Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ekim '07

 
Kategori
Yurtdışı Tatil
 

Odessa

Odessa
 

Bankaya giderken, cep telefonum çaldı. Arabayı sağa çektim. Çok uzaklardan gelen tanıdık bir sesti. Odessa Başkonsolosu, dostum Yaşar Pınar idi, arayan. Birkaç kez davet etmişti ama erteleyip durmuştum önerisini.

Bu kez diline, alfabesine, ekonomik sistemine, sosyal yapısına tamamen yabancı olduğum bir ülkeye gitmeyi düşünmek bile heyecanlandırmıştı beni. Gitmemek için hiçbir engelimiz yoktu. Yeşil pasaportumuz olduğu için vize de sorun olmazdı.

Eşim de memnun oldu bu davete. “ Diğerleri gelmezse bile, biz gidelim” dedi. Kaymakam Bey ile Belediye Başkanı da kabul etmişlerdi daveti. Simdi sıra uçak biletlerinin alınmasındaydı. Adana’da oturan arkadaşım, Jeoloji Mühendisi Mehmet Yıldırım’a telefon açıp Türk Havayolları ile Odessa’ya hangi günler uçabileceğimizi ve ücretinin ne kadar olduğunu öğrenmesini rica ettim. O da gelmek istedi bizimle ve benden Yaşar’ın telefon numarasını istedi.

Akşam, Mehmet telefon açmış. Yaşar da kendisine “ Sen de gel hemşerim, seni kucağımda yatırırım” demiş. O da gidip 8 kişilik gidiş dönüş rezervasyonu yaptırmış.

Biz biletlerimizi aldırdık ve kesinleşti yolculuğumuz.Ama Kaymakam Bey son anda ortaya çıkan sorunlar nedeniyle bize katılamadı.

Bir zamanlar bizim olan bu toprakları ziyaret edecek olmak beni duygulandırıyordu. Hacıbey, Yeni Dünya, Akerman Kalesi beni alıp tarihin derinliklerine götürüyordu. Modern Rus Edebiyatı’nın oluşmasına en çok katkıda bulunan yazın ve düşün adamı, şair Puşkin buraya iç sürgüne gönderilmişti, ilk sosyalist devrim denemesi sayılabilecek Potemkin olayı burada olmuştu. Tüm bunları düşündükçe, heyecanım da zirveye ulaşıyordu.

Hazırlığımızı yaptık ve hareket edeceğimiz günü beklemeye başladık. Yaşar’dan bir telefon daha aldım. Ukrayna Dışişleri Bakanlığı’na misafirlerinin geleceğini bildiren bir yazı yazmış; bize de Odessa havaalanında gerekirse yetkililere göstermemiz için aynı yazıyı fakslamış.

Bunun üzerine Belediye’ye gittim. Yazı gelmiş ama Rusça. Belediye Başkanımız bana “ Hocam, şunu bir tercüme et bakalım” dedi. Rusça, bilmediğim bir dil ayrıca kiril alfabesine de yabancıyım. Yazının içeriğini bildiğim için başladım tercümeye: “Hamil-i kart yakinimdir. Lütfen âlâkadar olunuz.” Bu belge ancak bu kadar tercüme edilebilirdi!

Sıcak bir eylül akşamı eşimle birlikte Adana’dayız. Fazilet ve Mehmet Yıldırım çifti ağırlıyor bizi. İçten bir ağırlama. Balkondaki masada her şey var. Başkan Ahmet Bahar ve eşi bize katılıyor gecenin ilerleyen saatlerinde. Her şeyine yabancı olduğumuz bir ülkeye gidecek olmanın heyecanı sarmıştı bizi. Uçak sabah saat 05’te kalkacağı için ben hariç herkes odasına çekildi. Hüzünlü ya da neşeli olduğum geceler nedense hiç uyuyamam. Saat 03’te uyandırdım diğerlerini ve düştük yola.Tan yeri ağarırken İstanbul üzerindeydik. Küme küme ak bulutlar masmavi denizin üzerinde, hayır üzerinde değil sanki suda ve buz dağlarını andırıyordu.

