Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ekim '20

 
Kategori
Edebiyat
 

Nerde Öyle Bir Müdür

Memleketimden İnsan Manzaraları: 291

 

NERDE ÖYLE BİR MÜDÜR!

 

Ne yoksulluk çektik, ne de kimseye muhtaç

İnsanlık onuru başımızda tâç

Türkmen Yörükleri soyumdur benim.

                               Süleyman BOZDEMİR

 

                Kasabalardaki, kentlerdeki babaları bilmem de, 1940’lı, 1950’li yıllarda köylerdeki babalar, kız olsun, erkek olsun çocuklarını ya hiç öpmezler; ya da ayda yılda bir öperlerdi.

                “Bu belki sizin köyde böyleydi. Her köyde öyle olmayabilir. Niçin genelleme yapıyorsun?” diyeceksiniz.

                Haklısınız da, “Anılarımla Hasanoğlan” ve “Bir Öğretmen Yetişiyor” kitaplarının yazarı Kırşehir ilimizin Çiçekdağı ilçesinin bir köyünde doğan Şehriban Tuğrul da üç beş yıl önce okuduğum “anı-roman” türündeki çok güzel eserlerinde, mealen:

                Dört beş yaşlarındaydım. Babam sevip okşuyor, yanaklarımdan öpüyordu beni. Annem görünce:

                “Kız çocuğu fazla sevilip öpülmez. Yapma bir daha!” diye uyardı babamı.”diye yazıyordu.

                Benzer bir duruma, yazımızın girişine üç dizesini aldığım Prof. Dr. Süleyman Bozdemir’in “Bir Yaşam Öyküsü – Eğitim ve Bilime Adanmış Bir Ömür” adlı kitabında da rastladım.

                Prof. Bozdemir, Mersin’in Aydıncık ilçesinin Eskiyörük köyünden… 1980’lere kadar Aydıncık, Gülnar ilçesine bağlıydı.

                Aksu Öğretmen Okulu’ndan sınıf arkadaşlarım Seyfi Kubilay, Veli Özgen, Ömer Kars, Remzi Mert, Lütfi Torpil, Cemil Gökgöz, Haydar bilgen, Ahmet Yıldız, Zeynel Âbidin Kara, Galip Keçeli ve Himmet şen Mersinli’iydi. Çoğu Arslanköy’den… Bozdemir’in çok iyi tanıdığı Eskiyörük köyünden Hasan Tuncer de bizden bir sınıf önce idi.        

                Yıl 1957… Ağustos sonları… Yayladakl köylülerin birçoğu köylerine göçmüş. Küçük çobanımız Süleyman, davarlarını güdüp de evlerinin yakınındaki kuyu başında keçileri sularken, ablasının sözlüsü öğretmen Ali Anamurluoğlu, Aksu’ya giriş sınavını kazandığı müjdesini verince, dünyalar O’nun olur!

                O sırada babası, sahildeki tarlaları güz ekimine hazırlamak için köye gitmiştir. Babasına haber vermek için köyün yolunu tutar. 30 -35 kilometrelik yolu nerdeyse koşarak 5 - 6 saatte alır.

                Oğlunu karşısında gören baba çok şaşırır. Kötü bir haber alacağını sanarak korkar önce, müjdeyi alınca sevince boğulur. Ve ilk kez oğlunu alnından öper.

                Düşünebiliyor musunuz, yaklaşık 14 yaşlarındaki oğlunu ilk kez öpüyor bir baba.

                Sözlü sınavı da kazanıp yine köyüne döner Bozdemir. Kayıt için istenen gerekli belgeler hazırlanır. Okula gitme zamanı gelince, babası oğlunu ata bindirir; önüne de tahta bavulunu koyup Gülnar’a kadar götürür. Aksu’ya gitmek için hazırlanmış öğrencileri bulup tanıştırır.

                Veda saati gelince, oğlunu ilk kez yanaklarından öperek uğurlar. Güzel sözlerle başarılar dileyip “Sık sık mektup yaz.” demeyi de unutmaz.

                Mersin’le Antalya, ikisi de Akdeniz kıyısında ve komşu iki il… İki il arası, herhalde 3 - 4 saattir; değil mi?

                Yıl 1957 olduğuna göre, bakalım; Mersinli öğrenciler nasıl gitmişler Antalya’ya, Aksu’ya?

                Mersin’den binerler trene. Önce Konya’ya, sonra Afyonkarahisar’a gelirler. Orda aktarma yapıp Burdur’a, Burdur’dan otobüsle Antalya’ya… Sonra başka bir otobüsle Aksu’ya…

                Dalga geçmiyor, şaka da yapmıyorum.

                “Pekiyi, kulağı niçin ters göstermişler? Mersin’le Alanya arası nedir ki? Kuvvetlice bağırsan duyulur nerdeyse. Neden sahil yolunu izlememişler de dolanıp durmuşlar?” dediğinizi duyar gibiyim.

                Pekiyi, var mıydı sahilde bir yol?

                1957’de yoktu maalesef. Ne tren yolu, ne kara yolu… Haftada bir, on günde bir giden vapuru saymazsanız, deniz yolu da yok...

