Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ekim '10

 
Kategori
Felsefe
 

Gerçek başarı nedir?

Gerçek başarı nedir?
 

Kimse başkaldırı istemez ve zekâ başkaldırmaktır.

İnsanların disiplin dedikleri şey, kendi kendini bastırmak, kendi kendine hükmetmeye çalışmak olduğunda özgürlük sadece bir sözcükten ibaret olur. Tüm yaşamı boyunca “başarılı” olmak zorunda olanların yaptığı şey de tam budur, zorundadırlar; bu zorunluluk onların üstünde devamlı bir iktidar olarak yer alır.

İnsanın sürekli duyumsadığı iktidar hırsı, pek çok farklı gözden görülebilir ancak kişinin bunu görmesi çoğu zaman zordur. Bu iktidar hırs, Nietzsche’nin deyişiyle “güç istenci” insana ıstırap veren en temel hastalıklardan birisidir. Bu sürekli dışa ve içe doğru şiddet doğurur.

Her iktidarın iki yönü vardır: İçe doğru şiddette, kendini gerçekleştirmek, kendin olmak ve bu sorumluluğu almak yerine iktidarı kendinden büyük gördüğün otoritelere, kurumlara verirsin. Allah, kader, din, devlet, yasa, grup, aile... bu işi rahatça görür. Onlar senin nasıl kendin olacağınla ilgilenmezler, onlar sana nasıl davranman konusunda uzmandırlar.

Ve tüm eğitim sistemleri, tüm hükümetler, sana bir yarış, bir rekabet ve hırs sunar. Her zaman diğerinin önünde yer alman, diğerini aşman esas ölçüttür. Aileler de kendi çocuklarını bir kobay gibi kullanıp, kendi gerçekleştiremedikleri hayallerini, ideallerini onun gerçekleşmesi için hareket ederler. Kimse çocuğun ne olmak, ne yapmak istediğiyle ilgilenmez. Önemli olan çocuğun bir meslek sahibi olması ve hayatını kazanmasıdır. Ama çoğu aile çocuğunun ne istediğini, neler yaşadığını, neleri gerçekleştirirken mutlu olduğunu bilmez.

Bütün iktidarlar bir kişinin diğerine ne yapması gerektiğini söylemesiyle başlar ve tehditle büyür. Böylece tüm insanlar gibi çocuğun da iktidar olma hırsı, sana aşılanır. Bu pek çok sembolle bilinçaltına yerleştirilir. Böylece herkes başarılı olmak ister ve başarısızlık lanetlenir. Hata yapmadan hep doğru olmanı ve doğru davranmanı beklerler. Kimse senin gerçek benliğinle ilgilenmez, yüzeyde görünen kişiliğin çoğ kişiye yeterli gelir.

Böylece herkes kendi çocuğunun en başarılı, en hırslı, en büyük olması için, kendi gerçekleştiremediklerini çocukları gerçekleştirdiğinde bir tatmin sağlayacaklarını düşündükler için bir oyun başlatır. O zaman çocuğun hayatı bir umuttan, bir idealden ibaret olur, bu bir gerçeklik değildir.

Toplum dediğin şey, kültür ve eğitim dediğin şey hırsın farklı yansımalarından başka bir şey değildir. Bu hastalıklı yığın ana pek çok sembolik fikir ve duygu verir. Böylece gözlerin bir süre sonra gerçeği görmek ve farkında olmak yerine yalana alışır. Toplum sana sürekli yalan söyler çünkü eğer kendi olursan, bu sorumluluğu alırsan toplum parçalanır, boyun eğmezsen yönetilemezsin. Onlar senin aydınlamanı değil, uyumaya devam etmeni isterler.

Çocukken hayal ettiğin şeyler, basit ve masum istekler büyüdükçe olgunlaşmak yerine sahte, yapay biri olduğun için sana komik gelecektir. Onlar senin masumiyetindi ama artık yalana öyle alışır, öyle bağımlı hale gelirsin ki, özgürlüğünü çoktan yitirdiğinin farkına varamazsın. Bunu bir grup kurarak ya da ailene bakarak gözlemleyebilirsin. Örneğin o gruptaki her kişiye çocukken onu nelerin mutlu ettiğini sor. Şimdiki yaptıkları işlerle karşılaştırmalarını istediğinde çok nadiren kalbinin yolunu takip eden birini bulacaksın. Pek çok anneye, babaya barsan, çocuğun hiçbir zaman yeterince sevgiyi, şefkati almadığını göreceksin. O çocukların tamamına yakını özgürce hareket etmiyor, sürekli olarak ne yapmaları ve ne yapmamaları gerektiği onlara dikte edilir.