Saat 11’i biraz geçe Odessa’ya gidecek uçak havalandı. Bu kez de Karadeniz üzerinde iki mavi arasındaydık. Yolculuk fazla sürmedi, 12.30’da havaalanına kondu Türk Kuşu. Ukrayna Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkili karşıladı bizi ve polise verilecek belgenin adres kısmının doldurulmasına yardım etti. En küçük bir zorlukla karşılaşmadan çıktık. Dışarıda ise, Yaşar Pınar’ın Odessa Belediye Başkanı ile bir görüşmesi olduğu için, bizi Türk Konsolosluğu’ndan bir personel karşıladı. Bizi nasıl tanıdığını sorduğumuz zaman, cevabı oldukça ilginçti: “ Yaşar Bey, bana geçen yıl TRT-İNT’te yayınlanan sizlerin konuşmacı olarak katıldığınız programı defalarca izletti. Ben de sizleri beynime kazıdım.”

İki araç ile şehre doğru ilerlerken gördüğüm yazıları okumaya çalışıyordum ama okuyamıyordum. Kendimi ilkokula yeni kayıt olmuş bir öğrenci gibi hissediyordum.

Odessa, Karadeniz’in kuzeybatısında, Dinyester ile Dinyeper nehirleri arasında Ukrayna’ya ait bir liman kenti. Şehir denize nazır taraçalar halindeki tepelerin üzerinde kurulmuş. Limanla şehir arasındaki iletişim ise denize dikey inen sel yatakları üzerine yapılan yollar ile sağlanmış. Ana sokaklar oldukça geniş. Bir sanayi kenti olan Odessa aynı zamanda ılıman iklimi sayesinde çok sayıda turist çekmekte. 1 milyonun üzerinde nüfusa sahip olan Odessa’da Ukraynalı, Rus, Romanyalı, Rum, Bulgar, Gagavuz Türkleri yaşamaktadır. Resmi dil Ukraynaca olmasına karşın Rusça konuşulmakta.

Bugünkü Odessa, 211 yıl önce Hacıbey ile Yeni Dünya adlı Türk kalelerinin üzerine kurulmuş. İki nehir arasında kalan delta 1240’lı yıllarında Tatarların eline geçmiş. Daha sonraları, Odessa’nın bulunduğu yerde Hacıbey denilen bir liman kenti kurmuşlar. Hacıbey, adını Tatar hanı Koçibey’in adından aldığı sanılmaktadır. Ele geçen ilk yazılı belgeye göre 1415 yılında Hacıbey’den Bizans başkenti Konstantinopolis’e birkaç gemiyle buğday gönderilmiş. XV. asrın sonunda Osmanlı egemenliğinde bulunan Kırım Hanlığı, Hacıbey’i ele geçirmiş. O yıllardan sonra da Hacıbey ismi benimsenmiştir. XVI. yüzyıla doğru bu bölge Osmanlı topraklarına dahil olmuş. 1764 yılında burada “Yeni Dünya” adını verdikleri bir kale kurmuşlar.Yapımında civardan getirilen taş ve kereste kullanılmış. Ama Hacıbey’deki Türk kalesinin ömrü sadece çeyrek yüzyıl sürmüş ve Türk-Rus savaşı sırasında 14 Eylül 1789 yılında Rusların eline geçmiş. Hacıbey’in düşmesiyle Karadeniz’in kuzeybatısındaki kaleler de birer birer elden çıkmış.

O günlerde Hacıbey yerleşim yerinde bir kale, kalenin iki yanında üzeri keçe ile kaplı kulübe ve barınaklar, bir cami, pazar yeri, dükkanlar ve kahvehaneler ile Türkiye’ye gönderilecek malların bekletildiği depolar bulunmaktaydı. Hacıbey’i, 1817-1900 yılları arasında yaşamış ressam Ayvazovski, Odessa Güzel Sanatlar Müzesi’nde bulunan, Hacıbey tablosunda çok iyi tasvir etmektedir. Odesalılar Hacıbey ismini unutmamışlar hatta Odessa Belediyesi kendisine ait lüks bir gezi teknesine Hacıbey adını vermiş.

Odessa şehir merkezinde bulunan ve 500 metre uzunluğundaki Primorski Bulvarı’nın bir ucunda Vorontsov köşk kompleksi yer almaktadır. Buradaki bir bina Osmanlılar döneminde hacı adayları için otel olarak kullanılmış. Dört sütunlu düz revaktan sonra gelen giriş kapısının sağ ve solunda Osmanlılardan kalma süslü üst üste iki tablo mevcuttur. Alttaki tablo dört parçadan oluşan Osmanlıca yazılar içermektedir. Bunun hemen üstünde ise yine süslü bir tablo içerisinde Osmanlı tuğrası bulunmaktadır.

