Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Haziran '08

 
Kategori
Futbol
 

Ne mutlu Türküm diyene!

Ne mutlu Türküm diyene!
 

Ne mutlu Türküm diyene! Ne mutlu Türküm diyebilene!


Ne mutlu Türküm diyene!

Ne mutlu kendini Türk hissedene!

Millilerimiz “Çılgın Türkler” lakabının hakkını vererek üstelik yanına da “İnanılmaz Türkler” payesini de ekleyerek oynadıkları maçta, penaltı atışlarıyla Hırvatistan’ı eleyerek Avrupa’nın en iyi 4 takımından biri olmayı başardı. Her ne kadar halkımızın kalp sağlığını test etmeye devam etse de millilerimizin performansı “dillere destan” bir seviyeye ulaşmış durumda. Eminim ki, bu maç sonrası bütün Avrupa uzun süre Türk Milli Futbol Takımını konuşacak ve yine eminim ki Almanlar yarı final eşleşmesi için asla ellerini ovuşturamayacak.

Maçtan önce Türkiye karşısında takımının tura daha yakın olduğunu savunan Slaven Bilic, karşılaşmaya bu sözlerini tekzip eder biçimde başladı. Gruptan 3 galibiyetle çıkan Hırvatistan bu maçlarda toplu halde savunma yapmıştı ama millilerimiz karşısında ilk yarıyı çok daha gömülerek oynadılar. Bu da topla oyuna çıkma konusunda eksikleri olan savunmamızı rahatlattı. Bilic, Hırvatistan takımının en geride ve en ilerideki oyuncuları arasındaki mesafeden biraz olsun taviz verip defansımız üzerine baskı uygulatsa maç içinde çok daha zorlanabilirdik. Bu bakımdan Hırvatistan’daki kompakt oyun anlayışının işimize geldiğini söylemek mümkün. Tabi Bilic’in bu ürkek stratejisinde evvelce oynadığımız İsviçre ve Çek Cumhuriyeti maçlarının da etkili olduğunu söylemek gerek. Öyle ki, kanat bindirmeleriyle rakip takımların korkulu rüyası olan Corluka-Pranjic ikilisi çok garanti görmedikçe kanatlardan ataklara katılmadılar. Özellikle Arda, Nihat ve Tuncay’ın geçmiş performansları rakibin toplu hücumlarının önüne set çekti. Tandemdeki Simunic ve Kovac Nihat ileri uçta tek kalsa bile yerlerini terk etmeden oynadılar.

Turnuvanın açılış gününde Pepe’den yediğimiz golü hatırlayacak olursak, “Millilerimizin ofansif gücü ve rakiplerde bu yönde yarattığı izlenimin semeresini fazlasıyla almaya başladık.” diyebiliriz. Tam da bu noktada Portekiz maçı sonrası kaleme aldığımız yazı geliyor aklımıza. Hatırlayacaksınız, “Korku İmparatorluğu” başlığını attığımız o yazıda Portekiz’in hücum gücünden korkarak aşırı kontrollü oynama gayretimizin aslında sahip olmadığımız bir imajı sahaya yansıtmak anlamına geldiğini belirtmiştik. En can alıcı biçimiyle biz, kendi futbolumuzu oynadığımızda geçmişte Brezilya ile başa baş oynamış, kaybetsek de alkışlanmış bir takımdık. İlk maçta aldığımız bu mağlubiyetin ardından basının “can acıtan” eleştirileri vasıtasıyla da olsa Fatih Terim “büyük düşünerek” ve “hücum oynayarak” takımını Avrupa basınının manşetlerine taşımayı başardı. Kaybettiğimiz Portekiz evinin yolunu çoktan tuttu, biz ise Almanya ile bir başka ilki gerçekleştirmek, final oynamak için karşılaşacağız. Sakat ve cezalı oyuncularımız sebebiyle eldeki kadro küçüldükçe küçüldü. Hani Hırvatlara karşı bir iki oyuncumuz daha cezalı duruma düşse kulübede oturtacak oyuncumuz kalmayacak ama Türk halkı “kalan sağlarla” finalin kapısını zorlayacağımızdan gayet emin. Çünkü takımlarının gönülden mücadele ettiğine, pısırık değil aslanlar gibi oynadığına ve son saniyeye kadar teslim olmadığına bizzat şahit oluyorlar ve takımlarıyla gurur duyuyorlar.

