Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Temmuz '10

 
Kategori
Sosyoloji
 

Ortadoğu barış sürecinde Suriye ile Türkiye nerede duruyor?

Ortadoğu barış sürecinde Suriye ile Türkiye nerede duruyor?

2001’de Şam'da altı gün kaldım. Çekimlerimiz dışında deli gibi dolaştık; sokak sokak, cadde cadde arşınladık Şam'ı o günler ve geceler boyu. Vardığımız ilk gece bir düğüne katıldık; gençlerin coşkusu unutulacak gibi değildi. Onlar için yabancı değildik. İngilizce konuşarak da olsa karşılıklı olarak seviyor, sayıyorduk birbirimizi. Diğer günlerde çarşı pazar gezdik, bir resim dergisine gittik. Kubbeli mimari güzelliğinden dolayı Şehir Klubü'ne girdik elimizi kolumuzu sallayarak. Hafız Esad Kütüphanesi ikinci bir Osmanlı Arşivi bence. Uğradığımız her yerde sevgi saygı gördük. Üzülerek gördüm ki Osmanlı atalarımızdan kalan nice anıt eserlerin yapılış tarihleri ile kitabeleri değiştirilmişti. Bazı eski eserlerin yenilenmesi uğrunda girişilen ‘’restorasyon’’ çalışmaları ise Şam Üniversitesi’nde bir mimar öğretim görevlisine göre olsa olsa; bir şeyi ‘’mahv etmek’’ anlamımda ancak ‘’mahvalosyon’’ olarak nitelenebilirdi.

Makedonya ile Selânik'te de karşılaşmış olduğum gibi çoğu çarşılarımızın ya kitabeleri atılmış ya da üstleri yeni bir kılıf ile örtülerek asılları gizlenmişti. Bazı yerlerin adları Türkçeden bozularak Arapçalaştırılmaya çalışılmış bile bile. Osmanlı adı ne tren istasyonunda, ne kapalı çarşıda ne de Osmanlı Baş Mimarı Sinan'ın kalfalık dönemi Selimiye Camii'nde yok. II. Abdülhamid Han'ın yaptırdığı Hamidiye Kışlası ki Yıldırım Orduları Komutanlığı'nın son karargâhıdır, 1925 tarihi ile Suriyeleştirilivermiş! Bugün Şam Üniversitesi olarak çalışan, yüksek tavanlı bir eğitim ocağı. Tasarımını, mimarisini Osmanlılar yapmış; harcını ise Suriyeli Araplar karmış, el birliği ile örülmüş duvarlar. Dışından yeni bir yapı gibi duran Şam Üniversitesi Rektörlüğü eskiden Osmanlı Asker Hastahanesi imiş. İstiklâl Savaşı Gazisi Rahmetli Büyükbabamdan içinden Barada adlı bir ırmağın geçtiğini çocukken öğrenmiş olduğum Şam değişik uygarlıkların izlerini taşısa da daha çok Osmanlı eserleri ile dopdolu bugün bile.

Az önce gazeteci Nur BATUR'un Suriye Devlet Başkanı Beşar ESAD ile yapmış olduğu konuşmayı okurken bunlar geçiverdi aklımdan. ABD önderliğindeki Ortadoğu Barışı için kısaca ''Barış sürecinde Türkiye olmadan olmaz'', diyor Beşar ESAD. Babası Hafız ESAD'ın nice zalimane uygulamalarına ve terör örgütü PKK'ya kucak açmış olmasına rağmen barıştan ve Türkiye'den yana bir tavır sergiliyor Sayın ESAD. Olması gereken de bu artık. Çünkü bu topraklar Timur'dan sonra Osmanlı'nın gerçekleştirdiği barışa susamış bulunuyor. Batı destekli İsrail'in kuruluşundan kısa bir süre sonra komşularına yönelik saldırgan savaşçılıklarından en çok zarar gören ülkelerden biri de Suriye. Anlaşılan o ki savaş değil, barış gerekiyor Ortadoğu için. Konuşmasında Ortadoğu Barışı için Türkiye'nin üstlenmekte olduğu arabuluculuk rolünden Başkan OBAMA'nın iyi niyetine rağmen İsrail'in rahatsız olduğunu ve Mavi Marmara baskının da ''masum insanlara karşı işlenmiş bir terör olayı'' olarak niteleyen Beşar ESAD'a göre:

