Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Eylül '13

 
Kategori
Güncel
 

O gün 9 Eylül 1922 idi.

O gün 9 Eylül 1922 idi.
 

Mustafa Kemal'in Ordusundan kaçan Yunanlılar şehri ateşe vermişlerdi..


Bugün : 9 Eylül 2013….

Anadolu’nun dört bir tarafı düşman çizmesi altında iken ve bu ülkeyi kuşatmış Batı Devletleri’nin ordularının kumandanları, karargahlarında, ellerindeki kahve ve viskilerini yudumlarken, Türkiye’yi masa başında parçalamışlar ve kendi aralarında bölüşmüşlerdi. Amaç belliydi. Türklerle yok olana kadar savaşılacak. Savaşlar bittikten sonra da, kalan Türkler, bugünkü orta Anadolu’da küçük bir bölgede tehcir edilecek ve daha sonra onlar da zorunlu göçe zorlanarak, bu topraklara geldikleri Orta Asya’ya gönderilecek. Böylece, bu zengin topraklar, Türk olgusundan tamamen temizlenecekti..

Evet, plan aynen böyle idi. Osmanlı artığı olarak baktıkları bu toprakları ele geçirmek çok kolay olacaktı. Zira, savaşlardan çıkmış Türkler daha fazla dayanamazlardı.  Haksız sayılmazlardı. Çünkü daha 19. yüzyılın sonlarına doğru, Osmanlı İmparatorluğu hızlı bir çöküşe girmiş, ardı ardına başlayan savaşlar neticesinde topraklarını kaybetmeye başlamıştı. Ve Osmanlı devleti, neredeyse tamamına sahip oldukları Balkanlardan çekilmeye başlamışlardı. 1912-1913 yıllarında yapılan Balkan savaşları, Osmanlı’nın çöküşünün son noktasıdır. Balkan kaybedilmiş, on binlerce insanımız ölmüş, büyük cihan İmparatorluğu yenilgiye uğratılmıştı. Bundan sonraki hedef, gidilebildiği yere kadar gidip, Osmanlı’yı tamamen bitirmekti. Osmanlı’nın Balkan savaşlarını kaybetmesindeki en büyük unsurlardan biri olan tebaası altındaki Avusturya-Macaristan, Sırbistan ve Yunanistan’ın bağımsızlıklarını ilan ederek Osmanlı ile savaşmaları idi. Elbette ki burada, bunlar tek başlarına savaşmadılar. Bugün de dünya da söz sahibi olan sömürgeci, emperyalist Batı devletleri, içten içe bu devletleri doldurmaya ve her türlü yardımı yapmaya başlamıştı. Bakanlarda amaca ulaşılınca, kaybedilmiş Anadolu topraklarını da almayı planladılar. Ve bu savaşlarda, işbirlikçi Yunanlılara Ege bırakılırken, boğazlar dahil, Anadolu’nun diğer bölümleri de İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar arasında paylaşılıyordu. Ermeniler de unutulmamıştı. Zira onlar da Osmanlılara ve Türklere karşı kin beliyordu. Doğu’da da oldukça geniş bir bölge kendilerine verildi.  Tabi ki kağıt üstünde ve vaat edilerek.

Haklı oldukları bir doğru vardı. Osmanlı ordusu kaybetmişti. Ordu diye bir şey kalmamıştı. Kalanların da ittifak halindeki batı güçleri ile savaşması beklenemezdi. Kalan bu son toprakları da ele geçirmek kolay olacaktı. Öyle de oldu. İstanbul işgal edildiğinde, doğru dürüst kurşun bile atılmadı ve şehir İngilizlere teslim edildi. Damat Ferit hükümeti manda yönetiminden yanaydı ve ülkenin bu devletlere (İngilizler-Fransız ve İtalyan) teslim edilmesinden yanaydı. Neyin karşılığında. Elbette ki canlarının.. Nitekim de öyle oldu. Artık İstanbul’da bir İngiliz yönetim vardı. İzmir ve bölgesinde de Yunanlılar egemenliklerini ilan etmişlerdi. Şehir onlardan soruluyordu. Onların yönetimindeydi.  Ufak tefek çatışmaları da kolayca bastırıyorlardı.

Ama hesaba katmadıkları bir şey vardı. Yeniden dirilerek imkansızı başarıyordu. Yoktan bir ordu inşa edildi.  Osmanlı artık yoktu, Türk Milleti vardı. Yeni ordu da Türk ordusu idi. Ama her şeyden öte, Mustafa Kemal’in ordusuydu.  Paşa’nın “Hat-ı müdafa yoktur, Sath-ı müdafaa vardır. O Satıh da bütün vatandır” sözü her şeyin başlangıcı oldu ve birbiri ardına yengiler, zaferler kazanılmaya, düşman alt edilmeye ve topraklar tekrar kazılmaya başlandı. Ankara’da yeni bir hükmet kuruldu. Anadolu’yu dört bir taraftan sarmış düşman etkisiz hale getiriliyordu. Sakarya, Anafartalar, İnönü, Merzifon savaşları Türk’e kendi gücünü bir kez daha hatırlattı. 30 Çanakkale ve 30 Ağustos zaferi, artık Türk’ün önünde hiç kimsenin duramayacağını, Mustafa Kemal’İn ordusunun yenilemeyeceğini gösterdi. Yedi düvele karşı savaşan ve savaşları kazanan Türk ordusunun son bir işi vardı.  İzmir’i Yunan düşmanından kurtarmak.

