Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ağustos '08

 
Kategori
Güncel
 

Murat Belge'nin libero-demokratizm oyunu

Murat Belge'nin libero-demokratizm oyunu
 

Snopluğun kelime anlamı TDK sözlüğünde "seçkin görünmek için, bazı çevrelerdeki düşünceleri benimseyen, hayranlık duyan ve onlar gibi davranmaya özenen" şeklinde tanımlanmış. Son dönemde siyasi liberalizm şemsiyesi altında bir kısım "aydınımızın" davranış, düşünme ve eylemlerini gördüğümüzde ister istemez iç tutarlılıklarını sorgulama ihtiyacı duyuyoruz.

Sn. Murat Belge'nin geçen hafta cumhurbaşkanının rektörler atamasına karşı verilen tepki sonrasında köşesinde yazdığı yazıyı okurken bu freni patlamış libero-demokratizmin nerede duracağı kaygısını duymaya başladım. Demokratizmin önüne aldığım libero kelimesi, liberalizmden gelmiyor; yanlış anlaşılmasın. Bu, futbolda defansın en arkasında duran savunma oyuncusundan geliyor. Murat Belge'nin durduğu yeri gösteriyor. Sporla yakından ilgilenenler bu oyuncunun ne olduğunu bilir. Az çok sezgisi ve oyun kurma becerisi olan, ancak yetenekleri sadece savunma yapmakla sınırlanmış, yerini kaybettiğinde takımına büyük sıkıntı çektiren tip oyuncudur. Kuşkusuz güncel futbolda bu mevki biraz orta sahaya kaymış; adı ön-libero olarak da anılır olmuştur.

"Cumhurbaşkanı’nın liste başı olmayan birkaç kişiyi rektörlüğe getirmesine karşı kopan küçük kıyametten başlayalım. Buna “komik”ten başka söyleyecek söz bulamıyorum. 1981 sonunda YÖK denilen kanun çıktığında bunu o “Y” ve “Ö”nün temsil ettiği “yüksek öğrenim”e hakaret saymış ve istifa etmiştim. Daha sonra, Aziz Nesin’in başlattığı kampanyada ünlü “dilekçe”yi yazarken, asker-sivil bürokrasimizin geleneksel “cahil halk” aşağılamasına da dokundurmak üzere, toplumun en eğitimli kesimine de kendi yöneticisini seçme hakkının fazla görüldüğünü söylemiştik. Şimdi Gül’e karşı, “İkinciyi atadı! Üçüncüyü atadı!” diye vaveyla koparanlar ne o zaman, ne de daha sonra, YÖK’ün anti-demokratik karakteri hakkında iki cümle etme zahmetine girdiler. Son dönemde, Sezer’in parmak ısırtan uygulamalarına da ses çıkarmadılar. İki oy almış birinin rektörlüğe getirilmesini yadırgamadılar. Ama şimdi bu vaveyla kopuyor. Bu da, doğrusu, şaşırtıcı olmuyor, çünkü bu insanlar “politika yapmak”tan bunu anlıyor ve bunu zaten her fırsatta sahneye koyuyorlar.

"CHP’li sözcü zaten olanca açıklığıyla itiraf etti: Sezer “bizden” biri; o yapınca tabii ses etmeyiz. Ama AKP yapınca bu gürültüleri çıkarmak “vatan vazifesi”dir. Gizlisi saklısı, tevili yok. Bu işin bir tarafı ve şüphesiz ilginç olmakla birlikte asıl önemli tarafı değil. 12 Eylül’den beri uygulanan yasa Cumhurbaşkanı’na yaptığı şeyi yapma hak ve yetkisini veriyor. O da bunu kullandı."


Allah'ı var, yazısının ilerleyen kısımlarında bu politikaların AKP'ye hayır getirmeyeceğini savunuyor. Ancak yazı herkese mesaj verme, çoğunlukla da Sezerci uygulamalara "gördünüz mü?" deme niyetiyle yazıldığı için samimiyetsiz duruyor.

Konu üzerine yaptığımız konuşmada kardeşim hakkını vererek soruyor.

"Peki, her iki uygulamaya da taraf olmayanlar ne olacak?"

Üniversite kurmayı Alışveriş Merkezi açma şekline getiren politikaları tartışmadan kafadan 1981 tarihli YÖK yasasına girmek ne kadar anlamlıysa, Murat Belge'nin yazısının sonunda bağladığı rektörlerin profesyonelleştirilmesi uygulaması da o kadar libero-demokratizm oluyor işte.

Murat Belge akademisyendir; bu işin içindedir, konusu gereği daha çok bilgi sahibidir, ancak onu okurken olayı bağladığı liberal düşünce sistematiği dahilinde ister istemez biz de bir şeyler söyleme gereği duyuyoruz.

