Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Şubat '12

 
Kategori
Anılar
 

Nostalji 7: Malatya/Dörtyol

Nostalji 7: Malatya/Dörtyol
 

İnsanı devletin lojmanlarında ebedi olarak oturtmazlar. Belli bir süre vardır. Arkada sırada bekleyenler varsa; “Kusura bakmayın, sırada daha çok bekleyen var; kendinize en kısa zamanda bir ev bulun..” diye posta atarlar ; ondan sonra hadi bakalım “Göç” başlar… Biz de galiba İstasyon lojmanlarında  altı yıl kadar oturduk . Ben tam ilkokul beşinci sınıftayım. Lojmandan çıkma haberini babam getirdi. Hepimiz ağlamaklıyız. O bahçeyi nasıl bırakacağız; havuzumuzu; salatalıklarımızı; domateslerimizi; horozlarımızı, tavuklarımızı… Yeşil yeşil fidana dönmüş ağaçlarımızı… Allahım, nasıl, kimlere bırakacağız..!

Ve bıraktık. Ağlaya ağlaya, babamın  Malatya’nın “Dörtyol” diye bilinen mevkiinde, iki katlı bir evin, ikinci katında tuttuğu bir daireye yerleştik ama hayatımda bu kadar sağlıksız ev görmedim. Bir kere dışardan sıvası yoktu; ikincisi, ev yeni inşa halinde olduğundan  zemin katı boştu , onun için kışın Allahın soğuğu, ayazı alt katımızdan üfürünce biz üzerinde donuyorduk. Ne soba, ne ateş hiçbir şey kar etmiyordu. O kadar kör, o kadar soğuk bir evdi… o evden nasıl ölmeden çıktık … Yaşatan Allahım yaşatıyormuş.

Eve taşındık. Ben beşinci sınıfa geçtim ama daha tatildeyiz. Okula gidiş geliş mesafesi epey bir yol. Neyse genç insanız, mesele değil, ama ya o garibanlık; kökünden koparılmışlık duygusu… İşte ancak, durmadan göç edenler bu duyguyu anlayabilirler beni. Bir yere yerleşirsin; sonra bir bakarsın üç beş yıl sonra hoop bir başka mahallede, bir başka kenttesin.. Hadi bakalım, şimdi de kolaysa yeni bir çevreye alış bakalım, kolaysa… Ne çok gezdik hayatta…

İlk günler..  Evin dışına çıktım, alışmak ;çevreyi kolaçan etmek  için.  Kente giden iki taraflı kuru bir ana cadde, bir sürü evler… Ne yeşil bahçeler var (belki onlar evlerin arka taraflarında) ne de çevremizde oynaşan kuzucuklar (hepsi geride kaldı…) Yanda  büyükçe bir arsa var; benim  yaşta bir sürü mahalle veledi bir topun çevresinde koşturup duruyorlar. Sessiz, sedasız gittim bir taşın üzerine çöktüm, epey bir seyrettim. Seyrettim de bir yandan da için gidiyor… Biz kimiz biz… DDY’dan gelme… Demirspor’un genç takımının as oyuncularından… Falan, filan… Hep kendimizi öyle dev aynılarında görürdük…

Neyse bir, iki gün, benim kenardan seyretmelerim devam edip gidiyor. Bir gün takımlardan birinde bir oyuncunun eksik olduğu anlaşıldı. O takımın kaptanı olan Nurullah, gelip “Arkadaş, sen de gelip futbol oynar mısın?” talebinde bulundu. Ne demek! Ben takıma girdim; takıma girmemle birlikte takımın ağırlığını yüklenmeye başladım (Bizi kim yetiştirdi: Eski Beşiktaşlı Büyük Futbolcu Erkan Kural. Allah rahmet eylesin…) Bir iki, üç golleri sıralamaya başlayınca.. benim kıymetim bir arttı, önce takım adımı öğrendi… Ondan sonra, karşıki takım; daha sonra; maç yaptığımız komşu mahalleler… Maç mı var… Hemen Nurullah gelir, kapıyı tıklatır. “Erdal, hadi maç var…” diye seslenir… Tut beni tutabilirsen…

Tabii, bu arada 15 günde bir ayakkabılar eskiyormuş; elbiseler parçalanıyormuş… Bizim aldırdığımız yoktu. Arada bir babamızdan bir sopa yiyoruz… O zaman sopa yemeyen kim var ki..?  Neyse kısa zamanda, mahallenin göz bebeği olduk çıktık..

Babam baktı ki, futbol beni de, onu da perişan edecek; beni tuttu İlhami usta’nın yanına Terzi Çırağı olarak yerleştirdi. Hemen altımızda olan terzi dükkanı, sabah erkenden açılacak.. temizlik yapılacak; o zaman bütün ütüler ateşli ütü… Ütülerin içine kömür konulup, yakılacak; tam usta geldiğinde hazır olacak… (hele bir hazır olmasın..!) ondan sonra da Usta’nın verdiği bütün işler yapılacak… İğne ardı dikişler; ilik-düğme açma; teğeller; ütü yapma… Galiba ben ana-baba zoruyla bir ay kadar çalıştım. Ayda 20 Tlsına talim ettim.

Bu arada futbolcu arkadaşlarım da gizli gizli gelip beni, vitrinin arkasından kontrol ettiler; kaçmam için işmar ettiler… Kolay mı?

Neyse okul açıldı da o sıkı düzenden kurtuldum. Ama Allah için de, sıkı iş düzeninin ne olduğunu öğrendim. Bir yandan da okumanın, ileri gitmenin anlamını… İş hayatında işler kolay değildi… Durmadan eziliyordun… Büyük adam olmak gerekiyordu… Nasıl?

Fırat İlkokulu’na artık yayan gidip geliyorduk. (Demiryolları günleri geride kaldı). Nurullah ben, bir de kısa boylu sınıf arkadaşım Kenan Onuk’la birlikte güle oynaya gider, güle oynaya gelirdik. Bazen Kenan’ın kafası birilerine bozulur… hemen dalardı… Kafalar gözler kırılır. Kenan her savaştan sağlam çıkardı… Zavallı arkadaşım üniversiteye benim bildiğim kadar gidemedi ama tanınmış bir Ulaştırma Firmasının ortaklarındandı, epey para kazandı… Fakat genç yaşında öldü. İçim, bu güzel insana hala acır. İyi insanlar niye, öyle çabuk ölüp giderler ki…


 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..