Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mayıs '13

 
Kategori
Müzik
 

Ölümsüz bir aşk: Çigdem Talu & Melih Kibar - I

Ölümsüz bir aşk: Çigdem Talu & Melih Kibar - I
 

TÜM BİR YAŞAM


08 Mayıs 2013 Çarşamba akşamı eşimle beraber, Fuar alanındaki İsmet İNÖNÜ Sanat Merkezindeki bir konsere giderken, bu konserin beni ne kadar çok etkileyeceğini doğal olarak bilemezdim. Konserin adı “Melih Kibar & Çiğdem Talu; Tüm Bir Yaşam”dı. Solistler; Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikisi Konservatuarı öğretim görevlileri Sayın Seher Dilmaç MERİÇ hanımefendiyle, Sayın Ahmet UTKU beyefendiydi. 

Konser; adından da anlaşılacağı gibi, Melih ve Çiğdem’in bestelerinden oluşuyordu. Rahmetli KİBAR ve TALU’dan ‘Melih ve Çiğdem’  diye söz etmeme tepki göstermeyin lütfen. Çünkü konser bittiğinde benim ayrıntılarını yeni öğrendiğim bu ‘ölümsüz aşk’tan dolayı onlar benim için artık ‘Melih ve Çiğdem’ oldular ve bundan sonra artık öyle kalacaklar. Yaklaşık iki saat sona erdiğinde; ‘Sessiz Veda’, ‘İşte öyle bir şey’, ‘Her şey seninle güzel’, ‘Bir de bana sor’, ‘Neydi o yıllar’, ‘Aldım başımı gidiyorum’, ‘Hep böyle kal’, ‘Söyle canım’ ve ‘Sevdan olmasa’ gibi her biri yeni deyimle hit olmuş, yaşı benim yaşıma yakın olan herkesin ezbere bildiği muhteşem 19 eser icra edilmişti. Görsellik ve ses kalitesi açısından Seher Dilmaç MERİÇ, Ahmet UTKU ve Özgen AKÇAGÜL orkestrası gerçekten muhteşemdi. Hele Seher hanımın seslendirdiği bir ‘İçimdeki Fırtına’ yorumu vardı ki anlatılmaz. Şarkı söylenirken kendimi bir an bir fırtınanın ortasında ve ıslanmış bir durumdaymış gibi hissettim. Enstrümantal olarak seslendirilen ve hepimizin çok iyi bildiği bir Melih KİBAR bestesi olan ‘Hababam Sınıfı’ film müziği için, Seher Hanım ‘Türk müziğinin Mona Lisa’sıdır’ yorumu yaptı ki, çok doğru. Solistlerimiz şarkıları seslendirirken aralarda, şarkıların hikâyelerinden ve Melih’le Çiğdem’in aşklarından ve hayatlarından kesitler sundular. Eve geldikten sonra bu iki müzik insanının hayatını daha da merak eder hale gelmiştim. Biraz araştırma yaptım. Ben bu ölümsüz aşkın ayrıntılarını bu kadar iyi bilmiyordum. Öğrendiklerimi sizlerle de paylaşmak istiyorum:

 

Tanışmaları…

Biri (Çiğdem) 36 yaşında bir İngilizce Öğretmeni, diğeri (Melih) 24 yaşında bir Kimya Mühendisi. Apayrı dünyalardan bu iki insanı buluşturan şey, müzik oluyor. Çiğdem söz yazıyor, Melih ise besteci. Tanıştıkları gün (25 Mayıs 1975) birlikte çalışmaya başladılar. Beraberlikleri tam 8 sene 3 gün sürdü. Bu süre içinde 270 şarkıya ortak imza attılar. 100’ü aşkın besteleri listelerde bir numara oldu. Çiğdem - Melih aşkından geriye, dinleyen herkesin belleğine, yüreğine işlemiş birbirinden güzel aşk şarkıları kaldı.

Her şey Eurovision şarkı yarışması Türkiye elemeleriyle başlar. Türkiye, ilk günden bir çılgınlık halini alacak bu yarışmaya ilk kez 1975 yılında katılacaktı. Bu seçmelerin sinyal müziğini ise Boğaziçi Üniversitesi’nde Kimya Mühendisliği okuyan 24 yaşındaki bir genç yapar. Ne yaptığı bestenin ne de o yarışmanın, hem iş hayatına hem aşk hayatında yepyeni bir devrin kapısını açacağını bilemezdi elbet. Daha sonraları bir röportajında Melih Kibar;

Çoban Yıldızı’nı yaptığım o sıralarda Boğaziçi’nde finallerim vardı, Ankara’ya gidememiştim. Timur Selçuk yapmıştı orkestrasyonu. 45 saniyedir onun süresi. Evde televizyon seyrediyorum, sinyal müziği yayınlanmaya başladı, ben 45 saniye sonra oturduğum koltuktan kalkmışım, o 45 saniye boyunca çapraz olarak salonu geçmişim, televizyonun dibinde oturmuş aval aval bakıp ağlıyordum, Bunu ben mi yaptım? diye” bahseder o anki duygularından.

