Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Şubat '08

 
Kategori
Öykü
 

Muhasebeci Mehmet Bey

Muhasebeci Mehmet Bey
 

Pastanın başında mumları üflemeyi bekleyen memnuyetsiz adamın ismi Mehmet. Sıkılgan ve bir an önce bu işten sıyrılmak isteyen aceleci bir hali vardı. Ucuz çikolatalı pastanın üzerine özensiz bir elce saplanmış kıytırık mumlar ve o mumların ışığında bezgin, ekşi bir surat. O suratın üzerinde kocaman, kel ve sıkıntıdan terlemiş parlak bir kafa.

Böyleydi şirketlerde kutlanan yapay doğum günleri. Çalışanlar için ağızlara çalınan bir parmak tat, işlere beş dakika ara. Kurulmuş bir bilgisayar programının verdiği haber ile doğum gününün kutlanmasını hiçte samimi bulamıyordu Mehmet Bey. Alışamadığı şeylerden birisiydi bu da. Üflemeden önceki son anları, gariptir ki kesilmeyi bekleyen bir kurbanlığın son anlarına benziyordu. Bir an önce bitse de gitseydi artık.

Son bir hengame oldu, çok da gerek varmış gibi pastanın üzerine maytapta sapladılar. Durumun vehameti de işkencenin süresi de gittikçe artıyordu. Miğdesine saplanan ağrıları gizlemek isteyerek güldü Mehmet Bey. "Bok vardı, bir maytapımız eksikti" dedi. İşte Mumlardan birisini söküp tek tek maytapları yakarken eski doğumgünleri geldi aklına Mehmet Bey'in. Annesi, babası ve kardeşi ile geçen küçük ve sıcak doğumgünleri. Artk onları yaşamak mümkün değildi. Babası ölmüştü. Kardeşi deli gibi çalışıyor ve geçen günler değil ayları, yıllar bile sayamıyordu. Kendisine her doğumgününde hem pasta yapan hem de tiyatroya götüren annesi ise artık bunamıştı ve bir tanecik oğlunu kedi sanıyordu. huzurevine her ziyarete gittiğinde "senin ne kadar da iri gözlerin varmış pisicik" diyerek oğlunun kel kafasını seviyordu.

Karısı ve çocuklarını düşününce yüzündeki ekşime daha da arttı. Be sefer miğdesinde bir volkan patlamış, öğlen yediği her şey ağzından fışkırmak üzereymiş gibi ve de sanki birisi ayağına bir toplu iğne batırmışta ama onun yine de sessiz olması gerekiyormuş gibi buruşturdu yüzünü.

"Üfleyebilirsiniz pastayı" dedi çok bilmiş Aylin ve o da üfledi "püff" diye. Haydi bakalım hayırlı olsun. Yarım asır arkada kaldı.

Patayı kesme işini de çok bilmiş Aylin yapmak istedi ama Mehmet Bey ona o denli sinir oluyordu ki, bu küçük işi bile ona bırakmak istemedi. Bıçağı eline aldı ve çikolata ve krokanlı pastanın üstüne yavaşça saplayıp ince bileğini nazik bir hareketle aşağı doğru indirdi. O anda yani bıçak üst taraftaki krokan tabakasını geçmiş krema ve kekin olduğu kısmı keserken pastadan burnuna gelen taze kakao ve kek kokusu Mehmet Bey'i hiç bilmediği, adını dahi duymadığı bir cennetin kapısına getirip bıraktı. Patayı ve çikolatayı hep sevmişti ama bu seferki başka bir histi. Çok kuvvetli bir tutku burnundan içeri süzülüp bir nefesle kalbine ve oradan kana karışıp beynine gidip aklını başından almıştı. Daha önce hiç bir şeyi bu kadar kesin ve net bir şekilde istememişti. Bu sefer yüzüne sahici bir gülümseme geldi. İki gülümseme arasındaki farkı oradaki kimse fark etmedi. Bir kişi hariç kimse.

yalancı şakşaklar ve osuruktan hediyeleri alıp verme seansı ve pastayı kesip dağıtma faslı germedi Mehmet Bey'i. o artık başka bir alemin kapısından geçmiş oralarda dolanıyordu. Kutlamadan sonra arkasını duvara dayadı, ekranını kendisine çevirdi. Bu onun çalışmadığı, dalga geçtiği zamanlardaki oturma şekliydi. Kendisine sorarsanız eğer, o çalışmadığı anlarda yüzünün bir kumarbaz gibi hissiz olduğunu ve hiç çaktırmadan başka şeylerle uğraştığını söylerdi. Ama o sırada onu gören herkes çalışmadığını bilir, hatta iş soracak olanlar tekrar olağan oturuşuna geçene dek ona hiç bir şey sormazlardı.