İlk yarı boyunca topun hâkimi olan rakip sahada daha çok görünen ve kısa paslarla rakibinin üzerine giden taraf ay-yıldızlı millilerimizdi. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi buna çanak tutan rakip yarı sahayı boşaltarak tamamen kendi alanına gömülen Hırvatistan oldu. İlk 45 dakikanın yalnızca 10 dakikalık bir bölümünde bizim aktif dinlemeyle geçirip Hırvatların çok adamla kalemize hücum ettiğini gördük. Gruptan çıkması kesinleştikten sonra son maçında Polonya’ya karşı rotasyon yaparak aslarını dinlendiren Hırvatistan’ın daha dinç olmasını bekliyorduk, öyle de oldu. Kurdukları 10 dakikalık baskıda bir kez, o da 19.dakikada kalemize çok tehlikeli geldiler ama Olic topu direğe nişanlayınca hepimiz rahat bir nefes aldık. Aslına bakarsanız millilerimizin sahaya yayılışı ve oyun şablonu Portekiz maçından çok da farklı değildi. Kalede Rüştü, defans dörtlüsünde Sabri, Emre, Gökhan, Hakan; orta sahanın ortasında Mehmet Topal, Hamit ve Tuncay, sağda Kazım solda Arda ve en uçta Nihat. Millilerimizin sahaya yayıldığı bu dizilişte Tuncay, Hamit, Arda ve Kazım’ın sürekli değişken oynamaları, kanatlardaki oyuncuların zaman zaman yer değiştirmeleri ve oyun yönünün sıklıkla terse dönmesi Hırvatların defans organizasyonunu epey zorladı. Zaten hem İsviçre hem de Hırvatistan yardımcı antrenörlerinin maçlarımızı izleyip “Ne oynuyorlar, nasıl oynuyorlar çözemedik” demesinin sebebi de bu. Portekiz maçını bir kenara ayıracak olursak Fatih Terim’in kalan maçlarda uygulattığı sistem 4-3-2-1’in karmaşık bir versiyonu gibi. Bu sisteme “mükemmel” diyebilir miyiz bilemiyorum ama oldukça lehimize sonuçlar verdiği kesin.

İkinci yarıyı iki ayrı periyotta ele almak gerekiyor. 45-70 arası başa baş oynayarak tempomuzu devam ettirdiğimiz bir dönem var. Bir de 70 sonrası oyundan giderek düşmeye başladığımız dönem. Gruptan oldukça hırpalanarak çıkan millilerimiz Hırvatistan karşısında da oyunun büyük bölümünü geniş alanı kullanarak oynadılar. Bilic’in talebeleri ise yarı sahalarında beklediler. Maç sonu istatistiklerine baktığımızda Hırvatların toplam 135 kilometre koştuğunu millilerimizin ise bu rakamı 140 kilometrenin üzerine taşıdığını görüyoruz. İşte bu temponun getirdiği kondisyon kaybı, geçmiş maçların yorgunluğuyla birleşince 70’ten sonra epey oyundan düştük. Bu bölümde Hırvatlar inisiyatifi eline alan taraftı. Kim bilir belki de Bilic’in takımını bu kadar gömmesinin altında böyle bir düşünce yatıyordu. Yine de millilerimiz Hırvatistan ataklarına gayet iyi direnerek maçı uzatmaya götürdüler. Uzatmanın 28.dakikasında Rüştü’nün yaptığı akıl almaz hata ile Klasnic golü atınca hepimiz yıkıldık. Ama unuttuğumuz şey turnuvada defalarca küllerinden doğmayı başaran takımımızın bir başka mucizeye imza atabileceği idi. Ve mucizeyi bu kez Semih gerçekleştirerek hem Hırvatların moralini sıfırladı hem de maçı penaltılara taşıdı. Tam bir yıkım yaşayan Hırvat takımı 23 yaşındaki Modric ve 20 yaşındaki Rakitic ile penaltıları dışarı atarak bu gerilimi kaldıramadığını gösterdi. Bizse millilerimizin net vuruşlarıyla yarı finalde Almanya’nın karşısına dikilmeyi başardık.

Maç sonrası Euro 2008 resmi sitesinin “Match Center – Maç Merkezi” bölümüne Özbekistan’dan, Azerbaycan’dan, Kırgızistan’dan, Rusya’dan, İran’dan ve daha pek çok ülkeden bırakılan online mesajlar aslında bu galibiyetin büyüklüğünü de gözler önüne seriyordu:

“Go Turkey! We all support you!” (Yürü Türkiye! Hepimiz seni destekliyoruz!)
 
Toplam blog
: 235
: 717
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Yazar 1976 yılında İstanbul'da doğdu. Tüm eğitim ve öğretim hayatını burada tamamlayarak, 1999 yı..