Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ekim '10

 
Kategori
Felsefe
 

Niçin mutsuzsun? mutluluk nedir?

Niçin mutsuzsun? mutluluk nedir?
 

Heraklatios, “Aynı nehirde iki kere yıkanamazsın” derken hem kişini bir dahaki serfe kadar değişeceğini hem de nehrin aynı kalmayacağını ifade eder. Bana kalırsa aynı nehirde bir kere bile yıkanamazsın. Çünkü hayat bir nehirdir, bu akış sürekli değişir ve uyum içinde hareket eder. Hayat akarken sen de aynı kalamazsın.

Mutluluk gibi mutsuzluğundan da sen sorumlusun. Bu bir özgürlük sorumluluğudur, çünkü özgürlük risklidir ve her eyleminden, sözünden sorumlu hale gelirsin. Çoğu kişi senin mutluluğuna inanamaz, inanmak istemez ama mutsuzluğun herkese doğal görünür. Senin depresyonun, üzüntün, mutsuzluğun zaman içinde olağan hale gelmiştir ve aslında bir şeyin yanlış gittiği görünmemekte. İnsanın mutlu olamayacağı, sadece bazı meseleleri çözebileceği ama derinde bir yerde mutluluğun uzun sürmediği, sürmeyeceği genel bir kanı halini almıştır.

İnsanoğlu en az yıldızlar, ağaçlar, kuşlar kadar mutlu olabilir, yüzeysel acısı, ıstırabı yerini neşe ve umuda bırakabilir. Bilincinle mutluluğu seçebilir, duyguların, hislerin, düşüncelerinle mutluluğu gerçekleştirebilirsin. Varoluşta hiçbir şey mutsuz değildir, çünkü onların bilinci yoktur, onlar varoluşla birlikte yaşamayı, varoluşu solmayı bilirler. Bir ağaç, bir rüzgâr basitçe mutludur çünkü onların mutluluğu bilinçsizdir, kendi doğalarından gelir. Onlar seçmez, mutluluğu yaşar.

İnsan seçenekler karşısında bölünür ve seçimsiz kalamaz. Seçimde özgür olmadığı şartlanmasıyla, geleneklerle, doğduğundan bu yana boyun eğdiği otoritelerle, hayatta tutunma kaygısıyla acı içinde yaşayarak mutluluğu umar. İnsan mutluluk arayışı içinde ancak o çok fazla şeye bağlı, çok fazla şartlanma ve koşullanma içinde, farkında olmadığı çok fazla kafesi, göremediği çok fazla aktivitesi var. Bunlar tamamen kişinin kendi olma sorumluluğunu almaması, özgür bir birey olmaması için toplum tarafından özenle hazırlanmış rüşvetler, korkular ve yasalardır.

Mutlu bir insanın bir devlete, bir dine ihtiyacı yoktur. O içindeki Tanrı’nın farkına varmak için bağımlılıklarını fark etmiş, sistemin işleyişini görmüş ve basitçe bunun dışına çıkmıştır. İngilizce’de “anlamak” anlamına gelen “understand” sözcüğü çok güzeldir çünkü sen ne zaman anlasan artık o düzeyde düşünmene gerek kalmaz, kuş bakışı olarak olaya bakarsın, o sorunu oluşturan nedenler ve sonuç altında kalmıştır. Sen onun üstündesindir, artık ondan bağımsız hale gelmişsindir. Anladığın şey, senin kavrayışının bir parçasıdır. O senin kalıcı bir değerine dönmez çünkü anlamak, her seferinde her durum için yeniden sorundan yükselmektir. Hiçbir problem aynı bakış açısıyla çözülemez, sıçrama yapmak durumundasın.

Mutsuzluğu anlarsan, seni mutsuz eden nedenleri fark edersen, arzularınla ihtiyaçlarının farkına varırsan kendini yaşarsın. Mutlu bir insanın bir devlete, bir dine, bir gruba, başka bir otoriteye ihtiyacı yoktur çünkü o muazzam bir dinsel deneyim yaşar. Mutlu insan için her yer tapınak, her olay bir sınav, başkalarının “kader” dediği her şey kişinin hakikati deneyimlediği bir fırsata döner. Mutlu insan gününü oyalayan aktiviteler yerine, gerçek eylemlerin içindedir. O zaman bir din adamına, bir yargıca, sana sonradan eklenmeye çalışan bir vicdana gerek kalmaz. Senin üstünde hiçbir otorite kalmadığında, bir kafes kalmadığında mutlu olmak için, mutluluğu yaşamak için yoğun bir zarafet ortaya çıkar.

Mutlu insanın her eylemi minnet doludur, onun yaptığı her iş kutsaldır, o farkındalığıyla hayata büyük bir uyum sağlar, onunla ahenk içinde varlığını yaşar. Sen hayat nehrinde akışa karşı yüzmek yerine ya da hayatın akışına kendini teslim etmek yerine nehrin kendisi olduğunda ıstırap biter. İnsanın en büyü ıstırabı budur, o kendini tanımaz ve kendini doğadan ayrı düşünür. İkiyüzlülük, yalan, adaletsizlik varken bundan bir insanın derinden mutluluk duyması, bundan ruhsal bir tatmin alması mümkün değildir. İnsan mutsuzlukla yaşarken, tüm fırsatların, kendini gerçekleştirme potansiyelinin de uzağında yaşar. O kendini yaşayamaz çünkü bir başkasının olmasını istediği kişi olmaya çabalıyordur. Bu otorite ister din adamları, ister işveren, ister aile, ister ordu olsun, sen sorumluluğu onlara verdiğin için varolamaya devam eder.

