Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mart '20

 
Kategori
Sosyoloji
 

Ne Şam’ın Şekeri, Ne…

 

“öl de, ölürüz

oku de, okumayız”

diyen vatan haini yazar!

 

dokuz değil

otuz değil

         doksan dokuz köyden

                             kovmalı seni!

                                               H. E.

                Çoğu insan zoru değil, kolayı seçer. Kolay durup dururken, bile bile zoru seçenlere akıllı gözüyle bakılmaz; bizim ülkemizde.

                Öyle ya, akıllı olsa kolay yolu seçerdi; değil mi ya!

                Tarihe şöyle bir bakıyorum da sevip saygı duyduğum insanların hepsi de zoru seçmiş.

                Ansiklopedilere bakıyorum, yine öyle…

                Ünlü şairler, yazarlar, kâşifler, bilginler, komutanlar…

                Ünlü besteciler, gezginler, doktorlar, devrimciler…

                Ünlü devlet adamları, ünlü sanatçılar, sporcular, siyasetçiler…

                Gördüm ki, tek tek inceleyince, kolayı değil, zoru seçmiş hepsi de.

                Pekiyi, söyler misiniz bana: Kışın, üşümemek için sobamızda yaktığımız odun ve kömür ucuz oluyor da, altın niçin pahalı? Onca işimize yarayan demir, bakır, krom vb madenler, altına göre niçin ucuz?

                Gerçekte, bizim ne işimize yarar altın?

                Meyve değil, sebze değil, tahıl değil…

                Pamuk gibi, yün gibi giyecek yapmaya da elverişli değil.

                Nedir, öyle ise altını değerli kılan?

                Bana sorarsanız, altının değeri, yeryüzünde az bulunan ve zor elde edilen bir maden oluşundan...

                Yaptığı gezileri, “Evliya Çelebi’nin İzinde Şehirlerimiz”(1) adlı eserinde anlatan yazar Ertuğrul Taylan, Uşak’ın Ulubey ilçesi üzerinden Eşme’nin Katrancılar köyü sınırlarındaki Kışladağ Maden İşletmesi’ne gider.

                Büyük bir çukurdaki işletme alanını, halkla ilişkiler bölümünden bir görevli ile dolaşır. Bu işletmede 1200 işçi vardiyalı olarak çalışmakta ve yıllık ortalama 10 ton altın üretmektedir.

                Günde 40 bin ton kaya kırılıyor; kırılan bir ton kayadan 1 gram altın elde ediliyormuş. Düşünebiliyor musunuz, 1 ton (yani 1000 kilogram) kayayı parçalayacaksınız, 1 gram altın alacaksınız. “Binde bir” diyeceksiniz ama değil. Keşke binde bir olsa! Öyle olabilseydi, 1 ton kayadan 1 kg altın elde edilirdi. “Milyonda bir” dersek, doğru olacak.

                Yeri gelmişken şu bilgiyi de vermiş yazar:

                “Ülkemizde halen çalışan yedi altın işletmesi var; toplam 30 ton altın üretiyor. Yıllık altın ithalatımız (dışalım) ise 150 ton.”

                Eşme’deki bu Kışladağ Altın Madeni İşletmesi 2006’da açılmış, ülkemizdeki en büyük altın madeni işletmesi imiş.

                Bu işletmenin bağlı olduğu TÜBRAG, merkezi Kanada’da olan Eldorado Gold Madencilik şirketininmiş.

                Son yıllarda, Ege Denizi kıyısındaki Edremit ilçesi yakınındaki Kaz Dağları’nda da altın madeni işletmesine izin verilmesi dolayısıyla buna karşı çıkanların söyleyip yazdıklarından biliyoruz ki, altın cevherinin ayrıştırılmasında, sağlığımız için çok tehlikeli bir madde olan “siyanür” kullanılmaktadır.

                Eşme’deki işletmeyi gezdiren ilgiliye bu konu sorulduğunda:

                “Altın ayrıştırma alanının tabanına 30 santim kalınlığında bir kil tabakası serilmiştir. Bunun üzerinde de, geçirgen olmayan plastik bir örtü vardır. Sahada kullanılan geniş çaptaki kireçle de siyanürün buharlaşarak havaya karışması önlenmektedir.” der.                                                                   Bu bilgi, işletmenin broşüründe de vardır.