1792 Yaş antlaşmasıyla Turla (Dinyester) Nehri hudut kesilerek bunun sol tarafındaki arazi, yani Aksu ile Turla arasındaki Özi Kırı, Özi Kalesi, Ruslara terk edilmiş. Sağ tarafındaki memleketler, yani Bender, Akkerman, Kili, İsmail ve diğer tarafta Rusların işgalindeki kale ve şehirler Osmanlılara iade ediliyordu. Odessa, Osmanlıların bu antlaşma ile Ruslara terk ettiği topraklar üzerinde 1794 yılında bir Rus kalesi olarak Odesso adıyla kurulmuş ama 1795 yılında II. Katerina’nın balo sırasındaki bir isteği üzerine ismi Odessa olarak değiştirilmiş.

1789 Fransız İhtilali’nden kaçıp Rusya’ya sığınan ve Rus ordusunda Osmanlılara karşı çarpışan duc de Richelieu (dük dö Rişliyö), I. Aleksandr’ın desteği ile Odessa Belediye Başkanlığına getirilmiş ve 1803-1814 yılları arasında şehri yönetmiştir. Limandan Potemkin Merdiveni ile çıkılan Primorskaya Bulvarı’nın tam ortasına da anıtı dikilmiştir. Heykeltıraş, duc de Richelieu’yü (dük de Rişliyö) Roma kıyafeti içerisinde, başı açık, sağ elini denize doğru uzatmış, sol elinde rulo halinde kağıda benzeyen bir nesne tutar vaziyette betimlemiştir. Anıtın kaidesinde bulunan kabartmalar tarım, ticaret ve adaleti simgelemektedir.

Yine Türk-Rus savaşı sırasında, İspanyol asıllı Tuğamiral De Ribas komutasındaki birlik Yeni Dünya Kalesi’ni ele geçirdiği için, kentin bir mahallesine Deribaskaya adı verilmiş. Görülmeye değer bu mahallede bugün ressamlar ziyaretçilerin portrelerini çizmekte, el yapımı hatıralık eşyalar satılmakta ve müzisyenler de enstrüman çalmaktadır.

Deribaskaya’da, 1895-1982 yılları arasında yaşamış ve Rusya’ya cazı tanıtan ve ilk caz grubunu kuran Leonid Utesov’un bir bankın sol kenarına oturmuş tunçtan heykeli bulunmakta. Odessalı bu müzisyen keman çalan, şiir okuyan ve şarkı söyleyen bir sanatçıdır. 1930-1940 yılları arasında meslek yaşamının zirvesine ulaşan Leonid Utesov, Stalin tarafından misafirlerine şarkı söylemesi için sürekli davet edilmiş. Sesini eleştirenlere de şu cevabı vermiş: “Onların dediği gibi olsun; ama ben şarkıları sesimle değil, kalbimle söylüyorum.”

Utesov’un yanına oturanların büyük bir çoğunluğu, kimin yanına oturduğunun farkında bile değil ama dilediği şekilde poz verip fotoğraf çektiriyor. Onlar için önemli olan Odessa gezisinden bir anı. İyi de şehri yönetenler “Siz şimdi şöyle bir şahsiyetin yanında oturuyorsunuz” diyen birkaç dilde yazılmış bilgiler içeren bir tabela koyamaz mıydı? Bunu düşünmemişlerse, bu anıtın yapılmasının anlamı ne diye soruyorum kendime.

Sadece bu değil, aynı yerde boş bir de sandalye var. Yorulanlar otursun diye mi yapıldı acaba diyorum ama değil. O da sırf fotoğraf çektirmek için. İyi de neden sandalye? Bu bir koltuk olabilirdi örneğin. Yok, yok. Bu da bir simge: Odessalı iki kafadar gazeteci yazarın, İlya İlf (1897-1937) ve Yevgeni Petrov (1903-1942), ortaklaşa yazıp 1928 yılında yayınladıkları ve birçok ülkede filme alınan “On İki Sandalye” adlı eseri temsil ediyor. Bu sandalye bunun için burada diyen hiçbir bilgi yok. Turistler oturup fotoğraf çektiriyor; hepsi bu kadar.

