bir süre geciktirebilmişlerdi. Önce çevre harabiyeti geri döndürülemiyecek boyutlara ulaşmış, sonrasında da doğal kaynaklar üzerindeki paylaşım kavgaları kitlesel savaşlara dönüşmüştü. Bu karanlık tabloyu biraz renklendirmek isteyen Karin, eskilerin özenilebilecek çarpıcı yanlarına da değinmekten geri kalmadı; zorluklara göğüs gerebilmişler, umutsuzluğa kapılmamışlar, yenilik peşinde koşmuşlar ve risk almaktan çekinmemişlerdi. Mağlubiyeti zaten içine sindirememiş olan dinleyenleri bu kez de eskilerin dersleri ile sersemleten tarih turunu şu andaki durumları ile ilişkilendirerek konuşmasını şu sözlerle bağladı: 

“Tamam, kaybettik, ama neyimizi? Bakın hala buradayız ve bence daha da bilenmiş durumdayız. Evet, milyonlarca insanımız, yapılarımızın ve araçlarımızın çoğu, bizi savunabilecek donanmamız şimdi artık yok; yinede yok olmuş değiliz... Sevgili dostlar, gördüğümüz kadarıyla asıl yok olan, bizleri de hayal kırıklığına uğratan Umut oldu; isteseydi yeteneklerini kullanarak beyin yıkamasına direnebilirdi. Yani,   şunu demek istiyorum: Fermi hocamızın deyişi ile özümüzü ve umudumuzu koruyabildiğimiz sürece mağlup olmuş sayılmayız, ne dersin Fermi hocam?”

“Eskiler, “çıkmadık canda umut vardır” derlermiş; benim hala Umut’da umudum var.”

Muur’un gözleri dolmuştu: “Umalım öyle olsun Fermi. İçindeki cevher çok güçlü idi, işleyebileceğimi düşünmüştüm ama davranışlarından da kuşkulanmıştım açıkçası... Neyse, Sevgili eşime katılıyorum, sadece yenildik, yıkılmadık.”

Bu motivasyonu Fermi sürdürmeye çalıştı: “İnancımızı, umudumuzu ve sabrımızı bir arada sım sıkı tutabilirsek bizi kimse yıkamaz.”

Sevdiğinden ayrı kalan Ziza oralı değildi: “Doğru söylüyorsunuz da, Umut’suz umut zor oluyor hocam.”

“O zorluğu sabırla yenmeye çalış kızım, gün doğmadan neler doğar.”

Eşi Mira tamamladı: “Bak bize! Yıllar boyu umutla beklemiştim. Şükürler olsun, şimdi Fermi’nin bir adımına yetişmek için kim bilir kaç adım lazım.”

Ziza konuyu değiştirmek istedi: “Ali ve Hars’a da ulaşamıyoruz, hayatta olsalardı Ali yeteneği ile temasa geçerdi ama nedense bu konuda iyimserim, içimdeki ses üzülme diyor.”

Muur’un yanıtı gecikmedi: “Hislerinin gerçekleşmesini çok isterim Ziza, öbür oğlumu da kaybedersem dayanamam... Az önce, hazırlanan iki sondayı Mona’ya yollamıştım; belki de, önce döndürüp çevredeki enkaz yığınlarını araştırtmalıyım, gemileri vurulduysa anlarız, ne dersiniz?”

Ziza hemen atıldı: “Lütfen! Sayın Başkanım, hemen yapalım.”

Karin de heyecanlanmıştı: “Mona’daki uzay sensörleri faal olabilir, orasıyla iletişimimiz yok mu?”

Soruyu R50 yanıtladı: “Var ama biraz riskli, deşifre olabiliriz. Biliyorsunuz, Manta’ların iletişim yetenekleri elimizdeki Olap teknolojisinden daha üstün.”

Ziza’nın aklına bir fikir geldi: “Kasırga’daki antik Manta teknolojisi nasıldı? Haa R50?”

“Ondan yararlanarak şimdi sığınağımızı kamufle edebiliyoruz, sondalarda da benzerini uyguladık, iletişim açısından önemli bir üstünlüğü yok.”

Fikri benimseyen Muur zaten işlemi başlatmıştı: “Neyse, zaten sizi dinlerken işlemi başlattım, bekleyip görelim.”

Savaş alanını taramaya koyulan sondalar gemilere ait olabilecek hiçbir enkaza rastlamamıştı. Muur’un komutu ile Mona’nın derinliklerine yerleştirdikleri savunma üssüne girdiklerinde her şey normal görünüyordu. Üssün savaş sırasındaki kayıtlarını Muur’un ekranına aktarmak için sığınak yönüne dönmüşler, sonra da yeni bir komutla Mars’a yöneltilmişlerdi. Kayıtlardan, Ali’nin donanması Dünya yakınında konuşlandıktan hemen sonra Mars’dan Mona’ya silahların harekete geçmesini engelleyen bir sinyal iletilmiş olduğunu fark ettiler. Mars’dan yardım edenler Mona’yı neden susturmak istemişlerdi? Hayat çelişkilerle doluydu, ya da öyle görünüyordu…



[1] Torap, evrende uzak mesafelere neredeyse anında ulaşılabilen derin uzay geçidi.  

 
Toplam blog
: 112
: 152
Kayıt tarihi
: 18.09.12
 
 

ODTÜ'lüyüm, makina yüksek mühendisiyim, vicdanı rahat bir memur emeklisiyim, iki çucuk babasıyım,..