Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Aralık '07

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Nasıl oluyor da şiir oluyor?

Nasıl oluyor da şiir oluyor?
 

Herkesin kullanımına ortak olan ve sözlüklerde herkes için aynı anlamı taşıyan sözcükler, nasıl oluyor da şairlerin elinde şiire dönüşüyor? Eğer şiirin düzyazıdan nerede ayrıldığını ve özellikle de şiirselliği hangi noktada yakalayacağımızı bilirsek; duygularını, düşüncelerini anlatmak için dizeleri(satırları) alt alta yazan ve şiir adına ortaya çıkaran binlerce, onbinlerce insanın yazdıklarının neden şiir olmadığını da kolayca anlamış oluruz. Öyle ya, binlerce insan şiir yazıp dururken, edebiyat dünyasında kabul görmüş şairlerin neden bu kadar az olduğunun bir nedeni olmalı!

Evet! Neden duyguları, düşünceleri, aşkları, acıları, sevinçleri, nefretleri vb. anlattığı halde, alt alta dizilen satırlar şiir olamıyor da şairlerin yazdıkları şiir olabiliyor? Bir yazının şiir olabilmesinin onlarca yolu vardır elbet.. Ancak ben , biraz da kendi şiir anlayışımdan yola çıkarak öncelikli olarak olması gerekenleri adım adım ele almaya çalışacağım.

Her şeyden önce şiiri düzyazıdan ayıran en önemli fark; şiirde anlamın değil, anlamın anlamının olması gerektiğidir. Bir şiirsel yapı bilindiği gibi, herkese anlam açısından aynı uzaklıkta bulunan sözcüklerden oluşur. Bu sözcükler şair tarafından da herkesçe aynı biçimde bilinen ortak anlamları ile şiire koyulur. Ve bu sözcükler şiirin yapısına düzanlamları ile girerler, yani herkesin bildiği bir anlamları vardır. Ne var ki , şiirin bir ayağını oluşturan bu düzanlamlar bize şiiri vermekten yoksundurlar. Şiirsel yapının ikinci ayağı olan ve şiirselliğin asıl burada yakalandığı yananlamların olması gerekir. Demek ki şiir, sözcüklerin düz anlamları ile yan anlamlarının birlikte yeraldığı bir yapıdır ve şiirsellik düzanlam katında değil, yananlam katmanlarında aranmalıdır. Anlamın anlamı dediğimiz şey de, bu yananlam katmanlarında ortaya çıkmaktadır. İşte, şiiri düzyazıdan ayıran önemli farklardan biri, düzyazıda düzanlamlar yani anlam sözkonusu iken; şiirde yananlamlar yani anlamın anlamı sözkonusudur. Düzyazıda anlam nesneye yapışıp kalırken, şiirde nesneye çarpıp , onun özelliklerini alarak yeniden şiirin içine girer ve “acaba ne demek istiyor” dedirten yananlamlara kavuşarak şiirselliğin oluşmasını sağlar.

Buradan hemen şiirselliği yakalamanın bir diğer aşaması olan “anlamın çoğalması” olgusuna geçebiliriz. Bu yananlamlarla düzyazıda olduğunun tersine sadece bir anlam değil, yananlam katmanları oluşturularak her okuyanın kendi şiirsel deneyim ve birikimine bağlı olarak farklı anlamlara ulaşmalarının yolu açılmış olur. Bu anlam çoğalması, şiirin en önemli özelliklerinden birisidir.

Yine bu aşamalara bağlı olarak, şairler herkese ortak olan sözcükleri öyle bir biçimde düzene sokarlar ki, bu şiirsel yapının içinde sözcüklerin dizilme biçimi, yapının kurulma şekli, o şaire özgü olur. Yani üslup dediğimiz şey. Herkese ortak olan sözcükleri, öyle bir düzenleme içerisinde şiirlerine koyarlar ki, artık o sözcükler o şairin malıdır neredeyse. Şair burada, herkesin olan sözcüğün o şekilde söylenmesini kendinin kılmıştır. Sözcüklerin o şekilde düzenlenerek ifade edilmesi o şaire aittir ve başkaları söylediğinde tırnak içinde kullanmak zorundadırlar. Çünkü bilindiği gibi, bir şairin şiirlerinde, kendi üslubu içinde düzene koyduğu sözcükleri, biz bir başka yerde kullandığımız zaman, tırnak içinde kullanmak zorunda kalırız.Bu sözcüklerin bu şekilde kullanma biçiminin bize ait olmadığını, bizden önce başka bir şair tarafından kullanılmış olduğunu belirtmek için yaparız bunu. Aksi halde, Edebiyat Dünyasında hiç de hoş olmayan durumlarla karşı karşıya kalınır. Demek ki, şairler, herkesin ortak malı olan sözcükleri öyle bir biçimde kullanırlar ki, bu sözcükler bu biçimde ilk kez bu şair tarafından kullanılmış olur ve başkaları ancak tırnak içerisinde kullanabilir. Şair, sözcüğü ilk kez bu biçimde kullanarak, bu biçimde söylemeyi kendinin kılmıştır.

