Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ağustos '11

     
    Kategori
    Siyaset
     

    Nasıl bir siyaset ve siyasetçi?

    Nasıl bir siyaset ve siyasetçi?
     

    Siyasette insan unsuru: Nasıl bir siyaset? Nasıl bir siyasetçi? Bu blogda siyaseti sorgulayacağız.


    Siyaset haberlerini dinledikçe kendinizi daha güçsüz, etkisiz ve yok sayılmış hissediyor musunuz?

    Kırmızı plakalı arabalar hızla ve önceliklerini (kim ve ne için verildiğini çözmek mümkün olmayan) sonuna kadar kullanarak, bir trafik polisi sizi yol kenarında bekletilirken yanınızdan geçtiklerinde ne düşünüyorsunuz?

    Seçim dönemleri dışında size dokunmaktan erinen, gözgöze gelmemek için araçlarının arka camları siyah olan siyasetçiler için ne hissediyorsunuz?

    Siyasetin yurttaşlara kendilerinin merkezde olduklarını hissettirerek ona hizmet etme uğraşı ve siyasetçilerin populer söyleyişiyle "hizmet etme sevdası" olmasına rağmen bu sevdanın seçim dönemleri dışında unutuluyor olması her seçim dönemi sonrası yaşamaktan kanıksadığımız bir durum, öyle değil mi?

    Üstelik siyasetçi karşısında hep imtiyazsız, biraz kırıktır bu toprağın insanları. Bürokratın da, zenginin de, kısacası iktidarı temsil edenlerin karşısında.. Kadın ya da erkek olduğuna bakılmaksızın gürleyerek dudaklardan dökülen herkese en az bir kez duymak nasip olan "sen benim kim olduğumu biliyor musun!!!" sözüyle de yıpranmış bir ilişkidir yıllar içinde siyasetçi vatandaş ilişkisi.

    Siyasi partiler - bir dostun dediği gibi - "siyaset esnaflığı" mantığı içinde siyaset yaparken, günümüzde küçük ve orta ölçekli işletmelerin bile kullandıkları pek çok modern yönetim metodolojisinden uzak, el yordamıyla yönetilmeleri sebebiyle en iyiler için bir çekim merkezi olmaktan uzak. Bunun doğal bir sonucu olarak da “mediokrasi” siyasetin her köşesinde başrolü oynuyor.

    Ankara’nın bürokrasi kültürünü özellikle en kötü yanları ile içselleştirmiş olan siyasi partiler Ankara ahalisi ve bürokrasi sistemiyle uyumlu bir biçimde gelişiyor ya da yaşıyor diyelim. Toplumla ve gelecek kuşakların beklentileri ile ise tezat bir uyumsuzluk içindeler. Bu nedenle toplum somut, hesapverebilir, pratik olmayan, geleceğe odaklanamayan siyasetle bir aşk-nefret ilişkisi yaşıyor. Ne onunla ne onsuz. Kendini ifade edememe, temsil edilmediğini düşünme ve hangi kesimden olursa olsun yaşanan çaresizlik duygusu siyaset ile toplum arasına bizzat siyasetçiler tarafından çekilen bu izolasyon katmanından kaynaklanıyor.

    Çoğu akademi, bürokrasi ya da herhangi bir kesimin “ileri gelenleri ve yakınları”ndan oluşan siyasetçi profili en yüksek oyu bile alsalar toplumda karşılığını bir türlü bulamıyor. Ya da şöyle diyelim bulduğu örnekler, anlar ve olaylarda bile Ankara’da siyasete hakim sistem tarafından öğütülüyor, dönüştürülüyor.

    Ünlü reklamdaki, ağızlara pelesenk olmuş “Burası İstanbul…” sloganı gibi bir “Burası Ankara..” sloganı yerleşiyor. Bir köşede kötü yaşama ve yaşatma kuralları manzumesi olarak çoğalıp duruyor.

    Herkesin birbirine “başkanım” diye hitap ettiği bu şehirde, ne olduğun her zaman ne yaptığının veya yapacağının önünde duruyor. İlişkilere hakim bir resim var: işi düşen ve işin düştüğü kişi. İş her ne olursa olsun hakim olanın önünde elleri –zaten ilikli olan – düğmelerinde 60 derece açıyla duranların “başkanlar şehri” Ankara.

    İşi düşen ile işi görecek arasındaki ilişkinin psikodinamiği ise apayrı trajkomik enstantaneler içeriyor. Hakim taraf olan, işi gören bunun öylesine abartılı bilinci içindeki bunu her bakışına, her davranışına, yürüyüşüne, kıyafetine, sözcükleri söyleyiş ve seçiş biçimine en sadist biçimde yansıtıyor. Örneğin saygın (!) insanlara bahşedilen “siz” hitabı anında yerini biraz uzatılarak ve “n”harfi vurgulanarak ağızdan yuvarlanan “sennn” hitabına dönüşüyor.

