Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ekim '10

 
Kategori
Felsefe
 

Varoluşu kutlamak: manevi özgürlük

Varoluşu kutlamak: manevi özgürlük
 

İnsan kendi olma cesaretini gösterdiğinde, sahte olan her şey hayatından silinir. İlk defa olarak hakikati keşfetmek, onu tekrar tekrar yaratmak için bir fırsat doğar. Geçmişin ağır yükü ortadan kalkar, yerine kendi olma sorumluluğunun verdiği hafiflik gelir. İnsanlar “sorumluluk” sözcüğünden korkuyorlar, onu yanlış anlıyorlar çünkü bunun verilen bir tür görev olduğunu sanıyorlar.

Sorumluluk sözcüğü tamamen yanlış anlaşılıyor çünkü bugüne kadar sana geçmiş, devlet, aile, din hep bir görev verdi, ama hiçbirisi senin kendin olmana izin vermedi, kendin gibi, doğal davranmanı desteklemedi, bu sorumluluğu almanı kutlamadı. Oysa “sorumluluk” sözcüğü yük hissi vermemeli, o tamamen senin suçlu hissetmene, stres duymana neden oluyor. Sorumluluk sözcüğünün böyle negatif bir çağrışım yapması, devletin, dinin, başka otoritelerin seni özgür bırakmak istememesinden kaynaklanır.

Yaşadığın her anı sev, kendine âşık ol. Çünkü sorumluluk sözcüğü aslen yanıt yeteneğindir. Zekâ da şu ana verilen yanıttan başka bir şey değildir. O tamamen koşullanmalardan, yaptırımlardan, otoriteden uzaklaşman, onları geriden bırakmandır. Ancak yanıt yeteneğini kullanan bir insan başkaldırabilir, kendini gerçekleştirebilir, potansiyellerinin farkına varabilir. Kendini gerçekleştirmen niçin bu kadar önemlidir? Çünkü diğer türlü hiçbir samimiyet olmaz, sen kendini tanımaz ve yaşayamazsan o zaman bir kopya olursun. Bir kopya olmak, kurallara bağımlı yaşamak asla tam bir tatmin sağlamaz. Herkes mutlu olmak istiyor ama kendi olma sorumluluğunu alan, yanıt verme yeteneğini kullanan insan çok az. Bana kalırsa çok az insan gerçekten özgür olmak istiyor.

Sen kendini seviyorsan, varoluşun bir kutlama, bir coşkuysa o zaman sana kimse boyun eğdiremez. Zorluk ve sıkıntılardan kaçarsan, topluma, aileye, herhangi bir gruba sığınırsan gelişemezsin, yanıt yeteneğini kullanamazsın, geçmiş üstünde bir yük olarak varolmaya devam eder. Dışarıda da içerde de bir dilenci olarak kalırsın. İnsanlar sürekli olarak kurallar koymaya devam ederler çünkü yanıt yeteneklerine, kendi zekâlarına güvenmezler. Kendi olma sorumluluğunu alırsan kurallara gerek kalmaz, otoriteler basitçe işsiz kalır, mahkemeler boş kalır, polislerin yapacağı bir iş kalmaz. Kontrolle yaşanan bir hayat sana güvenlik, rahat ve sorumluluklarından kurtulma şansı verir ama bilinçlenmen, kendini yaşaman, derin bir tatmin duymanla ilgilenmez. Ama rahat ve güvenli bir hayat mutlu olmak değildir, kendini yaşamadığın her an, kendine sırtını döndüğün, yüzleşmediğin her an bir kaçıştır, bir ıstıraptır.

O zaman neşeye kavuşamazsın, çünkü tehlikeyi göze almadan, bilinmeyeni kabul etmeden mutlu olamazsın. Tehlikeyi kabul et, bedeli ne olursa olsun kendi zekâna, kendi kalbine göre yaşa. Tüm güvenceler, rahatlık ve konfor senin elinden özgürlüğünü alıyorsa, esaret altında kalırsın, bir köle olursun. Özgürleş, böylece sen nesnelerden bağımsız olursun, bir imparatordan daha güçlü ve zengin olabilirsin. İçinden taşan bir neşeye, ışığa, bilincinin tüm farkındalığına sahip olursun. Dışarıdan çok fakir gözükebilirsin ama içinde zenginsin, bir efendisin. Ancak zorlulukları, engelleri, sıkıntıları bir atlama taşı kılarak gelişebilir, ilerleyebilir, kendini gerçekleştirebilirsin. Eğer sıkıntılardan kaçarsan, mutluluktan da kaçmış olursun. Tıpkı sorundan kaçtığında, çözümden de kaçtığın gibi.

Kontrollü bir yaşamı bir yana bırak, doğaya bak, doğada hiçbir canlı kendinden kaçarak yaşamaz. Kendine bir ışık olduğunda, başka birine göre değil kendi bilincine göre yaşadığında senden daha büyük bir efendi, senden daha zengin bir kral yoktur. Disiplinin kendini gerçekleştirmen, kendini tanıman, kendini keşfetmen üzerinedir. Hakikate giden tüm yollar kendi içinden geçer.

