Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ocak '11

 
Kategori
Felsefe
 

Ölmeden Önce Ölmek Cesareti

Ölmeden Önce Ölmek Cesareti
 

Guatam Buda, “Doğum acıdır, yaşam acıdır, ölüm acıdır.” demiştir. Bunu derken, yaşamın tek düzeliği içinde hareket ederken, iyi ve kötü, doğru ve yanlış şeklinde düşünerek davranırken, hayatın bir ıstırap olduğudur. Ego oyunlarını oynarken, insanın kişilikten bireye, bireyden evrensel insana yolculuğu, onun aydınlanmasıdır. İnsan aydınlanmaya doğru koşmadıkça, karanlıkta kalmaya devam edecektir. 

Bedensel isteklerden vazgeçme ve nirvana diye bilinen en yüksek aydınlanma yoluyla acıdan çekmekten kurtulmak, senin öncelikle fiziksel değil, egoda ölmendir. Ruhen dirilmen için, egoda ölmen gerekir. 

Ego, insanın sahte bir güvenlik hissi içinde olmasını sağlar. Örneğin çocuk, aldığı isim ve ilgi toplama şekliyle, tohum olrak güvenliğini bir süre sürdürü. Ego, senin kabuk olarak, senin tohum olrak kalmandır ve çiçek açman için, ruhsal olarak varoluşu deneyimleyebilmen için çiçek açman, aydınlanman gerekir. 

Korunma o kadar uzun sürebilir ki, sonunda kendine söylediğin yalanlar, sığındığın bahaneler, başkalarına attığın, verdiğin sorumluluk öylesine büyük olur ki, kendini tamamen unutmuş, hakikati tamamen gözden yitirmiş olursun. Artık yalan, senin hakikatin olmuştur ve sen egonu, asıl benliğin, özün sanırsın. 

Korunma süresi öyle uzun sürer ki sen kendini ekendi ellerinle bir hapsihaneye tıktığını fark edemezsin. Böyle kendini güvende, riskten uzak, emin, doğru, rahat, yani rahimde hissedebilirsin. Aslında egon, senin hapishanendir, senin sahte güvenliğindir. Ego olduğu sürece insan tohum olarak kalmaya devam eder ve kabuk olarak kalır. Kabuğu bırakmak, onu terk etmek, çiçek açmak için kendini zorlayamazsın, bu daha da fazla soruna neden olacaktır. Sadece doğanla buluşman, doğanı anlaman gerekir. 

Ego sadece koruyucu bir kabuktan ibarettir ve ego olduğu sürece bazı şeyler hiçbir zaman değişmez. Ego varken varoluşla dans edemezsin, yaşamın bir coşku, bir tutku, paylaşım, minnet değildir. Ego olduğu sürece sen çatışma halindesin, olmayan sorunlar yaratıp onları çözmekle kendini oyalıyorsun, arzulara bölünmüş durumdasın. 

Modern filozfların pek çoğuna göre hayat anlamsızdır, çirkindir. Onalr Buda’nın “yaşam ve ölüm çarkı” dediği çarkın içinden çıkamadıkları için, daha ötesini göremezler ve hayatın acılığına, yaşlılığa, bitkinliğe, umutsuzluğa, hastalığa bakarlar. 

Aydınlanma yolundayken, ölmeden önce ölmüşsen, dünyanın geçiciliğini, yanlış ve doğrunun, iyi ve kötünün ötesine geçebilirsin. O zaman dünyadan el etek çekmeden, kendini bir manastıra kapatmadan, dünyada olursun ama dünyaya ait olmazsın. Çözüm, senin her eylemini farkındalıkla, bilinç dolu gerçekleşmendir, nedenlerini ve sebeplerini kendine açıklayabilmendir. O anın içinde olmak, tamamıyla o anda olmaktır. 

Nerede, kim olursan ol, aydınlanma senin manevi, tatmin dolu bir hayat yaşamandır. Artık istesen bile aynı kişi olamazsın, sen hakikatini keşfettikten sonra, hakikat de seni keşfedecektir. 

Sen dünyanın içinde, dünyayla birliktesindir ama dünyaya ait değilsindir. Hırsların yarattığı hırs, kaygı, sürekli çatışma hali, sorun yaratmak, kıskançlıklar, kıyaslamalar, zirve saplantısı, mükemmellik takıntısı son erer, o üstündne eriyip gider. 