Başkan, Mehmet ve ben, Deribaskaya’da hatıralık eşya satılan bir tezgahın önündeydik. Satıcı kadın ile İngilizce konuşuyor ve Başkan’a çeviri yapıyorduk. Tezgahtar bize ”İşadamı mısınız” diye sordu. Ben de evet diyerek Başkan’ı işaret ettim ve patronumuz bu dedim. Kadın bana “ Başkanınız neden İngilizce konuşmuyor” diye sordu. Ahmet Bahar’a nasıl bir cevap vereyim dedim. “ Yanımda İngilizce konuşan iki danışmanım varken, neden kendimi yorayım” cevabına hepimiz güldük.

Eve dönüyorduk. Ben okumayı yeni sökmeye başlayan ilkokul öğrencisi gibi tabelaları okumaya çalışıyordum. Mehmet kendi dünyasında, Başkan ise bizi gerilerde bırakmış, kendi başına ilerliyordu. Bir ara Mehmet’e şöyle dedim: Başkan, dil bilmez; kiril alfabesini de okuyamaz. Onun ya yanımızda ya da arkamızda yürüyeceğini sanıyordum. Oysa bak, önde gidiyor. Az sonra Başkan’a yetiştik ve Mehmet dediklerimi aktardı. Başkan’ın ne diyeceğini merakla beklerken, verdiği cevaba şaşırıp kaldık: “ Politikacı yol gösterir.”

Türk Başkonsolosluğu’nun da bulunduğu Primorskaya Bulvarı’ndayız. Burada Büyük Rus şairi Aleksandr Puşkin’in bir anıtı var. Puşkin, 1820-1824 yılları arasında Odessa’da iç sürgüne tabi tutulmuş. Sürgünden bu yana uzun bir süre geçmesine rağmen Odessalılar Puşkin’i unutmamışlar. Bu abide, Odessalıların bağışı ile 1889 yılında yapılmış. Yaşadığı ev ise müzeye dönüştürülmüş, giriş kapısının yanına şairin bir anıtı daha dikilmiş ve bu caddeye de Puşkinskaya adını vermişler.

1853-1856 Kırım Savaşı sırasında İngiliz ve Fransız gemileri Odessa’yı top ateşine tutmuşlar. 1854 yılında Odessa yakınlarında batan İngiliz Tigr firkateyninden ele geçirilen bir top Belediye Sarayı’nın önüne dikilmiş.

Limandan Primorskaya Bulvarı’na Potemkin Merdiveni ile çıkılmakta. 1837- 1841 yılları arasında yapılan merdiven 200 basamaklı iken 8 basamağı limanın yapımı sırasında toprak altında kalmış. Alt basamağın eni 21, 6 m üst basamağınki ise 12, 5 metredir. Yüksekliği 27 m, uzunluğu 136 m olan merdiven 192 basamaktan oluşmaktadır. Merdivenin en ilginç özelliği yukarıdan bakıldığında sadece sahanlıkların, aşağıdan bakıldığında ise sadece basamakların görülmesidir. Bir Rus generali olan Potemkin’in adı bir zırhlıya verilmiş. 1905 yılında ilk devrim denemesi sayılabilecek, fakir halkın isyanına bu gemide bulunan bahriyelilerin de katılmasının anısına bu merdivene Potemkin adı verilmiş. Binlerce insanın katledildiği bu olay, 1925 yılında da Sergei Eisenstein tarafından Potemkin Zırhlısı adıyla filme alınmıştır.

İkinci Dünya Savaşı sırasında 1941-1944 yılları arasında Almanlar ve Romanyalılar Odessa’yı işgal etmişler. Çoğunluğu Yahudi olan aşağı yukarı 280.000 kişi ya katledilmiş ya da sürgüne gönderilmiş. Kızıl Ordu 1944 yılında şehri kurtarmış. 1945 yılında kahraman unvanını alan ilk dört şehirden biri olmuş Odessa. Şevçenko parkında yapılan 21 metrelik Meçhul Asker anıtı, kahraman şehir Odessa’nın savunulması ve şehrin kurtulması sırasında ölen askerlerin anısına dikilmiştir.

Odessa’da gezilip görülecek yerlerden birisi de Akkerman Kalesi. Oraya giderken Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan’ın kasabasından geçiliyor.

