Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ocak '10

 
Kategori
Güncel
 

Mücadele edenler hep kazanmamışlardır.. Ama kazananlar hep mücadele edenlerdir..

Mücadele edenler hep kazanmamışlardır.. Ama kazananlar hep mücadele edenlerdir..
 

Demokrasinin düğümünü Tekel İşçileri Çözecek!


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, TEKEL işçilerinin 43 gündür süren eylemini görüşmek üzere Türk-İş'e 28 Ocak perşembe günü saat 18.00'e randevu verdi.
Başbakan Erdoğan, partisinin grup toplantısından çıkarken, bir gazetecinin, "Türk-İş'le görüşeceğiniz belirtiliyor" sözleri üzerine, "Zaten ben şu ana kadar Türk-İş'le bir kaç kez görüşme yaptım. Şimdi tekrar bir görüşme yaparım, yani benim için o noktada bir mani yok" dedi.

"Size ulaşan bir randevu söz konusu mu?" sorusuna Başbakan Erdoğan, "Dün aramışlar, randevu talebinde bulunmuşlar galiba" yanıtını verdi. Erdoğan, "Olumlu mu yaklaşıyorsunuz?" sorusunu ise "Olumlu yaklaşırım" diye yanıtladı.

Bir kadın. Başörtüsünün kenarından bakıyor kendine çevrilen kameraya. Hava soğuk, hava beter. Göz göze gelince kamerayla, kaldırıyor yumruğunu yukarı. Yumruğu alışık değil havaya kalkmaya, sesi bilmiyor daha bağıra bağıra bağıran diğer sesler arasında kaybolmayı. Utanıyor önce. Görüyorum yüzünden, kavga ediyor kendiyle. Sonra bırakıyor terbiyesini, hanımcıklığını, çatıyor kaşlarını, bileğinin kırılır gibi sallanması, devrilmesi geçiyor, sıkıyor yumruğunu kaldırıyor kolunu sesiyle birlikte yukarı:

“İşçiyiz! Haklıyız! Kazanacağız!”

Bağırdıkça alışıyor sesine. “Tuhaf şey” diyor belki içinden, “İnsandan daha çok bağırdıkça daha az tırmalıyor kulağımı kendi sesim. İnsanlar daha çok bağırdıkça...” :

“Ölmek var! Dönmek yok!”

TEKEL işçilerinin nefeslerinin buğusu Ankara’nın üzerinde birikiyor gece soğuğunda. Ankara’nın üzerinde bir hayalet dolaşıyor... Hükümetteki adamların ve kadınların vicdanına musallat olacak bir hayalet bu.

Dirisi 500, ölüsü 1500

Dirisi 500 lira, ölüsü 1500 lira ettiği için bu insanların, ağızlarına bir bant kapatıp Ankara’nın sokaklarına oturdular. Soğuğun karnına oturdular. Donarak çocuklarıyla birlikte, onlara iki yıldır yapılan haksızlığın, söylenen yalanların, pişkin pişkin sürüp giden yok saymanın yok olmasını bekliyorlar. Ölüm ve hatta intihar orucu başlattılar ki yapılmış şey değildir Türkiye’de.

Vicdan işgali

Şimdi siz onlara bakıyorsunuz. Belki içinizden Başbakan’ın “Yan gelip yatıyorlar” lafı geçiyor. “Belki de” diyorsunuz, “Hakikaten yan gelip yatıyorlar.” İnsan çünkü çaresizliğe dayanamaz. Bitsin, gitsin, vicdanını rahatsız etmesin ister. Otuz saniye düşünün. Hangimiz, hangi insan hakikaten haksızlığa uğramamışsa gidip Ankara’nın soğuğunda gece gündüz, aç bi-ilaç bekler? Bıçak kemiğe dayanmamış olsa insan nasıl böyle otuz sekiz gün boyunca sokaklarda yaşamayı, bağırmayı göze alır? İnsan kendi hakkını savunacağına güvendiği sendikadan bile kazık yerse, o sendika insanlar orada işkence çekerken Alişan’ı şarkıcı olarak getirmeyi düşünecek kadar, onu da geçtim, insanların derdini hükümete anlatmayacak kadar basiretsizleşmişse ne yapacak? Çoluk çocuk vicdanımızı işgal edecek elbette. Bu, bir vicdan işgali hareketidir. Sakınmayın vicdanlarınızı, açın kapılarınızı, çünkü işçiler, açlar ve çaresizler girecek.