Anne ve baba, kendi kafalarındaki isteğe saplanıp kalmışken çocuğun doğru büyümesi, serpilmesi mümkün olma hayatı, hiçbir zaman tatmin olmuş bir hayat olamaz. Ve böylece pek çok yetişkin, tatminsiz, doyumsuz, gerçek bir yaratıcılık olmayan, sahte bir hayat sürerler. Hayatı bir yarış olarak gördüğünde tek düşündüğün şey önündeki geçmektir. O zaman hiçbir zaman çiçeklenme, aydınlanma olmaz, hırs herkesin içine yayılır. Karı ve koca, birbirine hükmetmeye çalışırlar, kendilerini birbirlerinin sahipleri olarak görmeye başlarlar.

Kıskançlık da böyle baş gösterir, senin sevgiyle ya da masumiyetle bir ilgin, bir ilişkin kalmaz. Kendine dürüst olmakla işe başlamalısın. Kim olduğunu keşfetmek ve kendini yaşamakla... Pek çok kişinin intihar eder gibi yaşamasının sebebi budur. Kendinin büyük bir sahtekâr olduğunu kabul eden kişi, kendini bir günahkâr olarak gören kişi özgürleşme yolunda bir adım atmış olur. Sistemin, oyunun tamamen saçma olduğunun farkına varır. Toplum bireylere dışarıda kullanması için pek çok sosyal rol, pek çok gülümseme maskesi, yüzeysel acı verirken, bireyin sadece kılıkları, kostümleri değişir. Azizler her zaman farklı bir kılıkla yaşarlar ama yalnız günahkârlar uyuşturucunun farkındadırlar. Çünkü günahkârlar tıpkı azizler gibi azla yetinmezler, ancak bunun farkındadırlar. Alçak gönüllü olmadıklarını, bilgili olmadıklarını kabul edebilirler.

Kişiliğin sana toplumun, ailenin, devletin, dinin taktığı bir zincirdir ama ruhun, benliğin her şeyi unutarak, dinini, aileni, dünyaya geldiğinde sana bir isim takıldığı gerçeğini bilerek varolur. Dışardan gelen tüm bilgilerin pratik olabileceğini anlarsın ama onlar senin deneyimin, hakikati değildir. Tüm dünya ışıkla yıkanırken bile sen kendi içinde karanlıktaysan, kaybolman kaçınılmazdır. İçinde en ufak bir samimiyet tokken, hırsla kaplanmışken, doğumundan itibaren sana nelerin eklenmeye, benimsetilmeye çalışıldığını fark edersen yavaş yavaş gerçeği anlarsın. Ve farkındalığın arttıkça sana dayatılan, benimsetilmeye çalışılan, tüm korku ve fikirlerden kurtulman için bir imkân oluşur.

Varoluş her zaman içsel ve dışsal şiddetin ötesindedir, o muazzam bir ahenk, büyük bir dengedir. Sen her şeyi bilincinle yaptığında, toplumun yaratmaya çalıştığı insan, söylenene tüm yalanlar, dayatılan tüm emirler ve korkular dışarıda kalır. Onlara karşı savaşmana gerek kalmaz, yanıt yeteneğinin başkalarınca lekelenmesi mümkün olmaz. Dışsal olan ve içsel olan mükemmel bir denge içindedir. O zaman hiçbir silah dokunamaz ve hiçbir ölüm seni yok edemez.

Sevgi seni gerçek kılabilir çünkü o senin gökyüzündür. Bulut gibi pek çok düşünce gidip gelir ama ilk kez fark ettiğinde, düşüncelerini izleğinde, iki düşünce arasındaki huzurun içine yayılmasını izlediğinde, derin bir anlayış içinde köklenir. Düşünceler sadece konuklardır, onlar sürekli gelip ve giderler ama sen çok daha büyük bir şeysin. Normalde sen konuklarınla aşırı özdeşleşmişsindir, sürekli onları takip ederek yaşarsın ve bazı konuklara çok bağlanırsın. Onlardan kurtulmak, uzaklaşmak bile sana büyük acı verir. Onu doğrudan görürsen, bunu anlarsan kendi aydınlaman için büyük bir adım atmış olursun. Artık uykudan uyanırsın ve her eylemin bu aydınlamayı yaşar.