                “Yöneticilerimiz uyuyor muymuş?” diye ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim!

 

                                                                              ***

                Birkaç hafta önceki bir yazımda, Aksu’daki sevgili öğretmenim ve müdürüm Enis Türköz’den söz etmiştim: Hani, benim yükseköğrenim yapabilmem için, babamı köyden çağırtıp okulda O’na iş veren müdürüm…

                “Öğrencim Hüseyin Erkan, ille de yükseköğrenim yapmalı ve ille de İstanbul’da okumalı!” diyen ve bunun için elinden ne gelirse yapan öğretmenim ve müdürüm!

                Acaba, aynı okulun öğrencilerinden Prof. Dr. Süleyman Bozdemir’in de Enis Türköz’le ilgili bir anısı var mıydı?

                En iyisi, kendisine soralım.

                Varmış, varmış bir anısı. Dinleyelim o zaman:

                “Sözlü sınavdan sonra, şiddetli bir ateşli hastalığa yakalanıp bir hafta kadar yatarak tedavi oldum. Bunun sonucu çok halsiz ve zayıf düşmüştüm. O sırada Mersin’den Antalya’ya giden gemi dışında tek vasıta olan trenle gitmek zorunda kalmıştım. Yolda ishale yakalandım. Bu yüzden Afyonkarahisar’da treni kaçırdım ve orada bir gün beklemek durumunda kaldım. Bütün bu engellere karşın okulun açılış gününe yetişebildim.

                Okula girince, olağanüstü bir sistemle karşılaştım. Müdürümüz Enis Türköz, yeni gelen öğrencileri büyük bir meydanda topladı ve her birimizle tek tek ilgilendi.

                Benim önüme geldiğinde hayretle yüzüme baktı ve “Sen iyi misin evladım?” dedi. Ben de sınavdan sonra geçirdiğim şiddetli rahatsızlıktan söz ettim.

                Bunun üzerine müdürümüz, ilgili kişileri yanına çağırarak özel bir beslenme uygulanması talimatını verdi. Böylece iki ay süresince, diğer öğrencilerden farklı olarak benim için özel yemekler çıkarıldı.

                Müdürümün bu ilgisini hayatım boyunca unutmadım. Kendisine şükran borçluyum. Bu okulda hiçbir ayrıntı, idarecilerin ve öğretmenlerin gözünden kaçmıyordu. Öğrenciler her konuda çok iyi eğitilmeye çalışılıyor, öğretmenler öğrencilerle birebir ilgilenerek onların özel yeteneklerini keşfediyorlar ve gerekli ortamı bizlerin daha iyi yetişmesi için hazırlıyorlardı.”

                Gördüğünüz gibi, Müdür Enis Türköz, yalnızca son sınıf öğrencisi Akseki’nin Gödene köyünden Hüseyin Erkan’la değil, Anamur’un Eskiyörük köyünden okula ilk geldiği gün birinci sınıf öğrencisi Süleyman Bozdemir’le de ilgileniyor.

                Hem de öyle bir ilgilenme ki bu, anısı dünyaya değer! Demek ki, Enis Türköz yalnızca bakmıyormuş. Bakınca görüyor, görünce düşünüyormuş. Düşününce de en doğru çözümü buluyor ve hemen uyguluyormuş

                Var mıydı sizin de böyle bir müdürünüz, böyle bir öğretmeniniz?

                Gelin, biraz daha dinleyelim; bu gerçekçi yazarı:

                “Ben kendi adıma çeşit çeşit üç kap yemeğin masaya konduğunu ilk kez orada görmüştüm. Çamaşırlarımızın her hafta yıkandığını, nevresimlerimizin sık sık değiştiğini, her hafta hamamda banyo yaptığımızı gördükçe, bir rüya âleminde yaşadığımı sanıyordum.

                Terzi elinden çıkmış, işçiliği iyi takım elbiseyi ilk kez orada giymiştim. Büyük bir kütüphaneyi, çeşit çeşit laboratuarları yine orada görmüştüm. Klasik müzik konserlerini ilk defa orada dinlemiştim. Sinema ile ilk kez Aksu Öğretmen Okulunda tanıştım. İlk filmi bu okulda izledim.”(*)

                Asla abartmıyor; sevgili profesörümüz. Tüm yazdıklarının bire bir tanığım ben de. Aynen onaylıyorum. Tek sözcüğünü bile değiştirmeden hem de…

                Bir kez daha sorayım şimdi:

                Var mıydı, sizin de Aksu gibi bir okulunuz?

                Var mıydı, sizin de Enis Türköz gibi bir öğretmeniniz?

                Var mıydı, sizin de Enis Türköz gibi bir müdürünüz?

 

                               

                                                               Hüseyin Erkan

                                                               huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

 

---------------------------------------------------------------------------

(*) Bir Yaşam Öyküsü – Eğitime ve Bilime Adanmış Bir Ömür: Prof. Dr. Süleyman Bozdemir, Karahan Kitabevi, 2018 Adana (Yazar Tel:  0535 694 25 47; suleyman.bozdemir@hotmail.com)

 

 

 

 
Toplam blog
: 100
: 88
Kayıt tarihi
: 19.02.20
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..