Sinyal müziğinden sonra sahneye çıkan Yeliz’in "Hayalimdeki Adam" şarkısının söz yazarı Çiğdem Talu’ydu. Sonra yarışan iki şarkının sözlerinin altında da onun imzası vardı. Aslında ilginç bir şekilde müzikle de, şiirle de fazla ilgisi yoktu Çiğdem’in, Işık Lisesinde İngilizce öğretmenliği yapıyordu.
Ama edebiyatçı bir aileden geliyordu. Büyük dedesi ünlü romancı Recaizade Ekrem’di. İstanbul’da edebiyatçı bir ailenin içine doğduğu halde edebiyata merak salmamış, Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’ni bitirdikten sonra Avrupa da filoloji eğitimi görmüştü. Yine bir edebiyatçı olan Selahattin Hilav’la evlenmiş, kızı Zeynep’in doğumundan bir süre sonra boşanmıştı.
34 yaşına kadar uzak durmuştu şiirden. Ta ki, 1973 yılında bir arkadaşı şarkı sözü yazmasını teklif edene kadar. İşte bu hobi, onu bir anda müzik dünyasının içine sokmuştu.

O dönem pikabının üzerinden hiç eksik etmediği plak ‘Çoban Yıldızı’ydı. Ama ön yüzü değil, arka yüzü. Plağın arka yüzünde Melih Kibar’ın ferahnâk makamında, ‘Ferahnâk’ adlı bir bestesi vardı. Öyle sevmişti ki parçayı dinledikçe bağlanmış ve bestecisiyle tanışmayı arzulamıştı. Bu arzusunu Timur Selçuk’a söyledi. O, bestecinin hocasıydı. İkiliyi buluşturmaya söz verdi. Ve beklenen buluşma, 25 Mayıs 1975 gecesi, Küçük Bebek sırtlarındaki Cevat Bey Köşkü’nde gerçekleşti.

 

İlk eserleri: İşte Öyle Bir Şey…

Melih’in, ‘İlk görüşte vuruldum’ diye tarif ettiği o geceden sonra, artık sık sık görüşüyorlardı. Genç besteci, yaptığı besteleri Çiğdem’e dinletmek için sabırsızlanıyor ve elinde notalarla Köşk’e koşuyordu. Heyecan içindeydi.

“Bayılıyordum, çünkü çok eğlenceli bir insandı. Çiğdem için kullanabileceğim en büyük ifade ‘Herhalde bir tür kadın peygamber olsaydı Çiğdem olurdu’ diye düşünüyorum. Bana ‘Senin başka parçaların yok mu ?’ dedi ‘var’ dedim. İşte Öyle Bir Şey’i yapmıştım onu çaldım. ‘Harika’ dedi. Ufak bir teybi vardı, ona kaydetti. Ne yapacak diye baktım, ‘Üstüne söz yazacağım bunun’ dedi. Bir gün sonra sözleri yazmıştı. Ertesi akşamüzeri uğradığımda, İşte öyle bir şey’in sözlerini gördüm inanamadım:

Seni düşündüm dün akşam yine,
Sonsuz bir umut doldu içime,
Bir de kendimi düşündüm sonra
Bir garip duygu çöktü omzuma...

Sözler müziğin üstüne cuk oturdu derler ya, tam milimetrik oturmuştu her şeyiyle, güzel bir Türkçe, güzel bir anlatım, güzel bir konu. Ve şunun farkına vardım: Ben o besteyi neden yaptığımı hiçbir zaman bilmeden yapmış olmama rağmen, eğer ben söz yazmış olsaydım aynen o sözleri yazardım.” 

Yıllar sürecek verimli bir işbirliğinin harcının atıldığı andı o an. İşte ortak dili bulmuşlar, uyumu sağlamışlardı. Erol Evgin’in seslendirdiği ‘İşte Öyle Bir Şey’, çıktığı andan itibaren büyük ilgi görüyor ve listelerde bir numaraya oturuyordu. İşin ilginci, plağın arkasındaki yine bir Kibar-Talu şarkısı olan ‘Sevdan Olmasa’ da deyim yerindeyse, aynı anda patlıyordu:


Bende bu cehennem gibi yürek olmasa
Bende deli rüzgâr gibi hasret olmasa
Bir de cana can katan o sevdan olmasa
Ah bu hayat çekilmez.