    Evet öğrenilmiş davranışlar. Muhtemelen bu siyasetçi siyaseti de yaşamı da bu davranış kalıplarının makbul olduğu ve yüceltildiği bir yerde bir ortamda öğrendi. Onun da 60 derece açıyla önünde biat ettiği ve mutlaka günün birinde ihanet ettiği, onun gibi olmaya özendiği bir “başkanı” olmuştu. Ezilerek ezmeyi öğrenmişti. Oysaki bilmediği, hiç sorgulamamış olduğu bir şey vardır, hayat sirkinde en çok da ezerken ezilirsin. Ezdiğinin aslında tatmin olmamış insani yanların olduğu gerçeği karşıda durur bir duvar gibi. En çok da yalnızken. Yalnız kalmaktan hoşlanmaz siyasetçiler bu hesaplaşmaları ertelemek için. Siyaset siyasetçinin hayatında bir çeşit odak dağıtma aracına da dönüşebilir kimi zaman. Başarısız olduğu ilişkisini, evliliğini, büyük bir başarıyla taçlanmamış ya da bir yere varmayacak olan akademik kariyerini - kayıtlara böyle geçmeden önce - “yüksek yerlerdekilere yakınlık” kontenjanından devşirme işlemine dönüşür her seçim, partilerdeki görev değişim dönemleri. Bu yüzden nefes nefesedir siyasetçiler ve siyasete kapağı atmak üzere olanlar. Bir cehennemi bir başkasıyla değişerek hayatta kalma denemesidir. Emekli siyasetçilerin bir çoğu bu nedenle aktif siyasetten çıktıklarında çökerler. Sorular ve yüzleşmelerle yalnız kalma zamanıdır.

    Bu seçimlerde yeniden milletvekili olmak için büyük bir çaba sarfeden bir kaç dönemdir mecliste olmasına rağmen önseçimi de göze alamayan akademi kökenli milletvekili neden tekrar aday gösterilmesi gerektiğini açıklarkan şöyle demişti: “Ben başka bir şey yapamamki” Zaten ortalama olan akademik kariyer profesörlük elde edildikten sonra iyice ipe un sermeye dönüşmüş ve siyasi sermayeye dönüştürülmeye çalışılmıştır proje başarıya ulaşıp binbir yol ve yöntem ile meclise kapak atıldıktan sonra kaçınılmaz sona doğru gerisayım başlamıştır. O günden sonra her günü aynı geçecektir, partiiçi dengelerde kendini kollayıp her fırsatta liderin gözüne girip listeler liderin ve eşrafının elindeyken çizik yememeye çalışmakla.

    Öğrenilmiş davranışlar ve insanlar arası ilişkilerden bahsetmişken kadın meselesine değinmek gerekir. Bence burada en temel düğüm kadın algısı ve kadın-erkek ilişkileridir. Kadın erkek ilişkileri açısından sağlıklı bir gençlik dönemi geçirmemiş kişilerin duygusal ve bilişsel evrimleri de yarım kalmış oluyor. Bu hem empati yeteneğini zedeliyor hem de karşı cinse atfedilen imgeleri.

    Ne yazık ki bugün siyaset dünyasında gördüğümüz genç, yaşlı, tabandan gelen ya da liderlerin kontenjanından gelen pek çok isim bu bakımdan benzer bir kişisel geçmişten geliyor ve sağ, sol veya liberal kesimden olsun içlerinde benzer refleksleri taşıyorlar. Kadınlar konusunda hemen hepsinin kafası karışık. Kadınların bile. Bu konuda hesabını görememiş bir toplum olarak her alanda bunun sancısını yaşıyoruz. Bir sonuc olarak erkek rollerine öykünen kadınların hemcinslerine eziyetine ve hakim erkeğe övgüsüne dair öykülerle çevrili etrafımız. Siyaset en erkek egemen alanlardan biri olarak toplumda bu süreci hem domine ediyor hem de en can yakıcı örneklere sahne oluyor. Kadın siyasetçiler “erkekçe ! ” tavır ve girişimleri ile övülürken kadınlığa veya kadınsılığa atfedilen herşey ile yeriliyorlar.

    Bir kadın milletvekili renkli (Ankara’ya uygun kabul edilen siyah, gri, kahverengi gibi renklerin dışında kalan sıcak renkler) kıyafetler giydiği için parti içinde ve dışında ne kadar eleştirildiğini ve kulis köşelerinde dillendirilen “Burası Ankara…Burası meclis….” nidaları nın iyi niyetli dost (!) tavsiyelerine karıştığını anlatmıştı bir seferinde bir sohbette. Etnik meselelerden bahsederken “renklerimiz” “kültürel zenginliğimiz” sözlerini adeta sayıklarcasına söyleyen siyasetçilerin renklerle bir sorunu olduğunu mu düşünmeliyiz ? Belki.

    Canlı renkler kadınsı bir imgeyle ilişkilendirildiği için olmasın ?

    Bu akşam haberlerde siyasetçileri izlerken bir de bu gözle bakın bakalım.

    Bıyıkların gölgesindeki, gri, 60 derece yaşayan başkanlar şehri Ankara'dan sevgiler,

    AO 

     
    Toplam blog
    : 1
    : 1192
    Kayıt tarihi
    : 09.08.11
     
     

    Uluslararası ilişkiler alanında doktora seviyesinde eğitim görmüş biri olarak ulusal ve uluslararası..