Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Aralık '07

 
Kategori
Bilim
 

Muhkem mi? Müteşabih mi?

Muhkem mi? Müteşabih mi?
 

Uzun zamandan beri tartışmalara konu olan, Kuran’ın Al-i İmran suresi 7. ayetinde geçen iki kelime, benim de epeydir aklımı kurcalıyor.

Ne diyor Âl-i İmran suresi 7. ayet? Hemen buraya alalım, hem Yaşar Nuri Öztürk mealinden alalım, hem de Edip Yüksel mealinden alalım. Ayetin Türkçe transliterasyonunu da eklemeyi unutmayalım.

YNÖ-3:7 Kitap'ı sana indiren O’dur. Onun ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ki; onlar Kitap'ın anasıdır. Diğer ayetlerse müteşabihlerdir. Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun yorumuna öncelik tanımak için Kitap'ın sadece müteşabih kısmının ardına düşerler. Onun tevilini ise bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar, "ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır" derler. Gönül ve akıl sahiplerinden başkası gereğince düşünemez.

EY-3:7 O ki sana bu kitabı indirdi. Onun bazı ayetleri kesin anlamlıdır (muhkem), ki bunlar kitabın özüdür. Diğerleri de benzer anlamlıdır (müteşabih). Kalplerinde hastalık bulunanlar, insanları şaşırtmak ve farklı anlam vermek için benzer anlamlı olanlarının ardına düşerler. Onların gerçek anlamını ise kimse bilmez, ancak istisnadır ALLAH ve derin bilgiye sahip olanlar "Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır, " derler. Akıl ve anlayış sahiplerinden başkası öğüt almaz.

3:7 Hüvellezı enzele aleykel kitabe minhü ayatüm muhkematün hünne ümmül kitabi ve üharu müteşabihat fe emmellezıne fi kulubihim zeyğun fe yettebiune ma teşabehe minhübtiğael fitneti vebtiğae te'vılih ve ma ya'lemü te'vılehu illellah ver rasihune fil ılmi yekulune amenna bihı küllüm min ındi rabbina ve ma yezzekkeru illa ülül elbab

Müteşabih sözcüğü T-Ş-B kökünden gelmektedir. Edebiyatta teşbih yapmak benzetmeler kullanmak büyük şairlerimizin sürekli yaptığı, Divan edebiyatında da devamlı kullanılan metodlardan biridir. Müteşabih sözcüğü mecazi anlamlar kullanmak, benzetmeler yapmak manasına bir sözcüktür.

Kuran’da bir takım anlatılmak istenenler ki bunların hepsi gerçeklerdir, misallerle ve benzetmelerle anlatılmışlardır.

17:89 Andolsun, biz bu Kur'an'da, insanlar için her örnekten nicelerini sıraladık. Ama insanların çoğu inkardan başka birşeyde diretmediler.

Görüldüğü üzere, bu ayette insanların anlamak istemedikleri şeyleri onlara anlatmak için bir sürü örnekler verildiği, örneklemeler getirildiği belirtilmektedir.

Yine Kehf:54 ayetinde;

18:54 Andolsun, biz bu Kur'an'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır.

denilmektedir. Bu ayette de bir sürü örnekleme ve benzetmeler yapılmasına rağmen insanoğlunun bu misalleri kavrayamadığı hatta kavramak istemediği gözler önüne serilmektedir.

