Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mayıs '20

 
Kategori
Tarih
 

Önce meclis mi, ordu mu?

Önce meclis mi, ordu mu?

Gazanfer ERYÜKSEL

Dünya devrimler tarihinde meclis egemenliğinde gerçekleşen ilk ve tek devrimle kurulmuştur Türkiye Cumhuriyeti. Meclis demek milletin iradesi demektir. Hâkimiyet-i Milliye… Jön Türklerle başlayan, İkinci Meşrutiyet’le devam eden Türk devrim sürecinin millet iradesiyle taçlandırılmasıdır. Hadi daha sonra söylenecek olanı şimdiden söyleyelim mi? 23 Nisan 1920’de açılan Meclis’in duvarına “Hâkimiyet Bilâkayd ü şart milletindir” diye yazmak defacto Cumhuriyet ilânı değilse nedir?

Ordusu dağıtılmış, işgal altında bir ülkede 19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Samsun’a çıkmasıyla başlayan mücadelenin strateji belgesi 19 Haziran 1919 tarihli Amasya Tâmimi’dir.

“Vatanın bütünlüğü ve bağımsızlığı tehlikededir. Vatanın ve milletin bağımsızlığı, milletin azim ve kararıyla kurtulacaktır. Bunun için Sivas’ta bir kongre yapılacak ve her ilden üç temsilci Sivas’a gereke kongreye katılacaktır.”

Atatürk’ün meclis ısrarı veya Milli Birleşik Cephe’nin inşası

Önemli bir çoğunluğun kafasında şu sorular bir burgu gibi dönmektedir. “Evet, Meclis açılacaktır. Ancak her şeyi bıraksak da önce ordu kurulsa daha doğru olmaz mı? Mustafa Kemal, Meclis’i açacağım diye uğraşacağına, bütün Anadolu’da seçim yaptırmak için didineceğine tüm çalışmalarını neden ordu kurmak için yoğunlaştırmıyordu?”

İşte bu soruların açık ve net cevabını Yunus Nadi’nin “Kurtuluş Savaşı Anıları” adlı kitabında bulmaktayız.

Tarih 04 Nisan… Yunus Nadi Ankara’ya geleli iki gün olmuştur. O akşam Mustafa Kemal Paşa, Yunus Nadi, Halide Edip, Dr. Adnan Adıvar, Aydın milletvekili Cami Baykurt, Dr. Refik Saydam ve Recep Peker yemek sonrası sohbet etmektedir.

Gece yarısına doğru herkes dinlenmeye çekilmiş Yunus Nadi Mustafa Kemal Paşa’yla baş başa kalmıştır. Sohbet devam ederken Yunus Nadi yukarıda belirtiğimiz soruları dostluğuna dayanarak sorar.

O anda Yunus Nadi’nin düşündükleri ve ruh hâlini kendi satırlarından okuyalım. “Ben Kuşcalı’dan çektiğim telgrafla, aldığım cevabın Ankara’da gördüklerimle uyuşmaması şeklinde gizli bir duygunun içinde idim. Paşa’dan saklamadım. Kendi huzurunda her şey güvenlik sağlıyordu. Fakat üst tarafı da insana bir boşluk, çöl duygusu veriyordu.”

Çöle bakıp da denizi ve ormanı gören bir devrimcinin cevabı, “Öyle görünür Nadi Bey, öyle görünür. Zaten bu büyük işin zevki de buradadır. Bu çölden bir hayat çıkarmak, bu inhilâlden (dağılmadan) bir oluşum yaratmak lâzımdır.

Bununla birlikte sen ortadaki boşluğa bakma. Boş görünen o saha doludur. Çöl sanılan bu dünyada, saklı ve kuvvetli bir hayat vardır. O millettir, o Türk milletidir. Eksik olan şey teşkilâttır. İşte şimdi onun üzerindeyiz.” Atatürk’ün buraya kadar olan konuşmasından iki kavramın altını kırmızı kalemle çizmek istiyorum. “Türk milleti” ve “teşkilât”…

Atatürk sürdürür konuşmasını, “Bunu bana Sivas’ta da yazdınız, o cephelerden de aynı yönde müracaatlar oldu. İsteniliyor ki Sivas’ta şurada burada oturarak vakit geçireceğime –sanki buralarda boş vakit geçiriyormuşum gibi- gideymişim de o cephelerin başına geçeymişim. Basit bir gözlem ve düşünce bu görüşe hak verebilir. Fakat benim oraya gitmekte hiç acelem yoktur. Ve o cephelerin hayır ve selâmeti için acelem yoktur.