Yaptığın işi sevmiyorsan, başkaları da ilgini çekmez, tam tersine rahatsız edici bir hal alır, bu basitçe senin onlarla ve o işle ilgilenmediğini gösterir. Herkes senden bir şey ister, senin neyle ilgilendiğini kimse bilmek istemez. Öğretmen öğrencisine sürekli dersi dinlemesi ve konuşmaması için uyarırken, onu zorlarken çocuğa nasıl ulaşabileceğini, nasıl yöntemler geliştirebileceğini düşünmez. O ordudaki gibi bir emirle dinlenmek ister, ağzından çıkana uyulmasını... Bu bir eğitim şekli değildir, bu zorbalıktır. Sen onun ilgisini çekmiyorsun çünkü dün akşamki film, pencereden görünen gökyüzü ya da yan sıradaki kız onun daha çok ilgisini çekiyor. Basitçe senin anlattığın şey onun ilgisini çekse, ona ne katacağını anlasa ve kabul etse, ona ulaşırsın.

Tüm öğrenciler sanki matematik uzmanı olmak zorundaymış gibi zorlanır ancak hemen hiçbir matematik öğretmeni doğadaki, yaşamımızdaki rakamları örnek göstermez, çocuğun ilgisini çekecek hayattan bir örnek sunmaz. O zaman öğrenci, öğretmene karşı kayıtsızdır. Burada asıl öğrenmesi gereken öğretmendir, o hayatın özünü, yaşamanın verdiği coşkuyu, mutluluğu, sevinci unutuyordur. Gerçekten bildiğini düşünen insanlara bir bak, onlar donuklaşmışlardır, onlar keşfetmek yerine alışmışlardır. Farklı bakış açılarına kapanmışlardır. Oysa kuşlarla ilgilenmeyecek, bulutlarla ilgilenmeyecek bir çocuk zor bulursun. Matematikle de ilgilenen bir çocuk olacaktır, ama onun bu ilgisi tamamen doğal olacaktır ve onlar nadirdir. Matematiğin, geometrinin hayatta pratik karşılığı bulunmayan aşamaları onlara göre olabilir.

İnsan hırsına yenildiği için sürekli olarak nedenler yerine sonuçlarla ilgilidir. O süreci yaşamak, ilerlemek yerine sınavdan kaç kalacağı, ne kadar kazanacağı, hangi makama yükseleceği, daha güçlü nasıl olabileceğiyle ilgilidir. Bir çiçeği koklamak, bir bulutu izlemek, bir kıyıda oturup denize bakmak sana sosyal, ekonomik ya da politik olarak bir

fayda sağlamaz ama seni mutlu edebilir. Sen ne zaman doğayla baş başa kalsan, kendi doğanı anımsarsın, kendi doğanla buluşursun. Sen doğayı hakimiyet altına almaya çalıştığında, hırsınla onu tükettiğinde sen de tükenirsin. İnsanın doğaya karşı savaşı son elli yılda büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır, doğaya karşı savaşan içkimse başarılı olamaz, onun yanında, onun içinde olan insan ancak kendi doğasını tanır ve doğaya saygı duyar. Bu onun kendini keşfetmesini, bundan mutluluk duymasını, sebepsiz, sırf varolduğu için, basitçe mutlu olmasını sağlar.

Özgür bir insan, özgürlük yolunda olan bir insan kendini mutlu eden şeylerle birlikte olur. Eğer sen sevdiğin işi yapıyorsan, sevdiğin şeyleri paylaşıyorsan, zenginsin, bundan şikâyet etmezsin. Daha çok para, mal, prestij, güç arzusunun sonu yoktur, fakat insanoğlu hep daha fazlasını arzulaması için sürekli kışkırtılır. Magazin dergileri, gazeteler, televizyonlar, politika, eğitim sistemi senin hep yarışman, önündeki arkadaşını geçmenle, rekabet etmenle ilgilidir. Onlar senin hırsın olmazsa oyun dışı kalırlar, işlevlerini yitirirler. Onlar senin başarılı olman arzundan, hırsından besleniyorlar.

Ve böylece insan şımarmak ister, konu malumdur: Para Daha fazla paran olunca, daha iyi bir işin olunca, daha iyi bir evin, araban, cep telefonun, kotun olunca mutluluk sana gelmez. Bunlar sığ arzular ve geçici tatminlerdir, bunun senin bilincinle, farkındalığınla, kendini gerçekleştirmenle en ufak bir ilgisi yoktur. Ben “fakir ol” demiyorum, aksine tüm birincil ihtiyaçlarını karşıla, bunun için çalış, kendini keşfet ve sevdiğin işi yapmak, kendi hayatını kurmak için elinden geleni yap. Ancak temel ihtiyaçlarını giderdikten sonra ruhsal deneyime, kişisel farkındalığa sıra gelebilir. İnsan açken, sorunlarla boğuşurken özgürleşmesi, mutlu olması, içsel bir farkındalık yaşaması mümkün değildir.

