Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mayıs '21

 
Kategori
Tarih
 

OSMANLI: SON OUROBOROS

OSMANLI'NIN NARSİST TORUNLARI

Eski dünyanın ve uzak doğunun büyük uygarlıkları iki kategoriye ayrılıyor
A) Feodalizm+Mirasın Büyük oğula kaldığı uygarlıklar
1. Avrupa
2. Japonya
B) ATÜT tipi güçlü merkezi idare+Mirasın çocuklara dağıtıldığı uygarlıklar
1. Çin
2. Osmanlı-İslam coğrafyası/uygarlığı
3. Hindistan
3.1 Hindistandaki değişik miras rejimleri ve dini uygulamalarda islamın da damgası var.
..........................................
Bu yapıların sonuçları
A)
1. Görece özgür ve özerk kentler ve kent değerleri
2. Güçlü tüccar ve uzun ömürlü şirketler, süreklilik
2.1 Tüccarın ulaştığı pazarın büyüklüğü
2.2 Zenaatta işbölümü ve uzmanlaşmanın artması
2.3 bu yapıların diyalektik evrimi
Hindistan ve Çin'in bu yapıların olumsuz etkilerine ek olarak
1. Devasa mekan ve nüfus sorunları var
1.1 Orta çağın ulaşım ve iletişim altyapısında bu Avrupa ve Japonya'ya kıyasla daha parçalanmış ve küçük bir pazar anlamına geliyor.
1.2 Bütünleşmemiş, parçalanmış pazar da, Adam Smith'in vurguladığı daha aşağı düzeyde bir işbölümüne tekabül ediyor.
............
Dr. Selim Soydemir'in hocası Tuncer Bulutay'dan öğrendiği henüz tarihsel verilerle teyit edemediğim ilginç bir tez var:
Osmanlı coğrafyasında felsefenin, felsefi düşüncenin ve felsefeyle uğraşan fikir adamlarının en yoğun olduğu dönem Fetret Devriymiş.

Tarih ve toplum bu kadar basit değil tabii ki.
Avrupa+Japonya-Osmanlı+Çin karşılaştırması için ayrıntılardaki farkları soyutlarsak geçerli gibi duruyor tez.
Ama Hindistan ve Rusya farklı.
Hindistan ikili bir etkiye sahip, tüccarın güçlenmesi konusunda.
Zayıflatıcı etki aynen Osmanlıda olduğu gibi merkezi idareden geliyor.
Güçlendirici etki ise sürekliliği teşvik eden ve koruyan kast sisteminden.
Bunun sonucunda Hindistanda güçlü tüccarlar ve bir tüccar ağı, buna bağlı olarak da gelişmiş bir endüstri var.
Ama buna karşılık Avrupada dağınık endüstriyel kompleksi bütünleştiren tüccar ve finans networkü güçlü değil, engeller var.
Emek bolluğu da ayrı bir kısıt tabii.
Her şeyin üstüne sonradan tuz biber eken İngiliz kapitalizmi.
...
Şema genel olarak doğru.
Yani güçlü tüccar ve networkü zorunlu büyük pazar ve endüstri gelişimi için, tabii değerlerin ve fikirlerin gelişimi için de özgürlük ortamı.
Ama yeterli değil gibi görünüyor.
Ek faktörlerin, diğer nüansların da etkisi var
......................
Rusyada ise güçlü bir merkezi idare ve ona bağlı güçlü tüccarlar var
bunun sonucunda gelişen bir endüstri de var
Ama güçlü merkezi idarenin sonucunda kentler zayıf
Kent kültürü ve değerleri, bilim ne durumda o da önemli
......................
Kısacası Rusya ve Hindistan daha büyük mercekle incelenmesi gereken iki dev ülke.
her ikisinde de özgür ortam eksik:
Hindistanda emek bol.
Ama başka faktörler de olabilir.

Fernand Braudel, Adam Smith'in pazar büyüklüğü-işbölümü tezine tarihçilerin sıcak bakmadığını ve tarihsel birikimin çok çeşitli nedenleri olduğunu savunuyor.
Fakat, feodal dünya-ATÜT karşılaştırmasında her şey şu sonuca götürüyor:
Feodalizm=>GüçlüTüccar=>BüyükPazar=>TicaretVEZenaatta artan işbölümü ve uzmanlaşma

Özetlersek, merkezi devletin yaygın ve güçlü bürokratik ağı devasa boyutlarda Osmanlı savaş makinesinin oluşturulmasına hizmet edip sayı ve yetenekli süvari üstünlüğüyle tekniğin gelişmediği, savaşın büyük ölçüde insan gücüne bağlı olduğu dönemler boyunca parlak zaferlerlerle, ganimetler ve haraçlardan oluşan büyük gelirlerlerle devlet maliyesinin güçlü olmasını, toplumun ileri gelen sınıflarının gelirlerden aldığı paylarla hoşnut olmasını sağlarken ticarete, tüccara, tüccarın mübadelelerde kullandığı ürünleri üreten zenaatkara, özgürlüklere, üretime, tekniğe pek az alan, saygınlık, zenginlik ve prestij bırakarak kendi kültürel değerlerinin baskınlığı altında bu sınıfların ve değerlerinin gelişmesini önlemiş, bu başarılı dönem boyunca karşıt yönde evrimleşen Avrupa'nın teknik, üretim, bilim ve kültürde ilerlemesinin sonucunda değişen savaş tekniklerinin daha çok teknolojiye dayanması, insan gücünün savaştaki öneminin azalmasına bağlı olarak savaşlardaki üstünlüğünü yitirmiş, bunun sonucunda gelirleri azalmış, devlet maliyesi bozulmuş, gelirleri azalan sınıfların hoşnutsuzlukları ortaya çıkmış ve giderek artmış, bu üretim ve savaş örgütlenmesinin uzun bir süreçteki birikimi olan üretimde, teknikte, bilim ve felsefede, kültürde geriliğin de büyük katkısıyla kendi sonunu hazırlamıştır.