Çocuk için ego bir ihtiyaçtır, onun korunmaya, ilgiye, bakıma, yuvaya, besine ihtiyacı vardır. Önemsenmek ve bakılmak ister ve bunla birlikte ego da gelir. Çocuk egoistliği böyle öğrenir ve egoyla birlikte ortaya çıkan tüm problemler ortaya çıkar. 

İnsanın ilerde insanlarla yakınlaşmaktan korkması, sahte benliği hakikati sanması, koşullanmışlıklarını, bastırılmışlıklarını fark edememesi, hiç kimseye, sevgilisine bile kendini olduğu gibi açamaması, egonun esaretinden kaynaklanır. 

Ego, kişinin gerçek bir sevgili olmasını engeller, çünkü ego herkesin kendine boyun eğmesini, ona uymasını, teslim olmasını ister ama kendi hiç kimseye açılmak, kendini bırakmak, teslim olmak istemez. 

Ve sen sevdiğinde içinin kapılarını açarsın, 3 aşık olduğunda kendini teslim dersin. 

Sevgi ve ego iç içe varolamaz, iç içe yaşayamaz. 

Başka birini kendi istediğin gibi olmaya zorladığında, ona koşullar sıraladığında onu öldürmüş olursun, onu bir araca indirgemiş olursun. Sek kendi sahtelğinle varolmaya devam edersin, hakikatini gizlemeye davm edersin ama herkesin sana karşı dürüst, doğru, erdemli, gerçek olmasını beklersin, olmadığı için şikayet edip durursun. 

Ne zaman kendini şikayet halinde yakalarsan içine bak. Hakikate kendinden başla. 

Hayatında sevgi yoksa, aşk yoksa, çiçeklenmek yoksa hiçbir zaman baharı yaşayamayacaksın, hayatında hiç dans, şiir, coşku, paylaşım olmayacaktır. Bunun yerine zihnin kirli hesapları, rasyonellik, mantık, hesap-kitap olacaktır. Ben sana mantıksız ol demiyorum, ama sadece zihinle harket eden bir insan, ölü bir insandır, onun bir robottan farkı yoktur, onun bir yaşamı yoktur. Onun hayatında bir sıcaklık, yaratım, minnet olmayacaktır, aksine soğukluk, kurumuş olmak, verimsizlik ile baş başadır, o sevgisizlikle kendi köklerini kurutmuştur. 

Bir çiçek kokusunu, bir kuş sesini, bir yağmur rahmetini varoluştan esirgemez ama zihinle hareket eden insan kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmediği için içi kurudur, ölüdür, onun paylaşacağı bir şey yoktur. Bir ağaç gibi yaşamak, yeşillnemek, taştı meyveler sunmak yerine bir kaya gibi durur. Bu bir kutlama, bir sevinç değildir. 

Fazla akıllı bir hayat düpedüz deliliktir. Hayatın bilgeliğe, şiire, aşka ihtiyacı vardır. Düzyazı güzeldir, rakamlar güzeldir, kullanışlı ve gereklidir ama sırf bunlarla hareket etmek sana hiçbir şey getirmeyecektir, manevi olarak, ruhsal yolculuğunda sana hiçbir fayda sunmayacaktır. 

İçindeki şiiri soldurma. Ego öldüğü zaman, topraklarında binlerce çiçek hayat bulabilir. 

Şiir için, sevinç için, voşku ve paylaşım için senin şiire teslim olmaya ihtiyacın var. Ancak bu şekilde ego üstünden kayıp düşebilir, ancak bu şekilde sevgiyle dolup taşarak, sevmeyi öğrenerek, eylem halinde dünyadaki yolculuğunu aydınlatabilirsin. 

Egoda ölmeden, gerçek hayata doğamazsın. Sadece “mış” gibi yaparsın, kendini bir süre daha kandırmaya devam edersin, sevdiğine inanırsın ama yanıt alamdığın için, beklentilerin olduğu için sevilmediğini düşünürsün. 

Şiire, dansa kendini bir an bile teslim edersen, senin ötenden olanla tanışma şansın doğar, kendini bilinmeyene, yeniye, körpe olana açtığından sevgin, aşkın bir şiir olur. Ve sen şiir olduğunda, şiir haline dönüştüğünde artık hayatta kalmak yerine, nefes alıp vermek yerine tercihlerinle, farkındalığınla, bilincinle gönül yolunda ilerlemeye başlarsın. 