Karadeniz üzerinden yapılan ticareti kontrol altına almak isteyen Fatih Sultan Mehmet, Boğdan’a sefer düzenleyerek burayı alır. Ancak, orduda baş gösteren salgın hastalık dolayısıyla geri çekilir. Fatih’in ölümünden sonra Boğdan Voyvodasının yıllık vergisini ödememesi ve aleyhte faaliyetleri üzerine Boğdan seferine çıkan II. Bayezid, önce Boğdan’ın en önemli ticaret merkezi Kili’yi (15 Temmuz 1484); sonra da 9 ağustos 1484 tarihinde Akkerman Kalesi’ni fetheder. Böylece Osmanlılar Boğdan’ın deniz yolunu keser. Prenslik ekonomik sıkıntıya düşmeye başlar. Akkerman’da kalmış olan bazı Boğdanlılar prenslerini kaleyi geri almaya ikna eder. Osmanlı muhafızların gafletinden yararlanan Boğdanlılar, kale burçlara ipler bağlayarak nehre sarkıtır ve Boğdan askerlerinin bir kısmı kaleye girer. Bir kısmı da ipe asılarak çıkmaya çalışırken, gafletten uyanan Osmanlı muhafızları ipleri keser. Askerler nehre dökülür. İçerdekileri de esir alırlar. Topkapı’da bulunan, 125 cm. uzunluğunda ve üzeri değerli taşlarla kaplı, Romanya ile çoğu zaman sorun yaratan kılıcın sahibi Stefan Çel Mare, (Büyük Stefan) buraları Türklerden geri almak için uğraşsa da başarılı olamaz ve dört bin altın vergi vermek suretiyle Osmanlı hâkimiyetine girmeyi kabul eder. Kili ve Akkerman'ın fethi Lehistan'da Osmanlılardan yana bir endişe doğurur. Kralın gönderdiği ordu, bu kaleleri geri alamaz. 305 yıl Osmanlı egemenliğinde kalan Akkerman Kalesi Hacıbey’in düşmesiyle elden çıkar (30 Eylül 1789 ).

Anlatılanlara göre Kale’de bir cami varmış ama yıkılmış. Minaresi ayakta ancak şerefesi yok kapısı da örülmüş. Kale’de İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından kazı yapılmakta olduğunun duyumunu aldık ama sağlam bilgiye ulaşamadık.

Rus ressamlarının resimlerinin sergilenmekte olduğu Güzel Sanatlar Müzesi de bizleri büyüleyen yerler arasındaydı. İvan Ayvazovski’nin “Hacıbey”, “Kırım’da Akşam”; Vasili Maksimov’un “Ormancı”; Aleksandr Kuprin’in “Bir Kırım Köyü” ve onlarca ressamın tablolarını seyretmek ayrı bir güzellikti.

İlk kez bir delfinaryum göreceğim için de çok heyecanlıydım. Yunuslar hakkında daha önceden edindiğim bazı bilgilerim vardı ama eğitilmiş yunusları yakından izlemek çok daha hoş olacaktı. Yunusların ses çıkararak iletişim kurduğunu, bir yunusun Amerika’da yıllar önce boğulmakta olan bir bayanı kurtardığını, 5 ya da 6 yaşında cinsel erginliğe ulaştığını, 350-360 günlük bir hamilelik döneminden sonra doğurduğunu, 2 ya da 3 yılda bir ve tek yavru dünyaya getirdiğini, doğum sırasında iki dişi yunusun da, anne ve yavrusunu, kan kokusunu alıp gelen köpek balıklarına karşı koruma görevini üstlendiğini, yavru yunusun iki hafta anne ya da “teyzelerinin” koruması altında olduğunu, 12-18 ay annesini emdiğini, dişi yunusun her yıl eş değiştirdiğini okumuştum. Ayrıca bazı süper güçlerin, yunusları düşman deniz altılarının bomba ile batırılmasında kullanılabileceğini yönünde duyumlarım da olmuştu ama açıkçası inanamıyordum.

Gösteri başladı. Yunusların bir düdük sesiyle suyun dışına fırlamaları, kuyruklarıyla bilmem kaç metre yükseklikteki halkalara vurmaları ve kopan alkışlar; çeneleriyle balon taşımaları; eğitmenleri ile dansları; hocanın bacağının biri bir yunusun, öteki bacağı bir başkasının üstünde yaptığı gösteri ve her başarının arkasından hak ettiği balıkları yemeleri gerçekten görülmeye değerdi. 45 dakika süren yunus gösterisi müthişti ve eğitimin önemini bir kez daha gözler önüne seriyordu. Bu gösteriden sonra şimdi bu yaratıkların her işi yapabileceklerine gerçekten inanıyorum.