"Türkiye'nin rolüne uzun vadeli bakmak lazım. Bu rol bugün ya da önümüzdeki haftayla sınırlı değil. Dolaylı müzakerelerin başarıyla sonuçlandığını varsayalım. Doğrudan müzakereler başlarsa yine başrollerden birini üstlenecek. Diğer ülkelerin rolü ise destekleyici. Alternatif değil. Doğrudan müzakereler başladığında ayrıntıların yönetilmesi için uluslararası sponsorluk gerekecek. Tüm detaylar masaya yatırılacak. Ekonomi, elçiliklerin açılması, her şey. Türkiye de bu aşamada başarılı bir rol üstelenebilir. 19 yıldır başarısız olan barış sürecinin geleceğinden bahsediyoruz. Batı bizim bölgenin detaylarını, dengelerini bilmez, doğaldır ki Türkiye'den daha iyi bir rol üstlenemez."

(Sanal ortamdan alıntıdır: ''Netanyahu'nun amacı, devre dışı bırakmaktı.'' - ''ABD en iyi sponsor oldu Türkiye ise en iyi arabulucu'' başlıklarına göre arama yapılabilir.)

Anlaşılan o ki temelleri Tarih Sosyolojisi'nin yaşayan en önemli adı Immanuel WALLERSTEIN (1930) tarafından ortaya atılan ''Dünya-Sisten Kuramı'' ile ''Jeopoitik ve Jeokültür Kuramı'' doğrultusunda çalışılmadan Ortadoğu'da barışın kazanabilmesi imkânı yok. Bu araçlar doğrultusunda elbette ABD ile AB ülkeleri yanında Türkiye'nin de bulunması kaçınılmazdır. Bu açıdan söz konusu yaklaşımları çok iyi bir biçimde irdeleyen Dışişleri Bakanı Ahmet DAVUTOĞLU'nun, makama gelmesi ile başlayan bazı yaklaşımları umulur ki Ortadoğu Barışı için umut olabilecektir.

2001 yılında Şam'ı dolaşırken komşuluk, tarihi geçmiş ve bazı gelenek göreneklerimiz bakımından yakınlık duymakta olduğumuz Suriye ne yazık ki 1982'de de Hama'da müslüman halka karşı ordu birliklerinin girişmiş olduğu katliamdan sonra sevilmeyen bir ülke olmuştur Tür kamuoyunda. İşte bu yıllarda Suriye içinde Hatay'ın kendilerine katılması heveslerini de içeren resmi yaklaşımlardan dolayı Türkiye'ye karşı PKK tarafından geliştirilen terör eylemlerinin eğitim merkezi olmuş, 1998 yılında sona eren bu ağırlamadan sonra da Türkiye ile Suriye ilişkileri ticaret bakımından yavaş yavaş gelişmeye başlamıştır. Bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti ne özel olarak Suriye için ne de Ortadoğu'daki diğer Arap devletleri için geleceğe yönelik uzun soluklu bir politika izlemeye baş koymuştur. Kökü 1926'ya kadar uzanan ve büyük hevesler ile kurulan elli yedi üyeli İslam Teşkilâtı Konferansı (1969) da ne yazık ki belirli kuramlar çerçevesinde çalışılmadığı için kendince önemli bazı ekonomik ve ticari faaliyetler dışında hiç bir diplomatik etkinlik sağlayamadığı için Ortadoğu Barışı yolundaki çabalarının sorgulanması gerekir bence.