O öğleden sonra saat dörtten akşam mesai bitişi altı buçuğa kadar yerinden hiç kıpırdamadı. Mesai bitiminde daha yapması gereken çok işi olduğunu söylerek çalışmaya devam etti. Stajyere de o gün işte kalmasını rica edince herkes şaşırdı. Yıllardır bir dakika fazla mesai yapmamış Mehmet Bey hem işte kalacak hem de stajyerden iş isteyecekti öyle mi? Bir terslik olduğu hissedildiyse de, üzerinde fazla durulmadı.

Bir tek ben bozuldum bu işe.

Çünkü stajyer bendim ve akşam Galatasaray maçına gitmek istiyordum.

Benden beklenen işin ne olduğunı açıkladığı zaman adha da uyuz oldum Mehmet Bey'e. Bunun için maçı kaçırdığım için bir araba dolusu küfür ettim içimden ona. Hatta bildiğim küfürler yetmedi, bazılarını birbirlerine karıştırdım, eş anlamlılarını ürettim ki, kendimi çok fazla tekrar etmeyeyim diye. Mesela ;

"Fahişenin tarlada pörtlediği ne idüğü belirsiz veled-i zina"

Fakat o akşam temizlikçi kadınlarda gittikten sonra yaptığım iş gittikçe daha ilginç hal almaya başladı. Mehmet Bey pasta tariflerini printer dan bastırıyordu. Ben ise bunları hem dosyalaıyor, içlerinden ingilizce olanları ise Türkçe'ye tercüme ediyordum. Hayatımda hiç görmediğim pasta resimleri gösterdim. Klasik çikolatalılar, bitter ve cevizliler , franbuaz ve vişneliler, dondurmalılar, profiterollü, sakızlı pastlar, cheese cake ler, bir bütün olarak yapılan değili de dondurma kabı gibi kaplara doldurulan muhallebi kıvamında tramisular ve bugün adını ve resmini hatırlayamadığım daha bir çok pasta. Hepsinin tariflerini bir güzel dosyalayıp Mehmet Bey'e teslim etmiştim. O da bana istersem ertesi gün işe gelmememde bir mahsur ollmadığını, hem lise öğrencisinin aslında staja ihtiyaca olmadığını, vaktim varken yedi tepenin yokuşlarını yeterince inmemi ve çıkmamı, aşık olmamı, kalp kırmamı, kalbimin kırılması için hayata şanslar vermemi söyledi. Şaşırdım. Ettiğim küfürler için pişmandım, evet. Ama beni asıl şaşırtan o köşede iki aydır oturan ve her gün iki satır konuştuğum adamı hiç tanımamış olmamdı. Onu tanımayan sadece ben değildim, yirmi yıllık mesai arkadaşları onun şu anda pasta tarifi topladığını bilseler eminimki çok şaşırırlardı...

Hazırladığım dosyayı verip çıktım, içten de bir teşekkür aldım.

***

Ertesi gün Mehmet Bey'in dediği gibi yaptım. Bildiğim tepelerin yokuşlarını inip çıktıysam da şu kalp mevzuu hakkında bir deneyim yaşamadım. Sultanahmet'de bir Alman turist kafilesi gördüm, içlerinde ben yaşlarda bir güzel bir kız vardı. Kafileye ben de katıldım. Bir yandan camiiyi, kubbeleri, mimari ve tarihi özellikleri anlatan rehberi dinliyorum, bir yandan rehber "lan senin ne işin var burada sittir git" diyerek beni kovacak diye korkuyorum. Bu bilgilendiğim ve tırsmatik durum arasında da her fırsatta Alman yarimi kesiyorum. Bir kere bile denk getiremedim gözlerimi ama neticede güzel bir gündü.

Bir günlük kafa iznimin ardından tekrar şirkete gittiğimde Mehmet Bey'in işten ayrılmış olduğunu görmem beni gerçekten de çok şaşırttı. Nereye gittiğini merak ettiysem de, her ne kadar insanlar deli gibi bu konuda dedikodu yapıyorlarsa da birazcık olsun bir şeyler öğrenemedim. Tek fark ettiğim bunun olağan dışı bir ayrılık olduğuydu.

***

Bana kimsenin anlatmadığı işin aslı ise şu şekildeydi;

Ertesi gün Mehmet Bey elinde bir dosya ile insan kaynakları müdürünün odasına gitmiş. Hayır, bir gün önce bizim hazırladığımız dosya değilmiş bu, başka bir şeymiş. Ve istifa edeceğini söyleyerek birikmiş tüm kıdem tazminatına ilave olarak 20 maaş tutarında da bir "hoşçakal" ikramiyesi istemiş. İnsan kaynakları müdiresi Handan ise bu naif, şok edici derecede ve hatta aptallığa varan iyimser talepler karşısında ne yapacağını bilememiş. "Hayırdır Mehmet, iyi misiniz siz diyerek" önce şaka olup olmadığını anlamaya çalışmış sonra da kibirli bir İngiliz ifadesi ile bu isteklerin karşılanmasının mümkün olmadığını söylemişti.