Bir önceki cumhurbaşkanı Sezer'in uygulamaları yanlış hatırlamıyorsam taşra üniversitelerindeki sistemin tam oturmamışlığı nedeniyle yapılan iradî düzenlemelerdi. Sezer'in kurumlaşmış ve kökleşmiş üniversitelerin (İTÜ,ODTÜ, BOĞAZİÇİ, İSTANBUL ÜNİ.) rektör seçim süreçlerine çok fazla müdahale etmediğini anımsıyorum.

Kuşkusuz yazmak istediğim şey bu değil. Sn. Sezer'i savunmak amacında değilim. Ancak sürecin bizi getirdiği noktada üniversiteler artık alışveriş merkezlerine dönüştürülmüştür; o zaman rektör seçimleri de belediye seçimine döner. Üstelik bu çok da liberal bir yaklaşım olarak durmaktadır. Üniversitelerin bu tarzda işlemeleri, fakültelere gerekli gereksiz, hak eden etmeyen bir sürü öğretim görevlisiyle dolmasına da neden olmuştur. Bütün bunlar üniversiteyi kelime anlamından çıkarmakta, bambaşka bir şeye dönüştürmektedir.

Bu durumda Murat Belge'nin yazısında kurduğu mantık kendi düşünce yapısıyla tutarsızlıklar taşımaktadır. Devletçi çizgiden gelen ve devletçi uygulamaları destekleyen bir partinin, liberalizm uygulamalarını destekleyen bir diğer partiye "neden devletçi gibi davranıyorsun?" deme hakkı vardır. Ancak liberalizm tarafındaki bir partinin devletçi uygulamalar yapma hakkı var mıdır? Bağlandığımız nokta buradadır. Murat Belge bunun cevabını vermek yerine arkadan dolaşmayı tercih ediyor.

Elvan Abeylegesse olayı

Murat Belge, cumartesi günü tüm Türkiye'yi az da olsa sevindiren "Elvan Abeylegesse" olayına da el atma ihtiyacı duyuyor. Devşirmeliğinden tutuyor, ırki analizini belli bir ironi içinde veriyor. Konu Mehmet Aurelio'ya kadar uzuyor kuşkusuz.

Elvan Türk müdür? Değildir. İnanın Jamaika'nın olimpiyatlardaki başarısına Elvan'dan daha çok seviniyorum; ancak Elvan'ın bayrağımıza sarılarak milyarlarca insanın önünde sevinmesi de beni mutlu ediyor. Benim televizyonumun spikeri de varsın coşsun; Elvan hangi ülkenin sporcusu? Yıllardır ona kim yatırım yapıyor? Önemli olan ırk mı? Murat Belge neden bu bahiste ırka takılıp kalıyor?

Sevinirken bir Türk milliyetçisiymiş gibi sevinmiyorum. Taraf tutuyorum ve benim tuttuğum tarafın oyucusu kazanıyor; o yüzden seviniyorum. Kendimden geçiyorum. Hayatlarında bir kere olsun herhangi bir şeye tutkuyla bağlanmamış olanların, taraf olduğu takımın oyuncusunun başarısı karşısında kendisinden geçerek yaşadığı en üst düzeydeki heyecan duygusunu tatmadan, bunu anlamaları ve eleştirmeleri kadar abes bir durum olamaz.

Murat Belge ve gibileri adı "Taraf" olan bir gazetede çalışsalar da takım tutma taraftarlığını lümpen buldukları ve bunu sosyolojik olarak en alt katorigede değerlendirdikleri için aslında söz konusu durumu anlamaları da asla ve hiçbir zaman mümkün değildir.

Bir Fenerbahçelinin, Fenerbahçe gol attığında hissettiği şeyi az da olsa hissetmeden, Elvan olayında spikerin verdiği tepkiyi anlaması beklenemez, Sn. Belge'nin. Böyle bir durumda da konusu spor ve taraftarlık olan bir yazı kaleme alması kendisi açısından risklidir.

Fransa'nın silme Afrika kökenli sporcularının başarısı Fransızları sevindirmiyor mu? Amerikalılar? Hollandalılar?

Daha bir kaç sene öncesine kadar Mehmet Scholl diye bir yarı Türk, yarı Alman bir futbolcu Alnanya milli takımı kaptanlığna kadar yükselmedi mi? İsviçre milli takımındaki üç Türk oyuncusuna İsviçreliler nasıl bakıyor ya da Murat Belge'nin bize gösteriği şekliyle mi bakmalı?

Bu olmamışlıktır, Sn. Belge. Fazlasıyla da "...mış gibi" görünmektir. Bu kadar ülkesine uzak durmakla "aydın" olunmaz. Sizi neyin keyiflendirdiğini ya da sevindirdiğini bir türlü anlayamadım. Kendinizi bir dünya vatandaşı olarak görebilirsiniz; ancak şunu hiç unutmayın vatanı ve ülkesi olmayan, kimliksiz bir varlık asla aydın olamaz.

Not: Olimpiyatlardaki sporcu politikamızla ilgili yorum için Havlu attığımız olimpiyatlar mı, sporumuz mu? isimli yazımı okuyabilirsiniz.


Uzay Gökerman

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..