Yüce Rabbimiz, bir konuyu bizlere anlatmak isterken, 3:7’de de belirttiği üzere, katıksız bir dille bunları bizlere anlatmıştır. Bu katıksız ayetleri “muhkem” olarak belirtmektedir. Muhkem sözcüğü H-K-M kökünden gelmektedir. Kök, hüküm, hakim, ahkam gibi sözcüklere kök vazifesi görmektedir. Yani muhkem kesin anlamlı, asıl manasına, hükmü bir kere verilmiş ve artık değişemez manasına kullanılan bir sözcük. Bu tip ayetlerin Kuran’ın anası olduğu belirtilmekte. Anlaşılmak istenmeyen bu muhkem ayetleri, değişik varlıklardan örnekler vererek, benzetmeler yaparak, konuya daha da bir açıklık kazandırmak için farklı ayetler halinde tekrarlamıştır. Bu benzetmeler yaparak tekrarladığı ayetlere de müteşabih ayetler adını vermiştir. İşte, ayetinde, bu müteşabih ayetlerin arkasından, fitne sokmak isteyenlerin gittiğini söyleyen Allah, ne kadar da isabetli bir söz söylemiştir. Bu günkü geleneksel kabullere bakıldığında, müteşabih ayetlerin aslında tam olarak yorumlanamayan, birden fazla mananın gizlendiği ayetler olduğunun ifade edildiği gözlenmektedir. İşte bundan dolayı da bu müteşabih ayetlerin ilimde ilerlemiş olan kişilerce ancak anlaşılabileceği, bir de tabii ki Allah tarafından bilindiği vurgulanmaktadır (YNÖ Meali).

Bu tercüme sizce doğru yapılmış olabilir, YNÖ bir profesör de olabilir, ama ben bu tercümenin doğru bir tercüme olmadığını düşünüyorum.

Türkçe transliterasyonda da görüldüğü üzere Kuran Arapçasında herhangi bir noktalama işareti (nokta, virgül, noktalı virgül, v.s.) kullanılmamaktadır. Hal böyle olunca isteyen herkes, bilerek veya bilmeyerek, ayetleri istedikleri şekilde tercüme edebilmektedirler. Şimdi gelin isterseniz ayetin bu kısmını, orijinal diline sadık kalarak ve noktalama işareti kullanmadan çevirelim:

"…….. ve hiç kimse bilemez onların gerçek anlamını ancak istisnadır Allah ve derin bilgiye sahipler derler ki ona inandık hepsi Rabbimiz katındandır."

Bu tercümede hiçbir noktalama işareti kullanılmamıştır. Bu şekil düz bir tercümede anlaşılan şudur: “Allah’tan başkası onların gerçek anlamını bilemez, derin bilgiye sahip olanlar da derler ki ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır”

Ama düz tercüme yapmayıp, oraya buraya bir takım virgüller serpiştirdiğimizde, bakın mana nasıl bir değişikliğe uğramaktadır.

"…….. ve hiç kimse bilemez onların gerçek anlamını, ancak istisnadır Allah ve derin bilgiye sahipler; derler ki, ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır."

Ayetin bu bölümünün manası nasıl da değişmektedir değil mi? Şimdi mana şu şekilde olmuştur: “Allah’tan ve derin bilgiye sahip olanlardan başkası, onların gerçek anlamını bilemezler; onlar derler ki ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır.”

Bu anlamda, EY tercümesinde daha başarılı olmuş ve bence gerçek manayı vermiştir. Çok anlamlı veya mecazi ayetleri anlamaya çalışanların niyetleri ve inanç sistemleri önemlidir. İkiyüzlüler kalplerindeki hastalık nedeniyle, müteşabih ayetler üzerine yoğunlaşırlar ve niyetlerinin bozukluğundan ötürü doğru anlayamazlar. Müteşabih ayetleri bağlamlarından koparırlar veya onları açıklayan diğer ayetleri görmezlikten gelirler. Halbuki o ayetler sadece benzer olan ayetlerdir ve bizlere asıl ayetleri açıklamaya yararlar. Ama o ayetlerin gerçek anlamlarını Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşmiş olanlar bu ayetlerin Rableri katından olduğunu ancak görebilir veya hissedebilirler.

