Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Mayıs '13

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ölüm, yaşam ve doğum...

Ölüm, yaşam ve doğum...
 

Güneş yüzünü gösterdi yeniden…

Birkaç gündür yaşadığımız puslu ve yağışlı hava sona erdi ermesine de yüreğimde ki pus henüz yerini güneşe bırakmadı.

Zor çok zor geçen bir mesai gününün ardından tamda kafama koyduğum üzere bu satırları yazarken benliğim üç eşit parçaya bölünmüş vaziyette…

ÖLÜM                        

YAŞAM  

DOĞUM                                                                                                                                           

Biliyorum erken sonumu getirecek ama bir nefes daha çekiyorum sigaramdan gayet bilinçli bir şekilde. Üzerindeki dövme motifleri yok olmaya yüz tutmuş ama pırıl pırıl olan eski bakır kül tablama silkeliyorum külleri. Gözlerimden yaşlar akıyor,  klavyenin üzerinde ki harfleri görmekte güçlük çekiyorum. Biliyorum acım hala yerli yerinde. Geçtiğimiz hafta kaybettiğim BÜYÜK TEYZEMİN anısına aldım bu eski;  kullanılmaktan konturları ve dövme motifleri yok olmaya yüz tutmuş bakır kül tablasını. Onun kırk seneyi geçkin bir süredir yaşadığı minik canının içi evinden. Ne çok seviyormuşum meğer. Meğer ne çok emeği varmış üzerimde. Ne acı ki torunu ve benim mesut mutlu bir yuva kurduğumuzu göremeden gözlerini yumdu hayata. Seksen iki yaşında evinin camlarını sabahın altısında silip, mahalle esnafı ile helalleştikten sonra bir anda kaybettik kendisini.” Kör ölür badem gözlü olur” derler ya şimdi onun arkasından anlatacağım iyilikleri belki sizlere öyle gelecek. Ama şu kadarını söyleyeyim; gönül gözü sonuna kadar açık; tüm sülaleyi birleştiren, mal mülk derdinde hiçbir zaman olmamış ve elinde avucunda ne varsa kelimenin tam anlamıyla herkesle paylaşan “eski toprak” bir kadındı büyük teyzemiz.  Belki de ondan öğrenecek şeyimin çok olması ve henüz öğrenememiş olmaktı beni bu kadar yıkan zamansız ölümüyle… Belki de birçok ilden cenazesine birkaç saatliğine gelen gözü yaşlı akraba ve eş dostun söylediği bütün o içten sözlerin gururuydu içimi acıtan.

Kafam kazan gibi geçirdiğim iş gününün sorunları ve yaşadığım kayıp iç içe geçmiş. Öylesine yaşıyoruz. Neyi tam yapabiliyoruz ki hayatımız da? İyi bir çalışan olmak için, alın terinle para kazanmak için çaba sarf ederken başarısızlıklar yaşıyorsun iş hayatında. Sanki dünyaya kazık çakmışız gibi ihmal ediyoruz sevdiklerimizi. İyi bir evlat olmuyoruz belki. Belki iyi bir karı-koca. İyi bir anne ya da baba olamıyoruz ( ben hiç yaşamadım) . Yarım yamalak devam ederken hayatımıza günler geçip gidiyor yaş oluyor kırk! Ne zaman otuzlar bitti? Ne zaman yitirdim hayallerimi yaşama dair. Ne zaman vazgeçtim aşık olmaktan sevmekten? Ve biliyorum ne yazık ki çok da çabuk gelecek elliler. Tarihe iz bırakmak olmadı hiç niyetim ya da başarılı bir kariyerin altına imza atmak. Her zaman vicdanımın rahat olduğu huzurlu ve sevgi dolu bir yaşam sürmek istedim istemesine ama…

Dün gece Facebook ta paylaşılmış resimlere bakıyorum minik bir bebeğin fotoğrafları ailemize henüz katılan. Yeni bir yaşam dün başladı. Büyük annesinin kollarında gözleri kapalı durduğu fotoğrafa bakıyorum. EY SEVGİLİ BEBEK büyükanneni ne çok mutlu ettin varlığınla!  Umarım sevmesini bilen, elindeki avucundakini başkalarıyla paylaşacak kocaman bir yüreğe sahip olursun. Umarım annenin, babanın, benim ve tüm akrabalarının yapamadığı;  olamadığı denli yüce bir insan olursun; senden tam tamına bir hafta önce  önce ölen büyük büyük teyzen gibi.  Elim telefona uzanıyor… Aramak istiyorum kutlamak ama korkuyorum… Ben henüz affetmeyi öğrenemedim sanırım. Sanırım ben asla büyük bir insan olamayacağım.

Ölüm, yaşam ve doğum. Her şey boş geride bıraktığımız imzadan ve belleklerdeki anılardan öte…  

  

 

 
Toplam blog
: 200
: 959
Kayıt tarihi
: 21.04.08
 
 

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü mezunuyum . Maalesef bir tak..