Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ocak '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ortaya karışık bir martaval

Ortaya karışık bir martaval
 

Saat 12.45 Ters köşeden söbelenmişti kadın, hem de iki gün önce sohbet edip dertleştiği dostu tarafından. Hayat böyleydi işte, ne zaman nerede sobeleneceğinizi nerden bilecektiniz? O sırada, Nişantaşı'nda bir kafede iki gazeteci oturmuşlar, harikulade bir ambiansta tuhaf tuhaf kapların, hunilerin içinde önlerine gelen ot çöp karışığı doğal besinlerin eşliğinde Vatan, Millet ve dahi Sakarya'nın sorunlarını sesli düşünüyorlardı. Sokaktan geçen, muhtemelen Anadolu çocuğu nefesine sahip orta yaşta bir kadın, kafedekilerin ne suratlarına ne de yediklerine bakıyordu. Ayaklarına bakıyordu sadece, orada oturanların ayakları ile kendi ayaklarını kıyasladı içinden içinden. Onların ayaklarının ne kadar sıcak olduğunu düşündü, Eminönündeki alt geçitten aldığı 15 liralık ayakkabılarına bakıp iç geçirerek. Oysa, yanından geçen kağıtçının ayaklarına baksaydı, kendi ayaklarının şansını farkedecekti. Kağıtçının botlarının yırtıklığını, üzerine sardığı naylon poşetler bile kapatamamıştı. Sinemaların 15.45 seansları başlamak üzereydi. Halk otobüsü şoförünün elindeki yüzük bir tuhaftı, kartal kabartması üzerine 4-5 tane taş iliştirilmişti. Şişli de bir damda saksağan ötüyordu, ikinci kattaki musevi terzi hanımın dinlediği Yunanca bir şarkıya eşlik edermiş gibi. Şarkının bizdeki söylenişi şöyle: "Zeytinyağlı yiyemem amaan/ basma da fistan giyemem aman/ senin gibi cahile/ ben efendim diyemem aman/ kaldım duman içi dağlarda/ sevgili yarim nerelerde..""

Yalancılık üzerine bir yazı yazmalarını istedi Edebiyat öğretmeni öğrencilerinden. Çocuklar yazmaya koyulurken, öğretmen kollarını arkasına atıp pencerenin önüne gitti, dışarı baktı. Sınıfın penceresinin önünde, yaprakları dökülmüş bir ceviz ağacı vardı. Köyünü hatırladı, yatılı okula gidene kadar köyünde yaşadığı yılları.Ne emeklerle okutmuştu onu babası, akşam ev sahibine kiranın 200 lirasını eksik vermek için, nasıl bir yalan bulması gerektiğine bir türlü karar veremiyordu. Hanım hasta dese yemezlerdi, her gün turp gibi hanımının okula gidip geldiğini görüyorlardı. En iyisi okuldan bir arkadaşın kaza geçirmesiydi, ama o da olmazdı.Çünki ev sahibinin kızı da aynı okuldaydı. Saatine baktı, dersin bitimine 15 dakika kalmıştı. Çocuklara seslendi: Yazdınız mı çocuklar? Birkaç parmak kalktı, kızlardan birine söz verdi. Oku bakalım, öğrenci okumaya başladı: Yalancılık çok kötü bir şeydir. Örneğin bizim kiracı, bu ay kirasını ödemedi. Maaşımı çekerken, iki kapkaççı beni kıstırıp paranın yarısını elimden alıp kaçtılar!dedi, mahalleli aramızda para toplayıp verdik. Sonradan, öyle bişey olmadığını öğrendik. Pis yalancı adam, böyle insanlara yazıklar olsun! Öğretmenin gözleri ışıl ışıl oldu bir anda, afferin kızım, otur 10! dedi..

Çarşıda bir kadın hızlı adımlarla züccaciye mağazasına girdi, telaşla sordu:

- Sizde dikiş makinası lastiği var mı?

- Yok bacım!

- Amma burayı tarif ettiydiler!

- Bacım yağnış tarif etmişler, sen terzi toptancılarına gideceen!

- Gardaşım ben nirden buluyum şu ağşam vakdi terzi toptancısını? Sizde hiç mi insanlık yok? N'olur bulsanız?

- La havlee.. Yav kadın manyak mısın nesin yav? Kim sana burayı tarif etti, hanki dangalak söyle bakıyım?

- Dangalak senin babandır terbiyesiz adam, şo yokarı tükandaki gasap Fehmi tarif etti. Şimcik gidip söylüyeceem ona dangalak dediğini, gör bak noluyo o vakıt?

- Lan seni bize parayınan mı verdiler melanet gadın, dutun şunu yav! Çek karşılıksız çıktı, toptancı mafyaya vermiş, bu şerefsizin derdine bak! Dikiş makinası lasdiği, çık git şu tükandan, vallaha geberdirim seni bak!..

Çarşıda güneş batmak üzereydi, karşı dükkanda Ferdi Tayfur yanık yanık söylüyordu: " Toprak olur taş olurum/ yoluna yoldaş olurum/ istersen gardaş olurum/ merak etme sen!" Küçücük bir sokağın içlerinde, salaş bir restoran vardı. Cam masalara oturanların siluetleri yansıyordu, rivayet oydu ki, orada bir kez oturanların siluetleri hep orada kalırdı. Yıllar geçse de üzerinden, orada içilen çorbanın ve çayın ve de yenen hurmaların tadı, gecenin tadı orada öylece kalırdı. Kaç kez gidip bakmıştı orada yemek yiyen kadınlardan biri, defalarca gidip bakmıştı aynı masaya, aynı saatlerde. Dış mekan değişse de, yeni ay olmasa da, kaç kez o gece yaşadıklarını tekrarlamıştı, tek başına.. Hayatın tadı belki de o küçücük nüanslarda saklıydı.

Derinlik sarhoşluğu yaşamak gibi yaşayacaksın hayatı, sabaha karşı rakının üzerine içilen işkembe çorbasının tadında arayacaksın sevdanın adını, orda yazar hepsi, illa harflerle mi yazacak? Okumayı bileceksin her dilde: Yüreğinin okuyamadığını, gözlerin okusa ne çıkar ey insan! ..

Benden bu kadar, sürç'ü lisan affı recası ile, fevkaladenin fevkinde zevat-ı kirama iktibas edilemez ikazı ile, arz-ı hörmetlerimle efendim.

Sayın Balcı, sobeee!

 
Toplam blog
: 95
: 736
Kayıt tarihi
: 08.03.07
 
 

Emekli öğretmenim, 52 yıllık hayatımdan amatör mizah, bağlama, sürrealist resimler, yitikler, sev..