Allah inananları Kuran'ı okuyup anlamaya teşvik eder. Kuran, genelde anlaşılması kolay bir kitap olmasına rağmen (54:17) bir bölümünün anlaşılması yoğun ve sistemli bir çalışma ve analiz gerektirir. Yeterli bilgiye sahip olmadan bir sonuca varmamamızı öğütler Kuran (20:114). Ne var ki, 3:7 ayetini yanlış yorumlayanlar, inananları ve hatta derinde ilim sahibi olanları müteşabih ayetleri anlamaktan caydırmaya çalışmaktadırlar. Hangi ayetlerin müteşabih hangilerinin muhkem olduğu konusunda da bir bilgiye ve belirliliğe sahip olmadıkları için, bu caydırma gayreti Kuran'ın tümü üzerine olmaktadır.

Geleneksel yorumu kabul ettiğimiz durumlarda, o zaman hangi ayetlerin müteşabih olduğu konusunda kesin bir bilgiye veya ölçüye sahip olmamız lazım gelir ki nerede müteşabih ayet görsek onu anlamaya çalışmaktan sakınalım. Geleneksel yoruma göre, eğer birileri bir ayeti anlamaya gayret gösterirse ve o ayet kazara müteşabih bir ayet çıksa o kişi münafık olur. Zira geleneksel yoruma göre müteşabih ayetleri ancak münafıklar anlamaya çalışır ve sadece onlar bu ayetleri kurcalarlar. Bu nedenle, 3:7 ayetinin geleneksel yorumunu savunanlar müteşabih ayetlerin eksiksiz bir listesini çıkarmalı, Müslümanları o liste hakkında uyarmalılardır. Bu ayetler üzerinde düşünmeyiniz, zira onları sadece Allah ve ilimde derinleşmiş olanlar anlar. Onları anlamaya çalışan diğerleri ise münafıklardır şeklinde bir uyarı.

Bir örnek verelim: "Açıklamak" anlamına gelen "B-Y-N" kökünün bir türevinin yer aldığı 16:44 ayeti [Biz sana mesajı indirdik ki onlara indirileni açıklayasın] hadis külliyatını Kuran'a eş koşanlar tarafından yanlış anlaşılmaktadır. Ayetteki "litübeyyine" (açıklayasın) kelimesi, Türkçe karşılığı gibi "müteşabih" yani benzer anlamlıdır:

1) Gizli bir şeyi, gizliliğinden kurtarıp, açıklamak.

2) Manası anlaşılmaz bir şeyi açıklamak.

Ayet, peygambere, insanların duyusu ötesinde bir sistemle vahyedileni gizlemeyip açıklamasını emretmektedir. (Bkz. 33:37;20:25). Kuran zaten Allah tarafından açıklanan, açık bir Arapça ile inen, anlaşılması kolay apaçık bir kitap olduğundan (Bkz. 5:15;26:195;11:1;54:17;55:1-2) peygamberin bu Kitabın ayrıca manalarını açıklama görevi yoktur. 16:44 ayetindeki "litüBeYiNe" kelimesi, kitap ehlinin kendilerine gelmiş olan vahyi gizlemeyip açıklamaları gerektiğini bildiren 3:187 ayetindeki "letüBeYinüNnehü" kelimesi ile aynı anlamdadır.

Buradaki müteşabihat “açıklayasın”, “beyan edesin” sözcüğü üzerinedir.

16:44 Belgeler ve kitaplarla... Sana bu mesajı indirdik ki, kendilerine indirileni halka açıklayasın (bildiresin) ve onlar da düşünsünler.

16:44 Bil beyyinati vez zübür ve enzelna ileykez zikra li tübeyyine linnasi ma nüzzile ileyhim ve leallehüm yetefekkerun

33:37 ALLAH tarafından kendisine iyilik yapılan ve senin de iyilikte bulunduğun kişiye, "Karını tut ve ALLAH'ı gözet, " diyordun. Böylece ALLAH'ın açığa vuracağı bir şeyi gizliyordun. ALLAH'tan çekinmen gerekirken halktan çekiniyordun. Zeyd eşiyle ilişiğini kestiğinde biz seni onunla evlendirmiştik ki, inananlar, evlatlıkları eşleriyle ilişiklerini kestiklerinde onlarla evlenmekte güçlükle karşılaşmasın. ALLAH'ın buyruğu yerine getirilmelidir.