Sorumluluk bir görev değildir, kendine karşı gelerek, kendine rağmen yapmak zorunda kaldığın, “mış” gibi yaptığın bir şey değildir. Yanıt yeteneği senin doğallığından, kendiliğinden, kendine güvenmenden, bütünlüğünden, yaratıcılığından gelir. Zorunluluklar, bağlar, kıskaçlar, zincirler ortadan kalkar çünkü tüm yanıt yeteneği durumu değiştirmekle kalmaz, seni de değiştirir.

Tepki geçmişten gelir, önyargılardan, genellemeden, zihnin kalıplaşmış algılamalarından, sınıflamalarından, seni sahte korumalarından, anlayışsızlığından ileri gelir. Böyle bir hayatın neşesi yoktur, o sürekli olarak hazırlık içinde olmak zorundadır, sürekli daha fazla bilmek zorundadır. O zaman önünü görmek güçtür, yeniyi kabul etmek olanaksız hale gelir, çünkü o tehlikelidir, bilinmeyenlerle doludur. O sürekli olarak stratejiler, yöntemler geliştirmek zorunda kalır. Sevgi bir strateji değildir, o senin anlayış dolu olmandır.

Yanıtın sana verilmesi, sana öğretilmesi gerekmiyor, o senin zekândan, şu anın güzelliğinden, varolmanın coşkusundan, sessizliğinden geliyor. Sevgi dolu davrandığında, robotlaşmış, kalıplaşmış insanlardan ayrılırsın, tepkilerden uzaklaşırsın. Seni yöneten ipler ortadan kalkar, ilk defa kendin olduğun için o kukla geride kalır. Belleğine başvurmadan davrandığında, yaşamın geçmişle ilişkili olmadığında hafiflersin ve tazelenirsin. Genç olmak da budur, varoluşu her an için yeniden kucaklamak. Yeteneğini kullan, başkaldıran kişi yeteneğini kullanır, dünyaya sürekli yeni şeyler getirir, dünyadan ve toplumdan kaçmak yerine basitçe işleyişi, bu oyunu anlar. O zaman sen şu anki mevcudiyetinin, farkındalığının, bilincinin yansımasını görürsün. Ancak yanıt veren bir başkaldıran büyüyebilir, herhangi bir emri takip etmeden, ona uymadan farkındalığını izleyebilir.

Başkaldıran bir aynadır, o şu anı yansıtır. Geçmiş yoktur, gelecek idealleri yoktur, basitçe şu an dünya varolur. Dünyadan ve toplumdan kaçmazsın, aksine sorumluluğa dair mücadelelerle yüzleşirsin, onlarla her karşı karşıya kaldığında fırsatı değerlendirirsin. Korkmak yerine kendi zayıflıklarını, kırılganlığını anlar, onlarla yüzleşirsin. O anın karar vermesine izin verirsin, önceden hazırlanmazsın, eğer farkındalıkla yanıt veriyorsan davranışın, sözlerin ne olursa olsun doğrudur. Eğer farkındalığın yoksa tepki vardır, öfken sana hükmediyordur, hâlâ onun etkisi altındasındır. Hayatın bir sigortası yoktur, sadece uyanmamış insanlar onun sigortalanmasını ister.

Hayat tahmin edilemez, ama insanlar birbirlerinin ne yapacağını tahmin etmek isterler, bu onları koruyacaktır. Hayat her an değişirken tahmin edilebilir insanlar, kolayca yönetilebilir insanlardır. Onlar bilinçsizlikleriyle gafilce avlanırlar, böyle hiç düşünmedikleri şeyler kafalarını meşgul edebilir, hiç yapmayacakları hareketleri bir robot gibi tekrarlayabilir, asla söylemek istemedikleri şeyleri söyleyebilirler.

Bir başkaldıranın ne yapacağını asla tahmin edemezsin, zira o kendi zekâsına, kendi kalbine göre yaşar ve onun için yaşamak çok güzeldir. O hayat doludur çünkü o hayata, başına gelenlere içinden geldiği gibi, özgürce, şartlanma olmadan yanıt verir, yaratıcılık doludur. Çünkü o, o an neyi uygun görüyorsa ona göre davranacaktır.

Basitçe geçmişe, koşullanmışlıklara, otoritelere veda et. Kafesinin farkına vardığın an üstündeki baskı ortadan kalkmaya başlar. Her duruma bilincine göre yanıt vermekten keyif alırsın. Tüm devletler, ırklar, ideolojiler ortadan kalkar çünkü insanlığın evrimini anlamayan, onu devrimle ileriye götürmeye çalışan her şeyin sahteliği ortaya çıkar. Onlar hiç kimsenin aydınlamasını, gerçek bir birey olmasını istemezler, kendini kurtarmasını istemezler. Başkaldıran kendini senin ya da başkalarının üstünde görmez, başkaldıran sana saygı duyar, canlı olan her şeye karşı derinden bir saygısı vardır. O sadece senden daha cesurdur, bu cesareti onun kendi olma sorumluluğu almasındadır. Sadece kendi cesareti onun tatmin olmasını sağlar.

