Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mart '09

 
Kategori
Güncel
 

Nara Burnu'ndan, K.Maraş Dağlarına

Nara Burnu'ndan, K.Maraş Dağlarına
 

Okuma yazmayı gazete okuyabilecek kadar öğrendikten sonra, ilk okuduğum dergilerden biri ve başlıcası o idi. Dumlupınar Dergisi... Evde, cilt halindeki Hayat Dergilerinin yan tarafında durur, içindeki etkileyeci, dramatik yazılar nedeniyle daha önce okuduğuma aldırmaz, aylar, yıllar sonra yine okurdum.

Dergi, 1953 yılı Nisan ayında gece 2.5 da, Çanakkale Boğazı, Nara Bölgesinde, Ege’deki Nato tatbikatından dönerken, bir İsveç bandıralı ile çarpışan ve 81 denizcimiz ile sulara gömülen Dumlupınar denizaltısında görev yapan, şehit olan denizcilerimizin resimleri ile, altlarındaki hazin yazılarla kim olduklarını anlatıyordu.

Bir deniz astsubayı olan babam, o dergi üzerindeki resimlerin çoğunun kenarına ''x ''işareti koymuştu. Şehitlerimizin bazısı okuldan, bazısı ise daha önce birlikte görev yaptığı arkadaşlarıydı.

Dumlupınar faciasından, kaza anında, köprü üstünde olan 5 denizci, kurtulmuştu sadece. Bunlardan biri de bu olaydan 20 yıl sonra tesadüfen karşılaştığım kaptan yüzbaşı Sabri Çelebioğlu idi. Dumlupınar faciası için yakın zamanda bir de belgesel çekilmiş, geminin batığına inilmişti.

Dumlupınar dergisinde, daha ilkokul çağında beni etkileyen şey sadece denizcilerimizin şehit olması ve onların babamın arkadaşları olması değildi. Denizaltı, deniz dibine gittiğinde, bir bölmede, şamandıra telefonu uzatıldığında, 90 metre dipden yaşam seslerinin gelmesiydi.

Daha sonra bu bölmede kurtarılmayı bekleyen tam 22 denizcimizin olmasının öğrenilmesiydi.

Bu günkü teknoloji, onları oradan kurtarmaya yeterli olur muydu? Bilmiyorum ama basınçla denizaltının açılmayan denilaltından çıkış kapağının, bugün böyle bir kazada açılabileceğini yine bir astsubaydan öğrendim.

Şamandıradaki ses kayıtlarında "sizi kurtaracağız" sözünü duyan geminin en renki ve sevilen askerlerinden biri olduğunu fotoğraflarından gördüğüm Selami isimli bir astsubay’ın "sağolun, vatan sağolsun" sözleriydi. Zaten hatırlayabildiğim kadarıyla da o derginin kapağında da bu sözler yer alıyordu.

Nur içinde yatsınlar, şehitlerimizin mekanları cennet olsun.

Daha sonraları bu duygusal sözlerin altındaki gerçeğe takılmıştı kafam ve galiba da bu derginin neden beni bu kadar etkilediğinin sebebini bulmuştum :

İnsanlar neden hem suyun altında, hem üstünde yüzebilen bir gemi yapabiliyor da, bir kaza halinde onun içindekileri kurtarmanın çaresizliğini yaşıyordu? Denizin 90 metre dibinde kurtarılmayı beklemek ve ümidini kaybededip, kaderine razı olmak, o umudu, umutsuzluğu ve o çaresizliği yaşamak nasıl olurdu?. Ve o şartlarda ‘’vatan sağolsun’’ diyebilen asker, ne büyük, ne korkusuz bir askerdi…

Yıl 1953. Aradan 56 yıl geçmiş…. Yıl 2009.

Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindekileri taşıyan helikopterin , Çarşamba günü saat 16.20 de düştüğü öğreniliyor. Şu yazıyı yazdığım sıralar ise olayın üzerinden 30 saate yakın zaman geçmesine rağmen, gerek koordinatın tam tesbit edilmemesinden, gerek, kar, tipi, sis ve soğuk yüzünden enkaza hala ulaşılamıyor, umutlar tükeniyordu.

Olaydan sonra haber muhabiri İsmail Güneş’in 112 ile yaptığı görüşmede, sağ olup kurtarılmayı beklediği öğrenilmişti. Bu dramatik görüşme, daha sonra, gün içinde daha detaylı yayınlandı. Askerden, sivile, Akut’tan, halka, uçaklardan, savaş helikopterlerine kadar her türlü imkanlar seferber edildi. İçimiz yana yana, kimi zaman gözümüzden akan yaşlarla, dualarla, onlara ulaşılmasını bekledik durduk ama bir türlü tüm ülkeyi sevince boğacak o "kurtarıldılar" kelimesini duyamadık. Kahrolduk.

Muhabir İsmail Güneş ile Astsubay Selami’nin kaderleri aynıydı. Mekanları farklıydı. Birisi denizin 90 metre altında, diğeri yerin 3000 mt. tepesindeydi. İkisi de bu çok büyük kazadan ilk anda ölmeden kurtulmuşlardı. İkisine de kurtarılacakları söylenmişti. Kurtarılamadılar. Dumlupınar 1953 yılında batmıştı. Helikopter ise 56 yıl sonra düştü.

Daha çocuk yaşta Selami Astsubay yüzünden kafama takılan o soru, çok uzun yıllar sonra yine karşıma çıktı.

Teknoloji sadece insanların konforu, rahatı ve zaman kaybını önlemek için midir? Neden hala zor durumda olan insanları kurtarmaya gelince iş, onca seferberliğe ve uğraşa karşın, böylesine çaresiz kalabiliyor?. Üstelik artık kağıt kadar incelen, kibrit kutusu kadar küçülen, her biri, mini birer bilgisayar olan cep telefonlarımıza rağmen, düşen bir helikopterin yeri belirlenemiyor? "Kurtarılmayı" bekleyenlerin sesi ile yaşadığı anlaşılıp, kurtarılamıyorsa, söz konusu da insan hayatıysa ve umut, arayan insan kalabalığına bırakılsıysa.

Nara Burnu’nda batan Dumlupınar’dan, K.Maraş’ın dağları üstünde düşen helikoptere kadar geçen 56 yılda teknoloji adına hiçbir şey değişmemiş ve hiçbir şey gelişmemiş demektir.

56 yıl önce denizin dibindekil Selami ile 56 yıl sonra dağın tepesindeki İsmail'in akibeti aynı olduğuna göre ;

Doğa, teknolojiye karşı yenilmezliğini hala ezici bir şekilde sürdürüyor demektir. Teknolojinin alacağı daha çok yol var.

İnsanlık, doğaya karşı çaresiz ve doğa, ne yazik ki, bir kez daha galip.

 
Toplam blog
: 465
: 918
Kayıt tarihi
: 15.01.09
 
 

İstanbul doğumluyum.. İstanbul'un  tramvaylı döneminden bu şehirde yaşıyorum. Gençlik yıllarında ..