Kendinde ol, doğanda... Ne zaman parayı, gücü, şöhreti, prestiji görsen kendini unutuyorsun, artık kendin değilsin. Hayatla, Allah’la sürekli pazarlık ediyorsun ve ölümden sonrası için cennet, bu dünya için para dileyip duruyorsun. İçsel olarak fakirsen, bir dilenciden, bir parazitten farkın yoktur. Her zaman dışarıdaki seçenekleri değerlendirip tutuyorsun ama iş içsel nedenlere, farkındalığa gelince kendinden kaçıyorsun, kendinle yüzleşmiyorsun. Sorunların çözümleri dışarıda değil, mutsuzluğunun kökleri dışarıda değil. Dışarıdakini kazanan çoğu insana bir bak, , onlar sefil halde çünkü içlerinden ne varsa kaybettiler. Hırslar küçük mutluluklarla yer değiştirmiş durumda, tatmin ise açgözlülükle... Böylece içinde kocaman bir boşluktan başka bir şey kalmaz. Aslında bu senin yeniden başlaman ama bu sefer içeri doğru hareket etmen, kendi kişisel zenginliğini, refahını, huzurunu ve mutluluğunu keşfetmen için iyi bir fırsattır. Ancak dışsal olarak her şeyini kaybeden, ona sırtını dönen biri, kendi içsel yazgısının farkında olabilir.

Her şeyin özünü, mutluluğunu, coşkusunu, sevincini fark et; onun gözünden hiç ayırma, yoksa hemen yanı başında mutsuzluğu bulacaksın. Ve o zaman mutlu olmak için daha zengin olmana, tapınaklara koşmana gerek yok.

Sen mutlu olduğunda varoluş yanındadır. Sen mutlu ol ve içinde derin bir minnet, muazzam bir şefkat taşsın. Mutlu ol ve gerçek huzur, gerçek inanç seni takip etsin.

Kendini bastırarak, başka biri gibi olmaya çalışarak zaman kaybetme. Neysen osun, zaten olduğun kişiyken nasıl başka biri olabilirsin? İçsel şiddetten kurtul. Başkalarına hükmetmek, onlardan güçlü, önemli, ileride olmak dış dünyanın getirdiği bir oyundur, sen de oyuncusun. Bu da dışsal şiddettir, sen sürekli kendine ve bu yüzden başkalarına eziyet ediyorsun. Bu eziyetten, aşağılık kompleksinden özgürleştiğinde, paranın satın alamayacağı şeyleri derinden deneyimlediğinde, kendini koşulsuz sevdiğinde, mutluluğun senin elinde olduğunu kabul ettiğinde... içsel bir deneyim köklenecek, içsel bir devrim gerçekleşecek.

Gerçekten cesur olduğunda, kendin olma sorumluluğunu aldığında, yaşamın zincirlerinden kurtulmayı göze aldığında, riski kabul ettiğinde dönüşüm gerçekleşir. Artık sonuçlarla boğuşmak yerine, nedenleri çözer ve sonuca gidersin. Çünkü bugüne dek elinde sadece kendi zayıflığın, korkun, ıstırabın, mutsuzluğun vardı. Bunu boyun eğmek, bu ıstırabından gizlice memnun olmak, şikâyet ederek kendinden kaçmak yerine, kaybetmekten korkmak yerine... bekleme. Onu git ve al. Onu keşfet, onu yeniden ve yeniden yarat.

Kimse sana nasıl mutlu olacağını söyleyemez. Kimse bunu senin yerine yaşayamaz. Dünya aklını çelip duruyor ama sırrı çözmüyorsun. En ufak hediye çeki, bir üst mevki, ufak bir indirim oranı, düşük bir stok sayısı rasyonel aklını çeliyor, irrasyonel davranıyorsun. İhtiyacın olmayan şeyleri alıp onların esiri oluyorsun. Evin hiç ihtiyacın olmayan şeylerle doluyor. Sen kendini değil, sana sunulanı, bilinçaltına yerleşeni yaşıyorsun, açgözlülüğünün esirisin.

Gerçek yazgın sadece tek bir şekilde gerçekleşebilir. Kendi doğallığını, özünü keşfetmen, aydınlaman, çiçeklenmen... ve tüm varoluş sana bunun için yardımcı oluyor. Varoluşun elinden tut, doğanın içinde eri, gerçek mutluluk senin kendin olman, kendini yaşamandır.

Unutma: Sen nehire karşı ya da nehirle birlikte yüzmüyorsun, sen nehrin kendisisin.

 
Toplam blog
: 48
: 2763
Kayıt tarihi
: 15.09.10
 
 

Sanskritçe: Kendini bilen ve kendinin ustası olan. Doğdu, büyüdü, ölecek. Sonsuza kalmak için değ..