İşte bu çerçevede Ortadoğu ülkeleri arasında geçmişten gelen ortak değerler ve sürtüşmeler bağlamında, her şeye rağmen kurulması gereken çok yünlü etkin ilişkilerin, artık hayata geçirilmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır. 1960'lardan bu yana, bildiğim kadarı ile Ortadoğu, son yıllarda pek kullanılmasa da, bugün bile bir ''barut fıçısı''. Halklarının fakirleşmesi pahasına da olsa Devletler silahlanıyor. Komşu devletlerarası gerginliklerden kimi devletler ile çoğu silah tüccarları yararlanıyor. Ne yazık ki Ortadoğu 1970'lerden bu yana ASALA ile başlayan terör eylemlerinden sonra PKK terör eylemleri yanında özellikle Lübnan, İsrail ve Irak içlerindeki irili ufaklı tedhiş örgütleri ile sık sık, ansızın ölümlerin yaşandığı bir bölge olmaktan kurtaramıyor kendisini. Bu tür gelişmelerin içerisinde elbette Türkiye dahil çoğu Arap ülkesinin eğitim politikaları yanında yönetim bozuklukları ile diplomasi açmazları da var. Bu tür yanlışların varlığını Rahmetli Hocam Fahir ARMAOĞLU ile Prof. Dr. Bülent DAVER'in bazı konuşmalarından ve yazdıklarından öğrenmiştim. Ayrıca Aziz Arkadaşım Prof. Dr. M. Kemal ÖKE'nin Filistin Sorunu ile Musul Meselesi adlı eserlerini de yabana atamayız.

İşte bu tür birikimlerim ile gitmiş olduğum Ürdün ile Suriye benim için uzaklardan bakakaldığımız eski topraklarımızda neler olup bittiğini öğrenmek bakımından, çok önemli. Burada her şeyi anlatmak zor olsa da bu ülkelerde halkın sevgi dolu yaklaşımlarına rağmen; az okumuş, az da yükselmiş azınlıktaki kimi devlet görevlilerinin abuk sabuk düşünceleri karşısında şaşırıp kaldım çoğu zaman.

Özellikle Suriye bağlamında her ne kadar din kardeşliğimiz, bazı gelenek görenek ve yeme içme birliğimiz olsa da biz Suriye topraklarını en az beş yüz yıl sömürmüşüz. Haçlılar'a karşı omuz omuza vuruştuğumuz yüz yıl unutuluvermiş. Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferi sırasında 24 Ağustos 1516 günü Halep yakınlarında Memlûklulara karşı kazanılan Mercidabık Zaferi'nden sonra yörede gerçekleştirilen en önemli yatırımları Roma'dan sonra Osmanlılar gerçekleştirmiş.

Selahattin EYYÜBİ'nin at üstündeki heykeli, çevre düzenlemesinin çirkinliğine rağmen gerçekten çok anlamlı. Selahattin EYYÜBİ Türbesi'nin yanı başındaki Osmanlı Tayyare Şehitleri Anıtı da çok önemli bizim için. Osmanlı Pilotu Fethi Bey, Sadık Bey Şam ile Kudüs arasında 27 Şubat 1914 günü bilinmeyen bir nedenle ve 11 Mart 1914 günü de Nuri Bey de kullandığı uçak Yafa kentimizdeki kalkışı sırasında düşerek şehitlik makamına yükselirler. XX. yüzyıl boyunca Ortadoğu topraklarındaki zengin petrol yatakları için birbirleri ile yarışan SSCB dâhil Batılı devletleri pek gözleri görmüyordu, karşılaştığım kimi Suriyeli yetkililerin. Akılcılık ile İslam hükümlerini bağdaştırmaya çalışan ve içi düşlerle dolu da olsa ''Erdemli Şehir'' yaklaşımları ile ''es'Siyaset'' kuramını zenginleştiren FARABİ'nin Suriye'de öz be öz bir Arap olarak tanınmakta olduğunu duyunca şaşkına dönmüştüm Şam'da bir makam odasında. Osmanlı Devleti'nin yıkılması ile birlikte Suriye 'de egemenlik kuran Fransız yönetiminin kısa bir süre sonra ''darağaçları kurarak'' yüz elli kadar Suriyeli aydını asmış olduğu gerçeğini de unutmamak gerekiyor. Bu topraklarda neler yaşanmış olduğunu acı tatlı her ne var ise; geleceğimizi aydınlatması bakımından pek çok hatırat ile tarih kitaplarında ve kimi telgraf yazışmalarında mevcuttur.