Pek çok kez yanlış yapabilirsin ama bu senin deneyimin olacaktır, yeter ki aynı yanlışı tekrarlama. Her hatanda daha akıllı, daha anlayış dolu, daha bilge olman için sana bir fırsat sunulur. Doğruyu yanlış yaparak öğrenebilirsin, kendi cesaretinle deneyimleyebilirsin. Tüm bilgiler, sana dayatılanlar sen ile hakikat arasında aracılık ediyormuş gibi rol yapar. Onalar hayatın hakikatleri hakkında hiçbir şey bilmiyor, sadece sen kendi bilincinle hayatın kaynağını keşfedebilirsin. Kendini kurtardığında tek kılavuz, tek efendi sensin.

Devrimci politikayla çevrilidir, o dünyaya, geçmişe, tepkilere aittir. O hükümetleri değiştirmek, ekonomik yapıyı değiştirmekle sosyal yapının değişeceğini sanır. Onun arkasında bir gruba, siyasi bir partiye, devlete, kurumlara ihtiyacı vardır. Başkaldıran ise ruhsal bir deneyimdir, manevi bir tatmindir, bireyseldir. Onun vizyonu giderek daha fazla bireyin uyanmasıdır, kendi ışığına göre yaşamasıdır. Başkaldıran için toplum sadece bir sözcüktür, her bireyin evrimleşmek, aydınlanmak, bilinçlenmek için bir şansı vardır. Eğer bilinç değişirse, fark ederse o zaman topluma da değişir. Fakat devrimciler gibi zorbalıkla, dayatmakla hiçbir devrim başarılı olamamıştır çünkü bilinç hep aynı kalmıştır.

Devrimci siyasi ideolojilere aittir, onun ilgilendiği bilinçler değil bürokrasi, kanunlar, politik ve ekonomik sistemlerdir. Çemberin dışına çıkamaz. Tüm -izm’ler sürekli değişir ama toplum hep aynı kalır. Bütün insanlık bu şekilde devam eder, tepkilerle... Kalabalığın bir parçası olmaya devam eden devrimci, eski disiplinleri takip ederek, tepki vererek yaşamaya devam eder. Onun ihtiyaç duyduğu güç, aynı zamanda onu yozlaştıran başlıca sebeptir. Tüm devrimciler iktidara gelince sözlerini, vaatlerini unuturlar çünkü savaştıkları şeylere dönüşürler. Devrimci son derece sıradan bir dünyaya aittir, ele geçirdikleri güç onlara hükmetmeye başlamıştır.

Kalabalıklar aydınlanan bir insana, bir başkaldırana tahammül edemez. Dünyaya hiçbir katkılarının olmadığını, yaratıcılık dolu yanıt vermediklerini, sadece bir köle, tepkisel bir canlı olduklarını bilmek, bir lütuf değil de bir lanet olduğunun farkına varmak... ancak bir başkaldıranla mümkün olur. Bir başkaldıran uyuyanların gözünü açar, onlara potansiyellerini hatırlatır; onu kıskanmak ve yok etmeye çalışmak çok daha kolay gelir. Dünyayı bir savaş haline çeviren de budur, kıskançlık ve rekabet.

Hayatının bir kutlama, bir coşku olmasına izin ver. Kendi yaşamını yakala. Bütün varoluşun kutlama yaptığını, coşkuyla hareket ettiğini fark et. Bir şelalenin dökülmesindeki coşkuyu, bir nehrin akarken söylediği şarkıyı, bir rüzgârın çaldığı ıslığı anladığın zaman, her yerde ve her zaman sevinci, hazzı, derin bir saadeti duyumsarsın. Varoluşu dinlediğin sürece varoluş da seni dinleyecektir. O zaman dünyaya bir sevgili olursun, derin bir saygıyla varolana, canlı olanlara yaklaşırsın. Devrimcilerin, grupların sahte ciddiyetinden, asık yüzünden uzaklaşırsın, varoluşa karşı tamamen samimi hale gelirsin, güneşle, yağmurla, rüzgârla dans edersin. Varoluşun bir armağan, bir fırsat olduğunun farkına varırsın. Bunu fark etmen özgürleşmendir, bedenin ve zihnin tüm hapishanelerinden, duvarlarından içeri girmendir.

Doğada hiçbir canlı diğerine nasıl yaşaması gerektiğini dikte etmez. Doğasında ne varsa onu yaşar. Hata yapmaktan korkmaz. Dünyada kapasitesi olmayan, dünyayı daha güzelleştiremeyecek, varoluşu daha zengin kılamayacak tek bir kişi bile yoktur.

Sen buraya sadece olmak için geldiğin şey olduğunda mutlu olursun. Ve sen her şeyden özgürleştiğinde, derin bir anlayış içinde ansızın ölümsüzlük kapılarını açar.

 
Toplam blog
: 48
: 2763
Kayıt tarihi
: 15.09.10
 
 

Sanskritçe: Kendini bilen ve kendinin ustası olan. Doğdu, büyüdü, ölecek. Sonsuza kalmak için değ..