Odessa çok iyi planlanmış gerçek anlamda bir Avrupa şehri. Bunda da Richelieu’nün payı çok büyük. Ana caddelerin genişliği 35 m. civarında. Geniş kaldırımlarda asırlık kestane ağaçları bulunuyor. Şehir merkezindeki binaların yapımında yöreden çıkarılan iri taşlar kullanılmış ve binalar Çarlık ya da SSCB döneminden kalma. Binaların duvarları oldukça kalın. Çok yüksek olmayan bu binaların bazıları heykel ya da resimlerle süslü. Cadde boyunca dizilen binaların geniş ve uzun koridor şeklinde girişleri var. Koridorun ortasında, sağ ya da solda kapılar bulunmakta. Bu kapılardan caddeye bakan apartmanlara ya da iş merkezlerine çıkılıyor. Koridorun sonunda ise oldukça büyük bir avlu mevcut. Apartman daireleri bu avluya bakıyor; arabalar da buraya park ediyor. Bu geniş ve uzun girişin ana kapısı kapatıldığı zaman, cadde ile irtibat kesiliyor. Arabalar avluda kaldığı için de, yaya kaldırımlarına bırakılmış hiçbir araç görülmüyor.

Sistem değişikliği sırasında, herkesin oturduğu kendisinin olmuş. Bir zamanlar devlete ait olan bu binaların bakımsız bir görüntüsü var. Yeni sahipleri ekonomik yönden rahat ise onları restore ettirebiliyor. Hal böyle iken kent henüz bir inşaat alanına dönüşmemiş.

Hemen hemen herkesin ev sahibi olduğunu öğrendik. İhtiyaç fazlası ev olmadığı için de, merkezde kiralar çok yüksek. Neredeyse bir ya da iki maaş karşılığı. Kira ile geçinmek için bazıları evlerini boşaltıp kiraya veriyor, kendisi de kenarlarda kirada oturuyor ya da ev satın alıyormuş.

İnsanlar ekonomik yönden pek rahat değilseler de sosyal yönden öyleler. Kavga diye bir şey yok. Parklarda eğlenen, kucaklaşan ya da elinde sigara ve içki şişesiyle dolaşan kadınlar bile var. Kimse kimseye karışmıyor. Gecenin geç saati de olsa ne kadına laf atan var ne de peşinden giden.

Gördüğümüz kadınların hemen hemen hepsi ince, uzun boylu ve genelde sarışın. Pahalı giysiler değil üzerindekiler ama özenle seçilmiş. Allah’ın verdiği güzelliği sergilemesini de pek iyi biliyorlar. Duruşlarında, yürüyüşlerinde bir asalet bir güzellik var. Hepsi de güzelliklerinin farkında.

Okuma yazma oranı çok yüksek. Neredeyse %100. İş bulmak zor deniliyor. Emeklilerin hali ise pek iç açıcı değil. Karşılaştığımız emekli bir jeoloji mühendisi geçinebilmek için pazarda hediyelik eşya satıyordu. Benzinin litresi 1 milyon civarında. Dana etinin kilosu 6 milyon. Hilton ayarında bir otelin kafeteryasında tatlı üstü dondurma 4 milyon. Ortalama maaş ise 500 milyon civarında.

Akşamın ilerleyen saatlerinde büyük bir canlılık gözleniyor sokaklarda. Üç tekerlekli araçlarla ya da atlarla turist dolaştıranlar, yol ortasında kalan, bizim Murat 124 benzeri, Lada iteleyenler gözden kaçmıyor. Turistlerin peşini bırakmayan, İngilizce “lütfen, lütfen!” diyerek para dilenen çocuklar görmek olası.

Sosyal ve ekonomik yönü çok iyi tanıyabilmek için insanlarla birebir konuşmak gerekir. Dil sorunu nedeniyle burada anlattıklarımız bazen gözleme, bazen de başkalarının anlattıklarına dayanıyor. Ama ne olursa olsun Odessalılar yaşamayı, eğlenmeyi ve giyinmeyi seviyorlar. Görebildiğimiz kadarıyla da biraz gösterişe düşkünler. Lüks arabalar içinde gecenin ilerleyen saatlerinde yüksek sesle cısta da cıstık diyen müzikler çalınıyor. Sokaklarda ne bağıran var ne de polis arabalarının tepesinde dönüp duran lambalar.