Ancak gönül yolunda ilerleyenler, kişisel menkıbelerini gerçekleştirenler ilahi olanla tanışabilirler. 

Meditasyon halinde olman, minnetle dolup taşman, sevmekle yıkanman şiir halinde var olmanla mümkündür. Bu dingin farkındalığın içinde yalnızca bir beden olmanın ötesine geçebileceksin, sessizliğin, senin huzurunun, içgörünün, farkındalığının zirvesi olur ve böyle bir zirve karşısında Everest bile ufacık kalır. 

Tüm yaşamın mantıktan, ertelemelerden, korkulardan, kaygılardan ibaretse, koşullanmışlıklarla, bastırılmışlıklarla iç içeyken gündelik yaşam senin sadece hayatta kalmandır. Hayatı yaşamak ile hayatta kalmak arasında muazzam bir fark vardır, onlar neredeyse taban tabana zıttır. 

Ruhunun derinliklerine dalmak, hakikati keşfetmek yerine meditasyon haline geçmek, şiir olmak yerine, minnet haline geçmek yerine dua edeceksin, Allah’la çirkin pazarlıklara girişeceksin, cennet ticareti yapmaya devam edeceksin ve sorumluluğu hep başkalarına, Allah’a, dine, kadere, alınyazısına, devlete, otoritelere, patrona, arkadaşına atmaya devam edeceksin ama korkundan dolayı sorumluluğunu hiçbir zaman almayacaksın. Psikolojik olarak bir engelli olarak hayatta kalacaksın. 

Tüm problemelerin kökeni manevidir, Jung bunu ilk anlayanlardan biri olmuştur. 

Ertelemek, ölüm korkusuyla, başarısızlık kaygısıyla titremek ve durmak yerine eyleme geç. Herkes yaşamı derinlemesine deneyimlemeden ölümden korkar hale geliyor, ölüm geldiğinde onu kucaklamak, onu sindirmek yerine, ölümü son misafir olarak kabul etmek yerine düşman olarak görürsün. Kendi hayatının sorumluluğunu almayanlar, derinlemesine hiç yaşamayanlar için ölüm en büyük düşmandır. 

Yaşamın ne olduğunu deneyimlemişsen, kendini tanıyıp sevmişsen, sevgiyle dolup taşıyorsan ölüm sana ne yapabilir. Sadece bu form ortadan kalkacak, ama bilincin sonsuzluğa paralel olarak varolmaya devam edecektir. O zaman annenin, babanın, toplumun, dinin şartlandırmaları, yarattığı korkular ortadan kaybolur. 

İnsanların çoğu ölümden bile bahsetmekten rahatsız oluyorlar, arkalarında kalanlar da mezar taşarlına sözde sevdikleri kişinin ölmediklerini, sadece uyuduklarını, son uykuya yattıklarnı yazdırıyorlar, söylüyorlar. Ve onun cennete gittiğini, Allah’a kavuştuğunu, başka bir dünyaya gittiğini ifade etmeye devam ederler, ölümden kaçmaya devam ederler. 

Ne zaman biri ölse, onun ne kadar çalışkan, iyi, genç olduğu, adeta bir melek olduğu araya eklenir. Ölün herkes aniden bir azize döner ve dünyadayken ondan pek çok kişi şikayet etmiş, kimse onu takdir etmemiş, kimse onu fark etmemiştir. 

Sen kendi benliğini kazanmak için egoda öl, ölmeden önce öl ki, insanların arkandan söyleyeceği sahte sözlere kalma. 

Ölümü uzak tutumazsın, hayat risk demektir ve gerçekten yaşayan bir insan riskten korkmaz, onu hayatın doğal özelliği olarak, güzelliği olarak kabul eder. 

Yaşam derinlemesine yaşanmalı ve ölüm, böylesi bir yaşam karşısında sadece minnet duymalıdır. 

Öyle güzel yaşa ki, bırak ölümün doyasıya olsun, ölüm için bir minnet olsun. 

 
Toplam blog
: 48
: 2763
Kayıt tarihi
: 15.09.10
 
 

Sanskritçe: Kendini bilen ve kendinin ustası olan. Doğdu, büyüdü, ölecek. Sonsuza kalmak için değ..