Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mart '14

 
Kategori
Güncel
 

O çocuğun orada ne işi var?

O çocuğun orada ne işi var?
 

O çocuğun orada ne işi var diyorlar ama o yaşta çocukları gelin ederken sormuyorsunuz bu soruyu!


Bunlar alışkın!

2009’da 12 yaşındaki Ceylan Önkol; ondan önce de, 2004’de dur ihtarına uymadığı için babası ile birlikte gene 12 yaşındaki Uğur Kaymaz katledilmişlerdi.

Çocuk bedenler parçalanmış; bazılarının aklına, otomatik olarak, “o çocuğun orada ne işi vardı?” sorusu gelmiş, en pişkin haliyle!

Sonrasında, öncesinde “kuş uçmaz kervan geçmez” o dağlarda, mezralarda, dere kenarlarında, şose boylarında adlarını dahi not edemediğimiz 213 çocuk katledilmiş!

Hepsi için de, “madem çocuk oralarda ne işi vardı?” cümlesi sarf edilmiştir muhakkak!

Biz duymamışız o çocukların katlini ama duyanlar bilir; o çocuklar için de bu sözler sarf edilmiş!

Alıştırdılar ya, sesimizi çıkarmadık ya; daha geçen yıl İstanbul’a kadar geldiler; aynı şeyi İstanbul’un göbeğinde yaptılar.

Bu ülkeyi onlara bırakmamak için aylarca direndi Berkin Elvan ve nihayet, biz büyüklere öylesine büyük bir ders verip gitti ki?

Katillerine karşı tam 269 gün direnmişti!

Ölüme karşı direndiği her gün için bize bir ders vermek istemişti!

BERKİN 269 GÜN DİRENDİ; BİZ 269 SANİYE DÜŞÜNMÜYORUZ BİLE!

Değil 269 gün, her birimiz 269 saniye düşünmesini bilseydik sıra Berkin’e de gelmezdi.

20 yılda 351 çocuk öldürülürken, isimsiz, kaçımızın kulağı çınladı acaba?

Kaçımız Ahmed Arif’in şu dizelerini kulağımıza küpe ettik?

“Dağlarının, dağlarının ardı/ Nasıl anlatsam... /Ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz. / Çırılçıplak,”

14 Yaşındaki Berkin’i kaybettiğimizde sokağa dökülen milyonlar olduğumuzda gecikmiştik ama geç kalmamıştık.

Berkin’den öğrendiğimiz için olsa gerek, Berkin için döktüğümüz göz yaşını, O’nun cenazesine katılıp dönenleri provoke etmeleri sonucu karanlık bir elin dokunduğu tetikten çıkan kurşunla yitirdiğimiz Burak Can’a da döktük.

Berkin öğretmişti bize; “Başkasının çocuğu eve gelememişse bizim çocuğumuz da evde olmayabilir” gerçeğini.

Berkin öğretmişti bize; “Evinize gittiğinizde sıkıca sarılın çocuğunuza, o sıcaklık gelip beni toprağın altında da bulur” mesajını.

Eee biz daha Berkin’in sonsuzluğa bu kadar erken gidişine; Berkin’in cenazesinden sonra karanlık ellerin kurşun sıktığı Burak Can’ın muradına erebilmek için istediği menzile ulaşmasına izin verilmemesine henüz alışmamışken bir haber de Diyarbakır’dan geldi.

Söz konusu Diyarbakır olunca çocuğa çocuk denilmediğini idrak ettirdi bize yıllar!

O ÇOCUKLARDAN BİRİ MEHMET!

9 yaşındaymış Mehmet Ezer!

Berkin’den çok küçükmüş! Ceylan’dan, Uğurdan bile!

BDP’nin Diyarbakır, Silvan’da düzenlediği mitinge katılmış.

Polisin, göstericilerin dağılması için kullandığı gaz bombası kapsülüyle başından ağır yaralanmış Mehmet Ezer!

Öyle adıyla soyadıyla yazılmasına bakmayın; hepi topu 9 yaşında bir çocuk.

Polise taş attığı iddiası karşısında babasının şu sözleri kulağınıza küpe olsun ey devleti yöneten güç!

“Dokuz yaşındaki çocuk taş atsa atmasa ne olur? Utansalardı o küçük çocuğa vurmazlardı. Çocuğum polislere taş atmış olsa bile bu şekilde vurmaları gerekmiyordu.”

O çocuğun orada ne işi vardı?” sorusunu akıllarına getiren vicdansızlara verilmiş tokat gibi cevap!

Ama asıl soruyu arkadaşım Yılmaz Doğan sormuş:

“15 Yaşındaki çocuğun orada ne işi vardı diyorlar, düşünme yetisini kaybetmiş yaratıklar...  9 yaşındaki çocuğun sanayide işi ne? 13 yaşındaki çocuğun gerdekte işi ne? 16 yaşındaki çocuğun doğurmakla işi ne? 8 yaşındaki çocuğun elinde bez parçasıyla otoyollarda işi ne?”

Şimdi anladınız mı, Berkin ile birlikte İstanbul’un orta yerine düşen ateşin kıvılcımının nerede çakıldığını?

Şimdi anladınız mı kuş uçmaz, kervan geçmez dağ başlarında anne babalarının bile gözyaşlarını içine akıtarak devleti rahatsız etmeden ağlamalarının acısının ne kadar ağır olduğunu?

O 351 çocuğun adlarını bile bilmiyoruz.

Ceylan’ı ve Uğur’u da gözü pek yakınları nedeniyle tanıyoruz.

Berkin’in anne ve babası, vicdanlarımızı yeniden harekete geçirmek için çok çabaladılar.

Bakalım başarmışlar mı?

Ha bu arada, İstanbul’da seçimi kaybetmek üzere olan AKP’ye cansuyu vermek için “kadro pazarlığı” mı yapılıyormuş!

Hiçbir kadro, hiçbir makam, Mehmet’in tırnağı bile etmez!

Mehmet’in babasının dediği gibi “utansalardı”, Mehmet komada olmazdı!

Madem Ahmed Arif’in memleketine gittik; madem Ahmed Arif’in de yakından bildiği “çırılçıplak” gerçeğe dokunduk. Sözü de Ahmed Arif ile bitirelim:

“Gün ola, devran döne, umut yetişe,/ Dağlarının, dağlarının ardında, /Değil öyle yoksulluklar, hasretler, /Bir tek başak tanesi bile dargın kalmayacaktır,/ Bir tek zeytin dalı bile yalnız...”

Duy bu şiiri Mehmet!

Duy ve diren!

Biliyorum; “yaşamak tek bir ağaç gibi hür ve bir orman gibi kardeşçesine” hayal değil!

Diren, “komşu çocuğu” Mehmet!

İyileş ki “orada ne işi vardı o çocuğun?” diye soranlara cevabı doğrudan sen ver!

 
Toplam blog
: 102
: 682
Kayıt tarihi
: 06.07.10
 
 

8 Ocak 1961'de doğdu. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Gazetecilik ve Halkla İlişkiler..