Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '11

 
Kategori
Deneme
 

Olmak ya da olmamak

Geçen gün, arkadaşlarla bir okulu ziyarete gittik. İlkokul 5. sınıf öğrencileriydi kaynaştıklarımız. Bir ara, öğrencinin biri, “ Yazar olmaktan her zaman memnun musunuz? “ diye sordu.

Yanıtlandı sorusu arkadaşlarca. Fakat ben yanıtlardan çok sorunun kendisine takıldım kaldım. Başladım sorgulamaya:

-Yazar olunur mu yoksa doğulur mu?

-Yazar olmak mıdır yoksa varolmak mıdır?

-Yazar olunur mu ya da oldurulur mu?

-Yazar olmakla yaz-an olmak arasında fark var mıdır?

-Yazar olmak insan yaşamının bir parçası mıdır, yoksa bir yaşam tarzı mıdır?

-Yazar olmak ile yazar-lık kavramlarını kurcalamak; yumurta mı tavuktan çıkar, yoksa tavuk mu yumurtadan, şeklinde bir kısır tartışmaya mı yol açar?

-Kitap yazan ile gazete ve dergilerde yazan yazarlar şeklinde bir ayrım, statü açısından nasıl konumlandırılır?

-Yazar için yazmak, bir zorunluluk ya da sorumluluk mudur?

-Yazar için zorunluluk ya da sorumluluk dışında “memnun olabileceği” üçüncü bir boyut söz konusu mudur? Yoksa zaten bu seçimlerin içinde üçüncü bir boyut var mıdır?

-Yazar olunmuşsa eğer, yazar “olduğunu” nasıl anlar?

-Yazar olmak zamanla mı sınırlıdır? Bu zaman dilimi düz müdür, dikey midir?

Gibi, gibi, gibi, gibi…

Bütün bu sorgulamaları aslında “soru” sorma yeteneğimi geliştirmek için yaptım. Çünkü, ben gerçekten “soru” sormanın ayıp olduğu bir kuşaktan geliyorum. Geç de olsa bugün bu ayıbımın(!) utanmadan üstüne üstüne gitmek istiyorum. Yanılmıyorsam ünlü bir bilginin çocukluğunu anlatan yaşamöyküsünün kesitinde okumuştum. Her gün okul dönüşü bu bilgine annesi, “Oğlum, bugün öğretmenine hiç soru sordun mu? “dermiş. Çünkü soru sormuşsa, öğretmenini dinlediğinin veya az çok konuyu kavradığının göstergesiymiş bu annesi için. Benim için de öyle. Hanım hanımcık olmak adına, üç maymunu oynamaktan yoruldum artık. Fakat maymun olmadığımı da(!) anımsayarak, sağlıklı bir iletişim adına(görmedim-duymadım-konuşmadım)diyemeyeceğime göre, dengeli bir şekilde beş duyumu da kullanmaya istekliyim.

Metaforların, yaşantımdaki önemini ve zenginliğini görüyorum artık.”Hanım hanımcık bir kadın olmak”ile “Erkek gibi bir kadın olmak” arasında gidip gelmek yerine; yerine göre her ikisini de kullanmak gibi bir seçimim olabileceğini bugün farkındayım. Hatta bu farkındalığımı abartarak şöyle pozitif bir ayrımcılığa kadar vardırabilirim işi; “Erkek gibi bir kadın olmak “, bu ataerkil toplum yapısında” Kadın gibi erkek olmak”tan yeğdir, diyebilirim bile. Yargılamadan uzak sadece bir tespit yapmak adına tabii.

Metaforlardan söz açmışken, İlhan Selçuk’ tan (İskele Sancak) bir alıntıyla bitirmek istiyorum yazımı.” Benzetmenin iki yanı da belirginse, Osmanlıcada buna “ teşbih” diyoruz; daha sisli, puslu, belirsiz benzetme yöntemlerine, eskiden “istiare” denirdi; artık çoğunlukla Frenkçesi yeğleniyor;”metafor” bir yanı saklı tutulan benzetmedir.

Anlamak için yazının başında altını çizdiğimiz benzetmeleri tersine çevirelim:”ok gibi kirpik” yerine, kirpik gibi ok; “servi gibi boy” yerine, boy gibi servi; “pelte gibi adam” yerine, adam gibi pelte, desek olur mu? Olmuyor… Ama halk ağzında çok yinelenen “hükümet gibi kadın” ı tersine çevirdiğimiz zaman ortaya çıkan benzetme düşündürücü: “Kadın gibi hükümet”e ne dersiniz?

 
Toplam blog
: 423
: 186
Kayıt tarihi
: 10.10.11
 
 

İkbal Özlen DİNÇERLER. 14.02.1960 doğumlu. izmir Kız Lisesi Edebiyat Bölümünü okudu. Buca Eğitim ..