Mustafa Kemal Paşa, Demirci Mehmet Efe olmaz Nadi Bey! Bunu böyle söylemekler oradaki arkadaşların kıymetlerine zarar vermek istemiyorum. Bilâkis onlar pekiyi adamlardır ve vatan için fedakârca çalışıp duruyorlar. Fakat hareketlerinin bütün kıymeti, vatanpervarane bir görüş niteliğini aşamaz. Bu da bir kıymettir. Fakat bu kıymet manevi bir kıymettir. Yunan orduları ise maddi bir kuruluş olduğundan böyle manevi bir kuvvetle durdurulamaz. Balıkesir, Manisa ve Aydın cephelerine karşı alakasız değiliz. Fakat oradaki mevcutla, o bölgenin varlığı ile o işi çözmek imkânı olamaz. Onun için bunca talep ve başvurmalara rağmen ben oraya gitmedim.

Yunan cephesi Aydın veyahut Manisa sancaklarının cephesi değildir. Yunan cephesi bütün memleket ve bütün vatan cephesidir. Ne zaman bütün memleket bu cephenin gerçek anlamının bu olduğunu anlar ve öyle de benimserse, işte bu cephe o zaman yıkılmış ve Yunanlılar da işte o zaman denize dökülmüş olur. İşte ben şimdi bu gerçek lüzum ve zorunluluğun kurulmasının peşindeyim.   Hatta çözeceğimiz şey yalnız bir Yunan cephesinden ibaret değildir. Memleket selâmeti ve milletin bağımsızlığı söz konusudur.”

Atatürk büyük fotoğrafı okuyarak olanla olması gerekenin ayrımını anlatmaya devam etmektedir.

“Önümüzde Misak-ı Milli var ki, bütün prensiplerimizi alçakgönüllü bir şekil ile ifade ediyoruz. Kuralı ortaya koymuşuzdur. Milletin bağımsızlığını vatanın son kaya parçası üzerinde savunacağız, kurtaracağız veya -eğer mukadderse-  öleceğiz. Fakat ölmeyeceğiz ve kurtaracağız.

Evet, hepimizin maksadımız ve azmimiz bu. Oraya varmak için daha evvelden verilmiş kararlar ve çözülmüş konular olmak gerekir. Benim düşünceme göre bu türlü büyük durumlarda kararları zaman verir, meseleleri de o çözmüş bulunur. Bu nedenle ben zannediyorum ki kararlar kendi kendine verilmiş ve meseleler de kendi kendine çözülmüştür. Olunmayanlar varsa onlar da olunur gider.”

“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır”

Atatürk’ün konuşmasını özetlersek; Yunanlılar, Batı Anadolu’yu değil, bütün Anadolu’yu işgal etmiş sayılırlar. Bu gerçek herkes tarafından anlaşılmalı ama önce de Meclis bu konuda öncülük yapmalıdır. Bütün millet bu cepheyi anlar ve benimserse işte o zaman bizim gerçek cephemiz kurulmuş olacak ve işte o anda Yunan cephesi de yıkılmış olacaktır.

Yunus Nadi sorularını sürdürmektedir. “Meclis’in ne zaman toplanabileceğini düşünüyorsunuz? Bir de her kerameti, olağanüstü çözümü Meclis’ten beklemek niyetinde miyiz? Açık söylemek gerekirse ben bu maksat ve düşüncede değilim. Zaten üzüntüm de ondandır.”

Hani şu “diktatör” olduğu söylenen Mustafa Kemal’in cevabını okuyalım. “Bu üzüntü boşuna ve bu düşünce hiç olmazsa görüşü ile yanlıştır. Ben tersine her olağanüstü oluşumu Meclis’ten bekleyenlerdenim. Nadi Bey, bir devreye yetiştik ki onda her şey meşru olmalıdır. Millet işlerinde meşruiyet ancak milli kararlara dayanmakla, milletin genel görüşünü benimsemekle elde edilir. Milletimiz çok büyüktür. Hiç korkmayalım. O esaret ve zilleti (alçaklığı) kabul etmez. Fakat onu bir araya toplamak ve kendisine, ‘Ey millet, sen esareti ve zilleti kabul eder misin?’ diye sormak lâzımdır. Ben milletin vereceği cevabı biliyorum. Ben milletin büyüklüğünü biliyor ve bu soru karşısında, onun bu soruyu soran çocuklarını canı gibi seveceğini ve alınlarından öpeceğini biliyorum. Onun için şimdi ben bu yoldayım, onun için sağlam bir yol olacağına inanarak…”

Yunus Nadi sormaya devam etmektedir. “Fakat İstanbul’da düşmanlarla birleşmiş bir Saray olduğunu bilmek ve hiç olmazsa bu ayrıntı üzerinde bazı kararlar almış olmak gerekmez mi?”

“Millet seni de beni de geçecektir”

Atatürk peş peşe soruları cevaplarken ey sevgili okur dikkat buyurunuz lütfen en yakınındaki kadroları millete güven konusunda ikna etmeye çalışmaktadır. Hayatı boyunca hep yakın çevresindeki ekibi hemen her konuda ikna etmeye çalışmıştır. Örneğin yeni yazıya geçmek için İsmet İnönü’nün ikna olması iki yılını almıştır.