Geçtiğimiz günlerde Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşar ESAD ile görüşen Gazeteci Nur BATUR'un görüşmesindeki 'üç ana nokta'dan biri olarak ortaya koyduğu ''PKK terörü nasıl durdurulacak'' sorusu, ülkemizde yıllardan beri boğuşulan; ancak Suriye’de ise yeni yeni başlayan ''terör sorunu'' açısından büyük bir önem taşıyor. ''Bir zamanlar Öcalan'ı barındıran Suriye'nin genç Devlet Başkanı'na "PKK derhal silahı bırakmalı mı" diye açıkça sordum'' diyor Nur BATUR.

Başkan Beşar ESAD bu konuşmasında:

'PKK silahı bırakırsa, siyasi platforma kayarsa olumlu bir gelişme olur. Silah ve terör olmadığı sürece bütün taraflar diyalog kurabilir" demiş. Nur BATUR'un saptamasına göre ''Türkiye'yle ortak vizyon'' konusunu şöyle çizmiş Beşar Esad: "Suriye ve Türkiye olarak Kürtlerin toplumumuzun parçası olduğunu görüyoruz. Geçici ikamet eden konuk ya da turist değiller. Suriye'de 1 milyon yurtsever Kürt var. 10– 20-100 ya da bin teröristi görüyoruz ama milyonlarca yurtsever Kürt olduğunu unutuyoruz. Ülkelerimizin kurulmasında katkıları olan milyonlarca insanla teröristleri kuşatacağız. Sadece teröristlerin izlenmesi de yeterli olmaz. Bir terörist yakalanır 10 terörist çıkabilir. Terörü besleyen unsurların ortadan kaldırmalıyız, " diyor.

(Bu konuşmanın bütünü için sanal ortamda Nur BATUR:''Önce PKK silah bıraksın.'' yazılarak arama yapılabilir.)

Suriye Devlet Başkanı Beşar ESAD'ın bu değerlendirmelerinde ne yazık ki göstermelik de olsa ne hukuk devleti olmak ne de demokrasi uygulamaları gibi yaklaşımlar var. Umudum o ki bur tür sorunların çözümünde ki Diyarbakır Bildirisi'nin açmazlarından biri de bu tür konulardır; demokrasi kültürü ile hak hukuk çerçevesinde özellikle geçimleri açısından halkın rahata kavuşturulması ve artık kamuoyunca adı sık sık lânetlenen terör örgütünün koşulsuz olarak silahları bırakması gerçeğine doğru adımlar atılması gerektiğidir. Bir de biliyoruz ki hiç bir zaman Kürt kökenli yurttaşlarımız ile terör örgütüne isteyerek ya da istemeyerek dâhil olmuş yurttaşlarımız aynı derecede suçlu ya da hatalı görülmemektedir ülkemizde. Kaldı ki hukukta ''suçların şahsiliği ilkesi'' gereğince hiç kimseyi, mesnetsiz olarak suçlayabilmek hakkımız da yoktur.

Sanırım ihtiyacımız olan güzel ahlâk ve kişilikli olmak yanında hukuk ilkelerimizin demokrasi kültürü ile uzlaştırılması ve sık sık aramakta olduğumuz ''adalet'' susuzluğumuzun giderilebilmesidir.

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..