Bunun üzerine Mehmet Bey koltuğun altındaki kara kapaklı, kallavi dosyayı Handan'ın önüne atmıştı. Handan bu dosyada ne olduğunu tahmin ediyor ama açıp bakmaya cesaret edemiyordu.

İşin aslı şuymuş, insan kaynakları müdürü Handan ve Mehmet Bey'in de müdürü olan Sabri ortak bir çalışma ile şirketi küçük küçük dolandırıyorlarmış. Üniversiteyi yeni bitirmiş iş başvurusu yapmış erkekleri işe alıyorlar ve bu çalışanlar iki yıl sonra askerlik yaşına gelip de şirketten ayrıldıklarında onlara biriken kıdem tazminatlarını ödemiyorlardı. Üç kağıt yapılan nokta ise hesaplarda bunu ödenmiş gibi gösterip kişi başına 3,4 bin lira tutarındaki parayı aralarında kırışıyorlardı. Şirketin her yıl yaklaşık 40-50 civarı kişiyi işe aldığı ve Selçuk ve Handan'ın bu işi yaklaşık onbeş senedir yaptığı düşünülerde ortada ciddi bir rant vardı. Bu kara kapaklı sevimsiz dosya ise tüm bu üç kağıtçılığın belgeleri ile doluydu.

Handan istifa mektubunu kabul etmiş. Kıdem tazminatını bir çırpıda Mehmet Bey'in hesabına geçtiği gibi kendi özel hesabından da 20 brüt maaşa gelen ikramiyeyi Mehmet Bey'in hesabına geçmişti.

***

Benim bunları nasıl öğrendiğime gelince, bu olaylardan yıllar sonra bir gün Nişantaşı'nda yürürken Acıbadem kurabiyesi almak için Konak pastahanesine gittim. İstanbul'un tartışmasız en güzel acıbademlerini yapan Konak'ta kurabiye kalmamıştı. Hayalkırıklığı ile dükkandan çıktım ve Abdi İpekçi caddesinde yürürken vitrini çok güzel, daha önce hiç alışveriş yapmadığım bir pastahane gördü ve içeri daldım. Ben içeri daldığım sırada da pastahanenin mutfak kısmından çıkan bembeyaz giyinmiş tombul suratlı aşçı ile gözgöze geldim. Bir an bile tereddüt etmeden Mehmet Bey'i tanıdım. Oturmam için ısrar etti ve bana sadece antep fıstığından ürettiği acıbademlerden ikram etti. Uzun bir sohbette ayrılış hikayesini birinci ağızdan dinlemiş oldum. Elinize bu kadar para geçtiyse de nasıl risk aldınız diye sordum. Malum bir muhasebecinin hem de uzun yıllarca bu işte çalışmış birisinin ticarete girip risk alması kolay değildir.

"Ayrılırken yaptığım pazarlıkta şirketle (handan ile) doğum günleri ve her türlü kutlamalar için pastaları benden almaları konusunda da anlaştık. Bu, senede yaklaşık 150 pasta satma garantisiydi. Pastalarım beğenilince insanlar eşleri ve çocuklarının doğumgünlerinde de benden pasta almaya başladılar. Oraya yaptığım satışlar hiç dükkan açmadan çok para kazanmamı sağladı. Ben de sonunda burayı açıp daha geniş bir kitleye ulaştım" dedi.

***

Bugün yediğim kurabiyeler ve küçük pastlar gerçekten de çok lezzetliydi. En çok da tarifleri print edip dosyaladığım gün gördüğüm kasede trimisuyu merak ettiğimi söyleyince bir porsiyonda ondan getirdi. Söyediğine göre bu pastayı yapmak için harcadığı konyağın, kremanın ve kekin haddi hesabı yokmuş ama en sonunda başarmış.

Kaşığımla kocaman bir parçayı ağzıma atıp hiç çiğnemeden ağzımda nasıl eridiğini ve nasıl güzel bir tat bıraktığını görünce Mehmet Bey'i çok tebrik ettim.

Eğer siz de o eşsiz lezzetleri merak ediyorsanız http://www.mehmetbey.com.tr/ adresindeki pastalara bir bakabilirsiniz.

***

Sevgi ve saygılarımla efendim, esen kalınız.

K.
 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..