Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Kasım '18

 
Kategori
Deneme
 

Nihayet

Nihayet
 

Nihayet yağmur yağdı. Bu sonbahar ne kadar da verimsiz geçti değil mi? Neredeyse yağmur görmemiş yapraklar sararmadan, solmadan, yere düşmeden bir sonbahar geçirdi. Geçen hafta Uludağ’da akan çeşmelerde su kalmamış, sicim gibi ve uğulduyarak musluktan dökülüyordu. Oysa o sonbaharın meşe ağaçları altında sırıksıklam kaldığımız o güz günleri nerede şimdi?

İnsan çocukluğunu özlemez mi hiç? Ben pek özlemem. Ezilmişliğin, hor görülmüşlüğün, ruhsal tacizin kol gezdiği bir çocukluktu benimkisi. Yeşeremediğim, doğrudürüst oynayamadığım, bisikletim olmadığı için doyasıya gezemediğim –rica etmekten hep usandığım-, bir doğumgününe gidilecekse yakın arkadaşım İlker’in ikimiz adına annesinin aldığı hediyeyi hiç bilemediğim bir çocukluktu benimkisi. Yıllarca tek övünebileceğim şeylerden olacak çalışkanlığımın, olgunluğumun, durgunluğumun, laf dinlemişliğimin –sıkıysa dinleme- örselenmiş çocukluk günleri. Hele yanlışlıkla bir şey kaybettiysem, yüzüme günlerce vurulacak, utancımdan çılgına döneceğim çocukluk günleri. Gariptir; ne çocukluk günlerim, ne de gençlik günlerim hafızamda yer tutuyorlar. Kırıntılar, hep hayatım boyunca desturunu yaptığım başarılarımın üstüne: Sınıf birincilikleri, TRT Çocuk Koro’suna seçilmem, Atatürk’ü canlandırdığım 3 temsil, oynadığım halk dansları ve her seferinde ekip liderliğim, Barış Manço konserinde Anıttepe İlkokulunu temsil etmem ya da yüzmede 8 yaşındayken 12 yaş grubunda yaşadığım Ankara üçüncülüğüm veyahuttu 300 kişi arasından MKE Ankaragücü gençlik basket takımına seçilmem. Ama hiçbirine de lojistik sebeplerle devam edememem. Böylesine bir çocukluk benimkisi; bir büyük insanmışçasına sürekli başarmak zorunda olduğum eylemler silsilesi üzerinden takdir edileceğim bir çocuk olmak ve örnek gösterilmek. Duygularımın hiç sorulmadığı, öğrenilmediği, düşüncelerimin ise herkes tarafından takdir edildiği. Güzelliğimin herkes tarafından tam puan aldığı bir çocukluk.

Evet, kendimden bahsederken hep eksik anlatıyorum. Yıllarca kıvrana, kıvrana, uzun cümlelerin ardına sığınırken (galiba kendimi iyileştirirken), sizlere anlatamadığım o kadar çok şey var ki! Ve bugün, şu an, aslında hepsini anlatabilirim fakat neye yarar ki? Sadece anlatmış olmaktan öteye gitmeyecek zorlu bir hayat...

Ve bu yüzden başarmak zorundaydım, kendimi gerçeklemek, ben olabilmek için sınırsız mücadele etmek ve sonunda mutlu olmayı bilebilmek.

Yetkin ve Ecrin içeride uyumaktalar. Mutluluklarını görebiliyor ve iyi bir baba olmanın –her türlü maddiyatın ötesinde- lüksünü yaşıyorum. Eski eşimin dediği gibi, “Sen iyi bir koca değilsin ama mükemmel baba oldun!”. Halbuki bilmiyor ki 8 yaşında bana sorduklarında “Ne olmak istiyorsun?”; “İleride çok iyi bir baba olmak istiyorum” diye cevaplamıştım.

Evet, başardım; hem iyi bir baba olmayı, hem de ben olabilmeyi başardım. Artık 46 yaşındayım. Zengin olmak dışında –ki hiç bir zaman böyle bir hedefim olmadı ve bu durum ailem tarafından sürekli eleştirildi- her amaçladığımı başardım.

Lisedeyken müzikle aşk yaşadığım dönemlerde kendime karışık slov kasetler (şimdiki adıyla CD) yaparken yüsek saundlu (sound) rock balad sololarında kendimi kaybeder, aşık olduğum kadının kollarında hayal ederdim kendimi. Bir gün öylesine aşık olacaktım ki, o kadınla hayatımın sonuna kadar mutlu-mesut yaşayacaktım. Öylesine çok da aşık olmayı nihayetinde başardım ama ne var ki süresi pek kısa sürdü. Yine de bu duyguyu tadabildiğim için kendimi çok şanslı adlediyorum.

Bugün  alışveriş yaparken erken evlenseydim çocuğum olabilecek yaştaki genç kasiyer kadın gözlerimin en derinine bakarak asıldı bana. Bu onu ikinci görüşüm ve bu iki seferinde de tüm hormonlarını yolluyor bana. Bu sefere dayanamadım ve gülümsedim. Ve dedim ki “böylesine kendine güvenli genç hanımlar görmek, mutluluk veriyor bana”. Yanlış anlaşılmasın gurum okşandığı için değil, sadece beni elde edeceğinden emin olması şaşırtıyor ve gülümsetiyor beni. O kadar emin ki kendinden. Oysa bilmiyor ki! Ne yaparsa yapsın, benim gözümde çocuğum olabilecek özgüvenli bir kızcağız.

Böyle bir film seyretmiştim; ismi “elegy”.Çok güzel genç bir kadın profesörüne aşık oluyordu. Adam da iradesine yenik düşüp karşılık veriyordu genç kadına. Sonunda kadın kanserden ölecek duruma geliyor ve film bitiyordu. Aslında mesaj apaçık: “You will never know- hiç bilemezsin”. Oysa ben bilirim. Nedense hep haddimi bildim. İradeli olmayı belki de o çocuklukta ve gençliğimde yaşadığım zor günlere borçluyum.

Dışarıda kana, kana yağamayan poyrazlı çiseleyen bir yağmur var. Ve nihayet kış geldi. Artık mevsimlerin hepsini seviyorum. Sonbahar es geçmiş olsa da belki bu kış bol kar yağar ve virüsleri sokaktan temizler. Hayat böylesine işte, mevsimler boyunca yaşamak ve vakti geldiğinde ölmek. Belki de yaşamak kadar güzel bir his; yaşamış olmanın bir anlamı olmalı, bir sonla bitmeli. Geçen gün bir yerde duydum; kişi şöyle söylüyordu: Kişi ölürken sanki hiç yaşamamışçasına bir çırpıda hatırlarmış, kısacık gelirmiş yaşamı”. Benimse böyle bir kaygım yok. Yaşamaya da, ölmeye de eşdeğer beher biçiyorum. Şimdi uyku zamanı; yarın bambaşka bir gün olsun... İyi geceler!

 

 
Toplam blog
: 631
: 293
Kayıt tarihi
: 10.04.11
 
 

Eric'i külden yarattım. Tamamıyla benim eserim. Söyleyeceği çok sözü, söylemek istediği az sözü. ..