Şimdi yine buradan şiirselliği yakalamanın bir diğer aşamasına geçiyoruz. Şiirde bir sözü ilk kez söylemek esastır. Bir sözü ilk kez o biçimde söylemek. Eğer sizden önce bir söz, o biçimde söylenmişse, zaten sizin o sözü söylemeniz ilginç gelmez. Hatta alay konusu bile olunabilir. Eğer o söylediğiniz sözü, ilk kez siz söylemiyorsanız, şiir değildir. Çünkü şairler, bir duyguyu, bir düşünceyi “ ilk kez o biçimde” söyleyen kimselerdir. Ve bu özelliğe baktığımızda, neden binlerce insanın şiir diye yazdığı şeylerin şiir olmadığını da fark etmiş oluruz hemencecik. Çünkü bir duyguyu, bir düşünceyi ifade etmelerine karşın, “ilk kez, o biçimde” söylemedikleri için hiç de ilginç gelmezler kimseye.

Demek ki, şiirde bir buluş yakalamak önemli. İşte bu da başka bir aşama şiirselliği yakalamak için. Şairler, buluşlar yapan bilim adamları gibidir. Her şiirde bir buluş vardır. Bu buluş, şiirin biçiminde yani sözün söylenme biçiminde olacağı gibi, özün de yeni olabilmesi olasıdır. Her ne kadar şiirde “neyin değil, neyin nasıl söylendiği önemlidir” gibi genelgeçer bir anlayış olsa da, şairler, belli olaylara, konulara yoğunlaşarak, herkesin her gün yaşadığı ama farkına varamadığı detayları da farkettiren kimselerdir bir anlamda.

Şiirin bir diğer belirgin özelliği de, okuyanda, dinleyende heyecan uyandıran bir melodiye, tınıya sahip olmasıdır. Şiirin içine giren sözcükler öylesine dizilirler ki, bu diziliş sürecinde, şiirsel bir ezgi oluşur. Sözcükler bir orkestra eşliğinde ifadelerini bulurlar sanki. İşte duyguları, düşünceleri ifade ederken bunlara ritmik bir işleyiş katan da, aklın bulgularının yüreğin diliyle söylenmesidir. Akılla yüreğin diyalektik işbirliği sonucu, en yavan düşünceler bile insanda bir heyecan uyandırır, kulağa hoş gelir, yeniden yeniden okunmak ister. Herkes bilir ki, yüreğin diliyle ifade edilmemiş olsaydı, felsefeciler dururken, şairlerin felsefi söylemlerine gerek kalmazdı. Ve bütün düşünürlerin ya da felsefecilerin derin sistematik düşüncelere sahip olmalarına karşın, şair olamıyorlarsa bunun nedeni, şairlerin bu düşünceleri aklın süzgeçinden geçirip yüreğin diliyle ifade etmelerindedir. Şiirsellik, yüreğin potasında oluşuyor demek ki…

Ve şiire ulaşmanın önemli bir aşaması da, şiirde öz-biçim dengesini kurmaktır. Şairlerin görevi, sadece bir konuyu, nesneyi, olayı ele alıp söylemek değildir. Aynı zamanda iyi söylemektir, iyi yazmaktır. Yukarıda da satır arasında belirttiğim gibi şiirde “ne değil, neyin nasıl söylendiği önemlidir” gibi bizleri yanlış yollara saptıran, şiirin dengesini bozan bir kural kafaları bulandırmaktadır. Elbette ki, iyi bir konu bulundu diye, bunu rasgele bir biçimde, estetik dışı , edebiyat dışı söylemlerle dile getirmemiz pek bir etki yaratmaz. Bu güzel ve ilginç konuyu şiir olarak söyleyeceksek, şiirin kurallarına göre en iyi, en etkili biçimde söylememiz gerekiyor. Tek başına ne öz ne de biçim. İkisi bir arada dengeli bir biçimde ve birbirinin alanına müdahale etmeksizin bulunmak durumundadır. Birinin lehine denge bozulduğunda şiirsellik o kadar yara almış olur.