Daha çok nefes

Televizyonlar onları gösteriyor nihayet. Soğukta üşüyen, üşüdüğünü haklı olduğunu hatırlayarak unutmaya çalışan insanları gösteriyor beyazcam. Nihayet. Gazetelerde birinci sayfalarda görünüyor yüzleri. Çoktan yapmış olmalıydık bunu. Çoktan... TEKEL işçilerine destek vermeye giden yazar Tuna Kiremitçi’nin yazısında söylediği gibi, nicedir bu kadar haklı, bu kadar kalabalık, bu kadar inanmış, bu kadar ferah feza kalplerle destekleyecek insanları görmemiştik. Rahat olun ve destekleyin. Sevginizi ve desteğinizi, öfkenizi ve sesini koyun onlar için ortaya. Çünkü Can Yücel’in dediği gibi, hava döndü. Ve ısınmak için bu soğukta daha kalabalık bizlere ihtiyacımız var. Muktedir vicdanına musallat olacak hayaletleri güçlendirmek için daha çok nefes buğusuna. TEKEL işçilerine selamla... (alıntı)********

“Yerel seçimlerde doğalgazlı evlere bile kömür dağıtan muktedir iktidar, bu yıl kılını kıpırdatmıyor. Muhabir yerinde inceliyor. Ne sobaya koyacak kömür var yoksul evlerde ne de ‘sosyal yardım’ için yaptıkları başvurulara cevap. İsyan ediyor hane halkı: ‘Bu sene seçim yok ya o yüzden.’ İsyanının, isyan ettiği şeyi yarattığından habersiz biçare. Kömüre sattığı oyunun bu yıl kendini oyun dışı bıraktığını bilmiyor. Biliyorsa bile umursamıyor. Arsızlığa demir atmış yönetenleri de, bu ‘bilip de bilmeme’ tavrını bildiği için gözlerinin içine baka baka dalga geçiyor: “Seçim yoksa kömür yok. Donabilirsin.” Biliyor ki kalan sağlar onların.
Alıp vermenin bu kadar basit bir matematiğe endekslendiği bir ülkede siyaset de bu seviyeye göre belirleniyor. Ne iktidar ne muhalefet, el artırmıyor. Seçim isteyenler ve seçimden kaçanları biliyoruz ama her iki kanadın da ne vaat ettiğini bilmiyoruz. İhtiyaç değil çünkü. O, başka bir evrenin sorunu.

Umudun anlamını tüketmelerine rağmen hâlâ o tükenen anlamın etrafında dolanan gedikliler ile kâh eskiyi cilalayıp kâh yeni gibi yapıp umut olmaya soyunanlar oradan buradan kafalarını çıkartıp ‘bizi görün’ diyorlar. Ama biri diğerinin aynıyken kim kimi fark edecek ve niye fark edecek? Soran da yok söyleyen de. Diriltilmeye çalışılan dinozor kemikleri, hizip dayanakları ya da devlet ulufeleri çorbalarının kaynamalarına yetiyor. Bir adım sonrasını düşünen biri ise diş kıracak kadar bulunmaz. Bulunmuyor zaten.

Yaman bir ayrışma yaşanıyor. Çorbasından endişe etmeyenler memleket sevdasını dile getirip ‘anlayın da pullayın bizi’ diye sunuyorlar kendilerini ama konuştukları dil, çorbası olmayanların dili değil. Çare olmaya geldiklerini söyledikleri dert, onların dertlerine teğet geçmiyor. Güdü hiyerarşisinin birinci basamağında çırpınanla en tepesindekini siyaset yalanı bile aynı düzleme alamıyor.

Diğer tarafta halk doktora düşman. Tam gün isyanını takmıyor. Doktor, göremediği desteğin hıncını çıkarmak için muayene zamanını bekliyor, az biraz daha ezmek için. Bilenmeye devam. Aynı şekilde; sivil askere, asker sivile, sivil sivile, asker askere bileniyor, birileri darbe dileniyor, birileri ise gün aşırı darbecilere ileniyor. Herkesin dili tek ama hepsi birbirinden ayrı: BEN.

Bu arada;

TEKEL işçileri az biraz daha ortak duyarlılık imgesi olabildi. Direnişin, çoktandır kaybettiğimiz dik duruşta ısrarın olabildiğini, zoru görünce kaçmanın tek gerçek olmadığını, ölümü bile göze alabilecek yürekli insanların bulunduğunu görmek zor da olsa ortak bir dil oluşturabildi. Gitmesek de görmesek de onlar artık ailemizin direnişçisi.

Ve ilk kez oluşan ortak dilden henüz pek farkında olunmayan bir sinyal geliyor.
Belki kudretli muktedirler yandaşlarına ulufe dağıtma telaşından, yandaşlar da paylaşım derdinden kendileri için çalan tehlike sinyallerinin farkında değil ama...
Ne artık yüzlerini gördük mü ne diyeceklerini ezberden bildiğimiz malum muhalefet, ne umut diye pişirilen ihtiyar delikanlılar, ne tekrar canlanmaya başlayan Ergenekonsever ruh, ne sivil faşizm korku ittirmeleri ne de artık iler tutar yanı kalmayan ordudaki cunta yapılanması... Bu iletişimsizlikte umut da değil tehlike de.

Ama ailemizin direnişçilerinin biri ölürse... İşte o zaman seyreyleyin gümbürtüyü. Bakın bakalım o ceset kimin üzerine kalıyor?” Ersin Tokgöz

Mücadele Edenler Hep Kazanmamışlardır.. Ama Kazananlar Hep Mücadele Edenlerdir..

http://www.milliyet.com.tr/index/Tekel

 
Toplam blog
: 221
: 1905
Kayıt tarihi
: 27.09.06
 
 

Evli bir kız çocuğu babasıyım. Yüksekokul mezunuyum. Bir kamu kurumunda çalışıyorum.16.03.2017 ta..