Ukrayna’da da kiril alfabesi kullanıldığı için, neyin ne olduğunu anlamak zor oluyordu. Kiril alfabesindeki harflerin bir kısmı Latin alfabesinde de var ama aynı sesin karşılığı değildi. Bazen yanlış okuduklarımız da olmadı değil. Örneğin, Mehmet Yıldırım, dijital fotoğraf makinesinin hafıza kartını almayı unutmuş. Bir yenisini satın almak istiyordu. Nerede bulabiliriz derken ben bir dükkanın tabelasını ”siber market” diye okudum.Burada bulunabilir diyerek gittik. Ne görsek beğenirsiniz? Burası bir süper marketmiş.

Dikkatimi çeken önemli noktalardan biri: Bazı anıtların altındaki bilgiler sadece Rusça. Bazıları hakkında hiç bilgi yok. Caddelerden birinde bir portakal anıtı var. Odessa portakalı ile tanınan bir kent değil.Ne ifade ettiği anlaşılmıyor.Bazı bilgiler edindim ama ne derece doğru bilemiyorum. Duyduklarıma göre, şehrin inşası sırasında, para bitmiş. Katerina’ya bir gemi dolusu portakal gönderilmiş.Bunun üzerine İmparatoriçe para yollamış ve şehir tamamlanmış. Onun anısına da portakal anıtı yaptırılmış. Doğru mu yanlış mı bilemiyoruz. Anıtın yanına bilgi veren bir levha konsaydı, doğrusunu öğrenirdik.

Odessa için turistik bir şehir deniliyor ama kafe ve lokantalarda hizmet bazen Afrika, bazense Avrupa. Odessa’nın en büyük eğlence merkezi olan Arkadya’da, deniz kenarında bir kafeye çay içmeye girdik. “Sıcak su yok” dediler ve çay yapmadılar. Biz de zorunlu olarak başka içecekler aldık. Buna karşılık gittiğimiz bir Meksika lokantasında ise servis mükemmel, fiyat da oldukça makuldü. Yemek sırasında, yabancı bir ülkede, Tarkan’dan bir parça dinlemek insanın göğsünü kabartıyordu.

Odessa aynı zamanda bir kültür şehri. Yazar İsaac Babel; şair Anna Akhmatova burada doğmuş. Operası, tiyatrosu ve filarmoni orkestrası ile dünyanın önde gelen şehirlerinden biri. Tiyatrosundaki tamirat ne yazık ki hala bitirilememiş.

Zengin bir mutfak kültürüne de sahip olan Odessa’nın yemeklerinden en çok beğendiğim ve aklımda kalanı, içerisinde çok küçük kuşbaşı et bulunan, pancar, patates, havuç ve beyaz lahanadan yapılan ayrıca içerisine kızartılmış ufak ekmek parçası ilave edilen “bortç” ya da “borç” diye telaffuz edilen çorbası.

Dönüş için 15 Eylül 2005 Perşembe günü Odessa hava limanındaydık. Bekleme salonuna yakın bir yerde sigara tiryakileri için camdan bir “tecrit” odası yapılmış. Ben de girdim o gaz odasına amcamın kızı Fazilet ile. Başkan da bizleri bu kafeste ölümsüzleştirmeye çalışıyordu.

Öğleden sonra İstanbul’a indik. Adana’ya uçmak için iç hatlara geçtik. Bir tecrit odası aradım ama yoktu. Yapılan yazılı uyarılara göre, sigara sadece bazı kafelerde içiliyordu. Hem su hem de tütün gereksinmemi gidermek için az ilerideki bir kafeye girdim. Bir küçük şişe su için 3 lira 50 kuruş (3.500.000 TL) istemeleri, doğrusunu söylemek gerekirse, hiç hoşuma gitmedi. Sigaradan da sudan da vazgeçerek döndüm bekleme salonuna.

Unutamayacağız anılarımız oldu Odessa’da. Bu anıları yaşamamıza vesile olan Ferdane ve Yaşar Pınar çiftine, şahsım ve geziye katılanlar adına bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum. Bize gösterdikleri içtenlik, dostluk ve misafirperverlik unutulabilecek cinsten değildi.

Böylesine güzel gezilerin darısı dostlar başına.

 
Toplam blog
: 95
: 1738
Kayıt tarihi
: 12.06.07
 
 

Emekli öğretim görevlisi, çevirmen, öykü yazarı, kültür ve düşün dergisi Gerçemek'in sahibi ve ge..