Bunca konuşmadan sonra Yunus Nadi’nin ikna olduğunu düşünüyorsanız yanılırsınız. Ezber bozmak ne zor iştir. Konuyu yine Melis’e getirecektir. Bir diğer deyişle sohbet başa dönmüştür.

“Canım Paşam, nazariyat çok güzelse de durumun gerçeklerinden çıkan icaplar (istek ve gerekçeler) de acele etmeyi emrediyor. Örneğin Ankara’da beni huzursuz eden en büyük şey ordu yokluğudur. Gerçek odur ki eğer elimizde dayanacak bir ordu bulunmazsa bütün bu güzel nazariyat (teori) suya düşüp gidebilir.”

Atatürk için “Ne sabırlı adammış” diyen okurları duyar gibiyim. “Önce ordu mu, yoksa Meclis mi?” sorusu aşılmaz bir dağ gibi gecenin bir yarısında masada durmaktaydı. Ve Atatürk şunları söyler.

“Yunus Bey, işte aramızdaki fark özellikle burada göze çarpıyor. Bence Meclis nazariye değil hakikattir ve hakikatlerin en büyüğüdür. Önce Meclis, sonra ordu. Nadi Bey, orduyu yapacak olan millet ve onun yerine Meclis’tir. Çünkü ordu demek yüzbinlerce insan, milyonlarca servet ve zenginlik demektir. Bunu ancak milletin karar ve kabulü meydana çıkarabilir. Buna iki üç şahıs karar veremez. Buna ancak milletin karar ve kabulü meydana çıkarabilir ve bir kere bu hâle geldikten sonra milletin yaşam ve varlığına karşı olan zalimlik ve baskıların tümünü ortadan kaldırmak ve kullanmak yetkisini sadece nazari olarak değil, fiilen kazanmış oluruz.”

Ey sevgili okur, bir ara özet daha yapalım diyorum.

Meclis nazariye (teori) değil gerçektir ve gerçeklerin en büyüğüdür.

Önce Meclis, sonra ordu olacaktır.

Orduyu millet adına Meclis kuracaktır.

Ordu demek yüz binlerce insan, milyonlarca servet ve zenginliktir.

Bu büyük işe iki üç kişi karar veremez. Bu ancak milletin gücü ve iradesiyle olur.

Özetin özeti ise Milli İradedir.

Gecenin özetini ise Yunus Nadi’nin satırlarından okuyalım. “Paşa ile bu yolda çeşitli konuları değerlendiren sohbetimiz gecenin üç buçuğuna kadar devam etti. Odalarımıza çekildiğimiz zaman Ankara’nın boşluğu gözümden silinmiş, bütün vatan gözümde canlı insanlarla dolu güçlü birer siper ve değerleriyle bakış ve düşünceleri eğlendiren bir gülistan olmuştu. İlk defa olarak vicdanen de huzurlu, çok rahat bir uyku uyudum.”

Meraklısı için parantez: (04 Nisan 1920 gecesi Yunus Nadi’nin Atatürk ile yaptığı konuşma Dr. Alev Coşkun’un 23 Nisan 2020 tarihinde Cumhuriyet gazetesinin verdiği özel ekten alınmıştır. Atatürk ile Yunus Nadi’nin konuşmaları o dönemin Türkçesi ile değil ihtimal Alev Coşkun tarafından sadeleştirilmiştir.)

Bu tarihi geceyi Tek Adam adlı kitabında yorumlayan Şevket Süreyya şunları söylemektedir. “Mustafa Kemal’in, hem de hemen herkesin onu, kılıcını çekip siperlere koşmaya teşvik ettiği o günlerde fikirlere, doktrinlere, kitaplara eğilip ‘Her şeyden önce Meclis, her şeyden önce meşruluk’ diye direnmesi, onun karakter ve düşünce yapısının hakikaten en şaşılacak cephesidir.”

Yaptığımız alıntıda görüldüğü gibi Atatürk’e şaşıranlar arasında Şevket Süreyya da vardır. Ne demiştik? Ezber bozmak zor zanaat…

Şevket Süreyya Osmanlı son döneminde etkin isimler olan ve İttihat Terakki’nin liderleri olan Enver, Talat ve Cemal Paşalar ile bir karşılaştırma yaparak şunları söylemektedir. “Onlar ya tesadüf, ya geçici kombinezonlar, ya hayal ya macera adamıydılar. Hâlbuki tarih, sağlam ve devamlı olarak yükselteceklerinde, tarihi mantığa bağlılık arar. Tarihi mantığı seziş ise ancak heyecanı değil, mantığı ön planda tutanların işidir. O günlerde Mustafa Kemal bu yetenekleri göstermiştir. Yeteneği gösteren bir insanın, eğer tarihin koşulları da ona yâr olursa yenilmesi gerçekten zordur.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 227
: 584
Kayıt tarihi
: 16.12.15
 
 

1952 Yılında İstanbul'da doğdu. Pertevniyal Lisesi'ni ve İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akad..