Tüm kaygılar, hırslar ortadan kalktığında yok olur. Artık sen zihninle özdeşleşmiyorsun, düşünceler gelip geçiyor ve onları fark ediyorsun, kökenlerini, nedenlerini çözüyorsun. O zaman bütün dalgalanmalar durur, merkezindesindir, bir başkasının seni niçin sinirlendirdiğini, üzdüğünü, buna hangi düşüncelerinin neden olduğunu görürsün. Tepkiye bağırıp çağırmak, kavga etmek yerine masumca gülümseyip yanıt verirsin. Oyunun dışına çıkarsın. Hiçbir düşünce sonsuza dek zihninde bağdaş kurup oturmaz, onlar gelir ve gider. Bırak onlar gelsinler gitsinler ama sen hep orada olduğunun bilincinde ol, gerçek sessizlik budur. Sen böyleyken ıstırap kalmaz, endişe kalmaz, hırs yok olup gider.

Fakat toplum seni hırslı yapar, hırslı olman için her şeyi gerçekleştirir. Hırslar sana idealler, umutlar verir ama onlar hep yarında, hep daha sonraya erteleyerek yaşaman demektir. Hırsların bugünün yarın için satılmasıdır, kurban edilmesidir. Her şey şu andır, senin içinde varolduğun an, bunu okuduğu an yegânedir, biriciktir. Eğer yaşamak istiyorsan şimdide ol. Çocukken, ailen tarafından, eğitim sistemi tarafından, öğretmenlerin tarafından zehirlendin, daha güçlü, daha ünlü, daha zengin olmak için... Herkes seni koşullu severken, sen şunu söylediğinde, şöyle davrandığında, sana mevki, sana cennet rüşveti verirken... Pek çok arzu, pek çok sahte ideal var ama hiç sen yoksun.

Mutluluğun bu hırslarla, iktidarlarla hiç ilgisi yoktur. Mutluluk bir araç, bir koşul değildir, o senin doğandır. Doğada sadece insan mutsuzdur çünkü onun bilinci vardır. Mutsuz bir ağaç, bir bulut, bir ağaç bulamazsın. Onlar insan gibi Tanrı’ya ulaşmaya çalışmaz, Tanrı onlara gelir, onların içindedir. Onların dansı, duası, minneti süreklidir. Yalnız insan içindeki Tanrı’yı hırsla değiştirmek için böylesine gönüllüdür.

Yarında, gelecekte yaşamak yerine şimdiyi seç. Kendini keşfetmek, kendini solumak için kendine izin ver. Mutluluğuna bir şans tanı. Unutma ki sadece mutsuz bir insan, özgürlüğünü kaybeder. Senin politikacıların, polislerin, yargıçların, öğretmenlerin, din adamların, tüm sözde otoritelerin senin sefaletinden beslenir. Onlar senin perişanlığın, bilinçli olmaman, sorumluluğu onlara vermen yüzünden ayaktalar.

Sadece mutsuz bir insan tapınaklara, başkalarına koşar. Sen mutsuzluğunun dışına çıkmadığın, on işleyişini, koşullandırmalarını anlamadığın sürece, hiçbir zaman coşkulu olamayacaksın ve içinde hep bir şey ölü olarak kalacak. Hep bir fırsat kaçmış olacak, kendi şarkını söylemeden, kendi dansını edemeden, kendi minnetini duyumsayamadan veda edeceksin.

İktidar peşinde koşmayan, güç istenciyle yaşamayan, başkalarına hükmetmekle ilgilenmeyen bir insan, kendini olduğu haliyle kabul eden bir insandır. Kendini olduğu gibi kabul eden bir insan, huzurlu, tatmin olmuş, fakında olan bir insandır. Ama bunun için önce kendini keşfetmen, kendini yaşaman gerektir. Gerçek disiplin de bu farkındalığındır, her eylemini, her sözünü fark ederek yaşamandır. O zaman varlığın bir kutlama, bir minnet olur.

Anlayış geldiğinde, tüm iktidarların gücü önemsizleşir. Senin kendini bilmen, senin varoluşa, varoluşun da sana en büyük armağanıdır.

Gerçek başarı da budur.

 
Toplam blog
: 48
: 2763
Kayıt tarihi
: 15.09.10
 
 

Sanskritçe: Kendini bilen ve kendinin ustası olan. Doğdu, büyüdü, ölecek. Sonsuza kalmak için değ..