Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mart '10

 
Kategori
İnançlar
 

Ölüm korkusu – dinin kaynağı

Ölüm korkusu – dinin kaynağı
 

Birçok dinci blog yazısında buna benzer resimler görürsünüz. Çaresiz, savunmasız ve zayıf insan tipi


Bütün hayvanlar tehlikeden kaçarlar. Yaşantının devamı için tehlikeden uzak durmak gerekir. Ancak insandan başka hiçbir hayvan tehlikenin sonunun yok olmak, yani ölmekle biteceğini bilmez. Bu içgüdü bütün canlıların genlerine işlenmiştir. Canlılar birbirlerini yiyerek yaşarlar. Hayvanların kimi otçuldur, kimi de etçildir. Kurt, kartal, arslan gibi yırtıcı hayvanlar ölüm tehlikesi kaynağıdır.

İnsan, bilincini kazandığı zaman kendisi ile geri kalan her şey arasındaki ayrımı fark etti. Aynı zamanda gözlemleriyle günün birinde yok olacağını, yani öleceğini anladı. Babası, kardeşleri, annesi, çevresinde tanıdığı insanlar ölüyor, vücutları çürüyor ve onları bir daha görmüyordu. Aynı şeyin günün birinde başına geleceğini anladı. Fakat bu kabul edilemez bir şeydi.

Yırtıcı hayvanlar insanlara da saldırıp yiyordu. Sonra bir şey fark ettiler. Başka bir hayvan öldürüp eti atıldığı zaman bu yırtıcı hayvanlar – amaç sadece karın doyurmak olduğu için – insanları yemiyorlardı. Geçici de olsa ölümden kurtuluyorlardı. Hatta daha iyisi, belki öldürecek hayvan bulamayınca içlerinden birini öldürüp – yani kurban edip – ölümden kurtuluyorlardı.

Ama insanlar bir şey daha fark ettiler. Ölüm sadece yırtıcı hayvanlardan gelmiyordu. Bir yanardağ patlaması, bir sel felaketi, deprem, kıtlık gibi doğal afetler de insanların canını alıyordu. Üstelik bu afetlerde yırtıcı hayvanlar da ölüyordu. Demek insanları öldüren yırtıcı hayvanlardan daha kuvvetli bir şey vardı. Acaba bu içinden ateşler çıkan dağ mıydı? Yoksa gündüzleri aydınlatan, yakan, kavuran güneş miydi? Yoksa yerin dibinde yaşayan, kızdıkça ateşleri dışarı çıkaran bir güç müydü? Peki acaba aynı önlem burada da işe yarar mıydı? Bunlar için de kurban verseler? Genç ve güzel kızlardan, veya gürbüz çocuklardan, yakışıklı delikanlılardan kurbanlar verseler ölümden kurtulurlar mıydı?

Bir şey daha oldu. Kendisi ve kendisinden başka şeylerle araya sınırı koyduktan sonra, ölüp yok olmak düşüncesi insana çok ağır geldi. Bunun yerine bu duruma nasıl geldiği konusunda içinde su, çamur, ateş bulunan birçok hikaye uydurdu. Çevresindeki her şeyin geçici olduğuna, yaşadığı sıkıntıların ölümle son bulacağına ve öldükten sonra başka bir yerde (cennet olabilir mi?) ölümle biten bir zaman sınırlaması olmaksızın sonsuza kadar mutlu bir şekilde yaşayacağına kendisini ve başkalarını inandırdı. Buna inanmış görünmesine rağmen aklının bir köşesinde ölmekten ve ölüm tehlikesinden hep korktu.

Bir süre sonra yeni bir ölüm kaynağı ortaya çıktı: İnsanın kendisi. İnsanlar birbirlerini yemek için değil fakat yiyeceklerini ellerinden almak için öldürmeye başladılar. Ben ve diğerleri ayrımı, nüfus arttıkça toplumsal bir yapıya dönüştü. Aynı inanışta, gelenekte ve birbirleriyle akraba olan insanlar bir arada yaşamayı tercih ettiler.

İnsanlar çoğalıp dağıldıkça başka yerlere göç edenler farklı kurban etme yöntemleri geliştirdiler. Önceleri yırtıcı hayvanlar tanrı muamelesi görürken daha sonra Mısır’da ve Azteklerde güneş tanrısı, Kuzey Afrika’da yeraltı tanrısı ortaya çıktı.

Ama insanların başına hep kötü şeyler gelmiyordu. Öyle ise – özellikle kurban işlerini akstamdıkları zamanlar - iyiliklerini isteyen bir takım güçler de vardı. Daha sonraki dönemlerde her işin bir tanrısı olmaya başladı. Göklerin tanrısı, yerlerin tanrısı, denizlerin tanrısı, bereket tanrısı, kötülük tanrısı gibi. Bir takım adamlar bu tanrılarla ilişki içine girdiklerini ve felaketleri kontrol edebileceklerini iddia ettiler. Bu iddialarının geçerli olduğunu ispat için güneş tutulması, ay tutulması gibi bugün sebeplerini çok iyi bildiğimiz doğa olaylarını delil gösterdiler. Bunların güçlerini gösterdikleri kutsal yerler oluştu. Zamanla buralara tanrının evi dendi. İnsanlar ölmemek için onlara inandı. Böylece tanrı olayı insanlar arasında kurumsallaşmaya başladı.

Ama bildiğiniz gibi diyalektik burada da işledi. Zaman içinde tanrıların sayısı azalmaya ve somuttan soyuta doğru değişim gösterdi. Örnek olarak eski İran’da sadece iki tanrı vardı: İyilik tanrısı ve ateş tanrısı. Önceleri yırtıcı hayvanlara tapanlar daha sonra görünmeyen tanrılara taptılar. Tanrılara verilen kurbanların şekli değişti. İnsanlar öldürülmez oldu. Onun yerine koyun gibi hayvanlar kesildi. Daha barışçıl şeyler eklendi. Yağmur dualarına çıkıldı. Hatta küçük dilekler için kutsal yerlere gidip bir mum dikmek, bir ağaç dalına çapıt (bez parçası) bağlamak yeterli oldu.

Bütün değişmelere rağmen insanlar bir deprem olduğunda ‘7.4 yetmedi mi?’ yazılı pankartlar açmaktan geri kalmadılar. Dikkat edin, dinciler hem ölümden sonra hayat var derler, hem de insanları ölümle korkutmaya çalışırlar. Çünkü din acı çekmekle, ölüm korkusuyla beslenir. Yine dikkat edin, ölümden en çok korkanlar, dine en sıkı bağlananlardır.

Her şey o kadar açık ki, öykünün sonunu tamamlamayacağım. Siz içinizden nasıl geliyorsa öyle tamamlayın.

 
Toplam blog
: 125
: 6625
Kayıt tarihi
: 18.11.09
 
 

İstanbul 1980 doğumluyum. Yüksekokul mezunuyum. İstanbul'da oturuyorum. Dünya ve çevre hakkında düşü..