20:25 "Rabbim, " dedi, "göğsümü aç."

5:15 Kitap halkı, kitabın gizlediğiniz birçok bölümünü açığa çıkaran ve bir çoğunu da yüzünüze vurmayan elçimiz geldi size. ALLAH'tan bir ışık ve apaçık bir kitap da geldi size.

26:195 Apaçık Arapça bir dille.

11:1 Elif, Lam, Ra, (Bu) öyle bir kitaptır ki, Bilge ve her şeyden Haberdar biri tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış ve sonra da açıklanıp detaylanmıştır.

54:17 Kuran'ı mesaj için kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?

55:1 Rahman,

55:2 Kuran'ı öğretti.

3:187 ALLAH kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz, " diye söz almıştı. Fakat onlar, onu arkalarına atıp az bir fiyata sattılar. Ne kötü bir alış veriş!

3:187 Ve iz ehazellahü mısakallezıne utül kitabe le tübeyyinünnehu lin nasi ve la tektümuneh fe nebezuhü verae zuhurihim veşterav bihı semenen kalıla fe bi'se ma yeşterun

Bir başka örnek verelim.

Kehf:45 ayeti tabiat olaylarından birinden misal vererek, büyük bir gerçeği açıklamaktadır.

18:45 Dünya hayatının şu su örneği gibi olduğunu onlara anlat: O suyu gökten indirdik. Yerin bitkisi onunla karıştı. Derken o bitki, rüzgarların savurduğu çöp kırıntısı haline geliverdi. Allah herşey üzerinde Muktedir'dir, gücü herşeye yeter.

Bu ayette dünya hayatındaki doğum ve ölümün, aynen tabiattaki gibi olduğunu, bitkilerin gökten yağan yağmurla yeşerip geliştiğini, sonunda ömrünü tamamlayarak rüzgarın savurduğu çöp kırıntılarına b/enzer şekilde olduğu misalle anlatılmıştır. Bu örneğin verilmesindeki müteşabihat, tabiattaki dönüşüm ve yenilenmenin insanlar için de geçerli olduğudur.

Bir diğer örnek, Araf:57’de yine bir tabiat olayından örnek verilerek;

7:57 Rüzgarları, rahmetinin önünden müjdeci gönderen O'dur. Nihayet onlar, yüklerle ağırlaşmış bulutları yüklenince onu ölü bir beldeye göndeririz; onunla su indiririz de o suyla her türlü meyvayı çıkarırız. İşte biz, ölüleri de böyle çıkarırız. Düşünüp ibret almanız umuluyor.

Bu ayette “çıkarırız” sözcüğü bazı meallerde gelecek zaman kipiyle tercüme edilmiştir. Halbuki kelime geniş zaman kipiyle kullanılmıştır. Genişzaman kipiyle yapılan bir anlatımda fiillerin yapılagelmekte olduğu, genelde bu şekilde yapıldığı vurgulanır. Halbuki gelecek zaman kipiyle yapılan bir anlatımda, fiil henüz oluşmamıştır ama gelecek bir zamanda oluşacaktır. Bu ayetteki müteşabihat tabiattan verilen bir örnekle tekrar diriltilme üzerinedir.

Özetle bu iki sözçüğü anlamlarından kaydırıp ağızlara pelesenk ettirmemeliyiz. Ettirdiğimiz müddetçe, ŞAHIS, müteşahibatın arkasına gizlenecek ve kendine pay çıkarmaya devam edecektir.

Hay bin kunduz mu desem? Hay bin Yaksan mı desem? Yoksa hay 1000 din alimi mi desem? Ne desem bilemiyorum ki.

 
Toplam blog
: 24
: 2699
Kayıt tarihi
: 10.05.07
 
 

Rumî takvimin 1900+55 senesi sonunda nüfusa katkıları olsun diye annem ve babam oturmuşlar, benim il..