                “Şu önlemler alınıyor, bu önlemler alınıyor” diye söylemek ve yazmak kolay da, gerçekten alınıyor mu, gerçekten uygulanıyor mu?

                Kim denetliyor; bu önlemlerin alınıp alınmadığını? Alınmayınca yaptırımı nedir?

                Yazar Ertuğrul Taylan, bu konuyu Uşak’ta Şeker-İş Şube Başkanı olan yeğeni Yaşar Taylan ve Karahallı İl Genel Meclisi Üyesi Zeki Bey’e de sorar.

                Zeki Bey, İlkbaharda yağmur az yağarsa bostan ve bağ yapraklarının kuruduğunu, civarda kuş ölümlerinin arttığını” ayrıca:

                Eşme ve Ulubey ilçelerinin içme suyunda görülen ağır metallerin temizlenmesi için il özel idaresinden yüksek miktarda ödenek ayrılmak zorunda kalındığını”  söyler.

                Yaşar Taylan da, “Altın madeni işletmesinin çevreye zarar verdiğini” özellikle belirtir.

                Öğretim görevlileri Mustafa Yalçın ve Yavuz Ergün, “2011 Uşak Sempozyumu”nda “Altın Madenciliği ve Çevre” başlıklı bildirilerinde aynen şöyle derler:

                “2006 – 2011 devresindeki analiz sonuçları, su ve toprak numunelerindeki siyanür bileşikleri ve arsenik miktarının ilgili yönetmelik değeri altında kaldığını göstermiştir.”

                Karahallılı yazarımız, 2011’de köyüne gittiğinde, köylüler de, “Bağ ve bostanlardaki kurumaların altın madeni işletmesinden kaynaklandığını” söyler.

                Bu görüşü yabana atmamalı. Nitekim İstanbul Teknik Üniversitesi’nden bir profesörümüz de, “Siyanür tuzunun buharlaşma ve yağmur yoluyla sulara ve toprağa karışabileceğini” belirtmiştir.

                Günümüzden 500 yıl önce yaşamış Thomas More(2) aynen şöyle söylemiş:

                “Size kralınız ihanet edebilir; kraliçeniz ihanet edebilir. Ordularınız, polisiniz, karınız, kocanız, sevgiliniz, çocuklarınız, herkes ihanet edebilir. Size bir tek vücudunuz ihanet etmez. Eğer vücudunuza iyi bakarsanız, o size karşılığını verir.”

                Ne güzel söylemiş, değil mi?

                Pekiyi, vücudumuzun her bakımdan beslendiği doğaya ihanet edersek, aynı zamanda vücudumuza da ihanet etmiş olmaz mıyız?

                Thomas More, 500 yıl önce bu gerçeği de görüp söyleyebilmiş mi acaba? Dinleyelim:

                “Doğa (tabiat)altına ya da gümüşe, insanoğlunun öyle kolay kolay vazgeçemeyeceği bir değer yüklememiştir. Nadir bulunduklarından ötürü, altını ve gümüşü değerli kılan salt insanların budalalığıdır. Dünyada kaygısız, rahat yürekle, sevinçle yaşamaktan daha büyük bir zenginlik olabilir mi?”(3)

                Arap soylu yurttaşlarımız alınmasınlar sakın:

                “Ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın yüzü!”

 

                                                                                                        Hüseyin Erkan

huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

-------------------------------------------------------------------------------------------------------

(1) Evliya Çelebinin İzinde Şehirlerimiz: Ertuğrul Taylan, Dorlion Yayınları, 2020, 360 sayfa

(2) Thomas More:1478 – 1535 yılları arasında yaşamış İngiliz devlet adamı, hukukçu ve yazar.                        En ünlü eseri, Ütopya’dır.

(3) SÖZCÜ Gazetesi:Necati Doğru’nun “Karşılığını Verir” başlıklı köşe yazısı (19 Mart 2020)

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..