 

Aşk’ın kıvılcımları…

Artık ayrılmaz ikili haline gelen Melih ve Çiğdem, o yaz, zafer sarhoşluğu içinde Polonya’nın Sopot kentinde yapılacak müzik festivaline giderler. O günleri Melih şöyle anlatır:

“Bizim Çiğdem’le esas yakınlaşmamız galiba bu festivalde oldu. Yani normal ilişkilerde söylenen lafları birbirimize etmeye başladığımız yerdir Sopot. Ondan sonra artık kartlar açık oynanmaya başlandı, ama hep bunun dışarı yansımasını engelledik biz. Çünkü bunu insanların salt kadın-erkek beraberliği olarak yorumlamaya eğilimli olmaları bizim içimizi acıtıyordu, çünkü dışarıdan bakınca ‘Koca kadın, gencecik-bugünkü tabiriyle çıtır- sevgilisi mi var?’ diyecekler, böyle şeylerden Çiğdem çok korkardı, bana da ters geliyordu.”

Yurda döndüklerinde artık besteci ve söz yazarı olmanın ötesinde iki sevgiliydiler. Ama aralarındaki yaş farkı, ikisinin de kafasında soru işareti yaratıyordu.

 

İlk ayrılık ve yüreklerde kopan fırtına…

Bu kaygıların eşlik ettiği bir yakınlaşma sürerken mecburi bir ayrılık gelip, kapıya dayanır. Melih Kimya Mühendisliği Yüksek Lisansı yapmak üzere İngiltere’ye gider. Türkiye’de besteleri listeleri sallarken o, 4 Ekim günü babasıyla bir uçağa atlayıp Londra’ya uçar ve gittiği gece, bir fırtınaya yakalanır. Melih, o geceyi daha sonra şöyle anlatır:

“Müthiş bir fırtına vardı, tarifi mümkün değil, okyanus fırtınası. Kopuyor ortalık. Moralim bozuldu, babama da bir şey söyleyemiyorum. Sonra odadan çıktım. ‘Baba, ben bir etrafa bakayım’  dedim. Karanlık koridorda güm diye bir şeye çarptım. Baktım bir piyano. Otomatikman elim kapağa gitti, kapağı da açık. Oturdum, piyanoma gene anlatmam lazım, piyanoca bir şey. O korkumu kompanse etmem gerekiyor, anlattığım zaman çıkıyor ortaya. Çok hoşuma gitti, koşarak odama gittim, odamı zar zor buldum. Daha yeni gelmiştim, bavulu açtım bir kayıt cihazı aldım, kasete o parçayı çektim.”

Melih çaldığı besteyi babasıyla İstanbul’a, Çiğdem’e gönderir. Çiğdem, nasıl ve hangi koşullarda bestelendiğini bilmediği bu melodinin üzerine bir söz yazıp, geriye Londra’ya Melih’e postalar. Yine Melih’in anlatımıyla:

“Çiğdem’in gönderdiği pembe iki sayfalık bir mektuptu, pembe bir zarfta gelmişti. Nerede olduğumu bile hatırlıyorum odada. Birinci sayfayı öteki kâğıdın altına alıp sözlerle bakıp da başlığı görünce, düşmemek için duvara tutundum. ‘İçimdeki Fırtına’ydı şarkının adı...

Gün ağarırken
Tek başıma oturmuşsam
Henüz daha gözlerimi
Bir an bile yummamışsam
Sen yoksan yine
Bense yorgun ve yalnızsam
Hele bir de,
Bir de canım
Hasretine kapılmışsam
Ve gözümde tütüyorsan
Buram buram…
İşte o an bir fırtına kopar
Sanki o an yer yerinden oynar
Hoyrat bir rüzgâr eserken
Sallanan gemi misali
Sallanır durur içimde dünya… 


Çiğdem Talu - Melih Kibar bir tesadüf değil. ‘İçimdeki Fırtına’  da bir tesadüf değil. Bu müthiş bir şeydir. Ondan sonra Çiğdem’e telefon açtım, 8 saat 40 dakika bekledim telefonun başında, ‘Çiğdem’ dedim. ‘Sen bu parçayı neden yaptığımı biliyor musun ?’ Ağladık telefonda ondan sonra karşılıklı... Bu, başka bir şeydir... Allah insanlara bunu yaşatmalı; bu, çok özel bir şey. Ondan sonra herkes Çiğdem Talu - Melih Kibar olarak bizi görmeye başladı, Çiğdem dendiği zaman Melih, Melih dendiği zaman Çiğdem’dik biz...”

 

İZMİR, 13 Mayıs 2013.

Not: Hatay’ın Reyhanlı İlçesinde olan ve yüreğimizi yakan saldırı nedeniyle hafta sonu yayınlayamadığım bu ölümsüz aşkın devamı ve hazin sonu müsaadenizle bir sonraki yazımda olacak.  

 
Toplam blog
: 159
: 1303
Kayıt tarihi
: 19.06.12
 
 

1963 yılında Balıkesir'in şirin ilçesi Erdek'te doğdum. Yüksek lisans eğitimimi Dokuz Eylül Ünive..