Burada anlattıklarımızı elbette şairler iyi bilmektedirler. Ve yazınsal yaşamlarında uygulamaktadırlar. Amacım şiire yeni başlayan arkadaşlara yardımcı olmak ve onların daha kısa zamanda daha çok yol kat etmelerini sağlamaktır. Ve şiirin uzun maratonunda yanlış yollara sapmadan hedefe biraz daha yaklaşmalarıdır dileğim.

Kendime göre bu temel özellikleri koyduktan sonra, şiirin günümüzdeki durumuna bir bakmak istiyorum. Şiirin geçmişten günümüze değin gösterdiği gelişim içerisinde çeşitli dönemlerde farklı anlayışlar egemen olmuş ve hepsi şiirin gelişimine katkıda bulunmuşlardır. Şiir, duygularla yazıldığı zaman da şiir olmuş, düşüncelerle yazıldığı zaman da şiir olmuş, sözcüklerle yazıldığında da, imgelerle yazıldığında da... Her şiir kendi tanımını birlikte getirmiş ve her şair kendi yazdığı şiire uygun tanımı , anlayışı benimsemiş; yazamadığı , anlamadığı şiiri de , tanımını da yadsımıştır. Ne var ki bu yadsımalar kendi anlayışlarının dışında var olan biçimin şiir olmasını engellememiştir. Her şiir biçimi kendine uygun taraftar bulmuştur. Ve mutlak bir şiir tanımı olmadığı için de, aynı zaman kesiti içerisinde bile değişik şiir biçimleri bir arada varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Bugün de birbirinden farklı anlayışlarda şiirler yazılıyor. Kimi bir şeyler “söylüyor”, kimi “sözü yadsıyor”, kimi “anlatıyor”, kimi “gösteriyor”… Kimi de ne anlatıyor ne gösteriyor…

Yazımı bitirirken yeniden vurgulamak istiyorum. Şiirin bir tek tanımı yoktur, binlerce tanımı vardır. Hangi tanım yapılırsa yapılsın, hangi kurallar konulsa konulsun, her yazılan yeni şiir kendi tanımını birlikte getirir, kurallarını da kendi oluşturur. Bu nedenle de şiiri tanımlara ve kurallara sığdırmak olası değildir. Şiir, edebiyatın ele avuca gelmez afacan çocuğudur. Ne var ki, bu tanım ve kural sınırlamalarına şiirin hapsedilemeyeceğini söylememize karşın; yine de bir sözün şiir olabilmesinin ortak kabul görmüş asgari koşullarını bilmemiz gerekir. Çünkü şiir, bir dil olayıdır. Dil ise bir iletişim aracıdır. Şiir de, bu iletişimin en etkili yolu olduğundan; sözü en etkili biçimde söylemenin , heyecan uyandırmanın, okuyucuda yeniden yeniden üretilmesinin, o şiirin;

-biricik olmasına

-ilk kez söylenmiş olmasına

-bir buluş niteliğinde olmasına

-yananlamlarla anlamı çoğaltmasına

-ve sesiyle, sözüyle, tınısıyla, melodisiyle, ritmiyle, özüyle-biçimiyle bir bütünlük oluşturmasına

özen göstermemizin kaçınılmaz olduğunu söylememe gerek yoktur sanırım.

İyi şairler, şiirin kurallarını bilerek ama bu kurallara da şiirlerini hapsetmeden şiirlerini yazmaya devam ediyorlar!..

resim kaynağı: banu.wordpress.com

 
Toplam blog
: 264
: 1128
Kayıt tarihi
: 30.04.07
 
 

1956 Sarıkamış Kars doğumluyum. 6 şiir kitabım ve 2 deneme kitabım var. son kitaplarımı B..