Bunun için Afyon kazanımları, zaferin müjdecisiydi. Mustafa Kemal’in “Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir İleri” sözü de birçok sözü gibi afrodizyak etkisi yarattı ve yorgun, bitkin, teçhizatsız, mermisiz olan Türk ordusu, İzmir’e doğru dört nala yürümeye başladı. Önüne çıkan Yunan'ı mağlup edip, önüne katarak İzmir'e kadar kovaladıklarının bir kısmını daha etkisiz hale getirirken, kalanlar ve kaçmayı başaranlar kayıklarla açıklarda bekleyen İngiliz gemilerine doğru gidiyordu. Bazıları da yüzerek kaçmayı denedi ama Azrail peşlerini bırakmadı. 9 Eylül 1920 günü İzmir düşmandan temizlenmiş ve kurtarılmıştı.  1919 günü Samsun’da başlayan Kurtuluş harekatı 1922 tarihinde artık İzmir’de son bulmuştu. Konak vilayet konağına Türk bayrağı çekilmişti. Osmanlı’nın yapamadığını Mustafa Kemal’in askerleri birkaç yılda başarmışlardı ve artık son halka İzmir’de Türk topraklarıydı.

Bir kaç gün öncesinden Türk ordusunun dört nala koşarak İzmir'e doğru geldiği haberini alan Yunanlar, Rumlar ve Ermeniler, yerleşkeleri ateşe veriyorlardı. İzmir Basmane civarlarında başlayan yangın, kısa zamanda büyük bir alanı kapladı. Binlerce ev, bina cayır cayır yanıyordu. İzmir yanıyordu. Düşman artıkları İzmir'i alevlere bırakıp, kaçmanın, kurtulmanın dertlerine düşmüştü.. Ne de olsa buna 'can havli' derler...

Yanan binaların bir kısmı söndürülmeye çalışıldı. Ama bakıldı ki, başa çıkmak mümkün değil. Yangının bitmesi beklendi. Ne de olsa artık İzmir kurtarılmıştı. Mal derdine düşülecek zaman değildi. Nasıl olsa Türkler daha iyisini yapardı. İzmir’in sokaklarında Türk askeri coşkuyla, sevgiyle, hasretle ve gözü yaşlı alkışlarla karşılanıyor. Halk, askerlerin boyunlarına atılıyor, kimisi öpüyor, kimisi kucaklıyordu. Artık İzmir dağlarında çiçekler açmaya başlamıştı.. Yangın ne ki ?

İzmir kurtarıldıktan sonra bile günlerce sürdü yangın. Ama olsundu, halkın içindeki yangın sönmüştü ya gerisi boştu. İşte o anlara dair bir anekdot.  Zaferden birkaç gün sonra;

İzmir'in kurtuluşu 9 Eylül'den sonra gerçekleşmiş bu konuşma. Latife hanım’ın beyaz köşkünün balkonunda.

Denize nazır terasta Mustafa Kemal ve Latife hanım yalnız kalmışlardı. Yangın İzmir'de alev alev bütün dehşeti ile sürüyordu. Kordon boyu ve bugün fuarın yer aldığı alan alevler içerisindeydi...

Mustafa Kemal Latife'ye sordu:

''Bu yangın yerinde size ait emlak var mıydı?

Latife, ''Emlakımızın mühim bir kısmı yanan sahadadır Paşam' dedi ve heyecanla ekledi.

''Paşam, isterse hepsi yansın. Yeter ki siz sağ olun. Memleket kurtuldu ya. İleride onları yeniden ve daha mükemmel bir surette yaptırırız..''

Bu cevap Mustafa Kemal'in çok hoşuna gitmişti.
''Evet! yansın ve yıkılsın.. Hepsinin telafisi mümkündür.

O günden bu güne İzmir hala ışıl ışıl.. Hala yanıyor. Ama güzelliğinden ve ihtişamından...


( Salih Bozok Anlatıyor/ Cumhuriyet, 30 Ocak 1939)

 

../..

 
Toplam blog
: 671
: 2572
Kayıt tarihi
: 26.06.06
 
 

Anadan doğma bir İzmirliyim ve bu şehirli olmaktan gurur duyuyorum.. Hem bu şehirde doğmuş, hem b..