1. Bağımlı medyadaki Osmanlı-İslam güzellemeleri büyük resimde bu ikisinin dünyanın kıyısında kalmamıza neden olduğunu ıskalıyor.

2. Medyadaki tarih programlarının rating kaygısı muhabbetleri hoş görülebilir. Ama büyük resme ve yapısal-kültürel zaaflara da değinmeli. Realistlik.

3. Türk'ün Türk'e Türk propagandasıyla halkı narsist ninnilerle uyutmak daha cazip tabii. Önce bizi büyütecek değerler daha önemli.

4. Avrupa, Çin, İslam, Hindistan eski dünyanın dört büyük uygarlığı. Biri sanayileşti. Neden? A) ATÜT-Feodalizm.
B) Miras Hukuku: Eşit dağılım-Büyük Oğul.

4.1 Avrupa'da, Japonya'da miras büyük oğula kalır. Çin'de ve İslam hukukunda çocuklar arasında paylaşılır. Yollar Ayrılırken: Timur Kuran.

4.1.1 (Japonya'da - KG) Zaten her şey sülalelerin uzun ömürlülüğünü teşvik etmektedir. Bunların başında özellikle ekber evlat kuralı gelmektedir, oysa Çin’de miras erkek çocukların tümü arasında paylaştırılmaktadır.
Fernand Braudel, Maddi Uygarlık, Mübadele Oyunlar, Sayfa 529.

4.2 İslam aleminde durum, kökleri itibariyle farklı olmakla birlikte, sonuçları ilginç bir şekilde aynı olmaktadır. Farklı konum: üst sınıf değişmeye değil de, değiştirilmeye bir türlü son vermemektedir. İstanbul’daki Osmanlı sultanı bunun tipik örneğini sunmaktadır: üst toplumu, gömlek değiştirir gibi değiştirmektedir…sipahilikler ancak ömür boyu geçerli olan temliklerdir. Gerçek bir Osmanlı feodalitesinin, yeni ekim alanlarının kapitalist bir çizgi üzerinde iyileştirilmesi ve işler hale getirilmesi doğrultusunda, taslak halinde ortaya çıkabilmesi için, XVI. Yüzyılı beklemek gerekecektir…Manzara her yerde aynıdır: ömür boyu geçerli senyörler olan hanların İran’ı kadar, büyük Moğol zamanında ihtişamının zirvesindeki Hindistan’da da. Nitekim, Delhi’de kendini sürdürebilen “büyük aileler” yoktur...Ümaralar, racalar paralı askerler, ömür boyu geçerli senyörlerdir. Moğol onları atamakta çocuklarına intikali garanti etmemektedir".
Fernand Braudel, Maddi Uygarlık, Mübadele Oyunları, S.533

4.2.1 Osmanlı sisteminde, Batının aksine iktisadî gücün siyasi güce dönüşmesi olgusu yoktur. Hakim olan siyasettir. Siyasi sistemde aristokrasinin oluşmasını önlemek ve sürekli yenilenen meritokratik bir elit kadrosunu iş başında tutabilmek üzere nasıl ki devşirme usulünu benimsedilerse, benzer şekilde sermayeyi de, başına buyruk bir rakip veya siyaseti etkileyebilecek bir güç haline getirmemek üzere, "devşirme tarzı" bir yöntemle sağlamaya çalıştılar.
....
Azınlıklar, siyaseti etkileme şansına sahip olmadıkları için tercih edildiler ve bu imkanlara nail oldular.
Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Mehmet Genç.

5.  “Başka bir yaygın yanılgı, bir uygarlığın gerilemesi gibi büyük çaplı sosyal olguların mutlaka büyük çaplı nedenlere dayandığı anlayışıdır.”

"Her halükarda, başlangıçtaki ufak bir ayrımın doğurduğu bir tepki zinciri, sonuç olarak çok büyük bir etki yaratabilir.

Ortadoğu tarihi zamanla önem kazanan küçük farklılıklarının birçok örneğini sunar.”
Timur Kuran, Yollar Ayrılırken, sayfa 51

Özetle, elinizdeki kitapta işlenen tez budur. İki bölgedeki ticari yaşamın 1000 dolaylarında elle tutulur bir farklılık taşımadığını göreceğiz.”
Yollar Ayrılırken, sayfa 21

Tedrici değişme esastır. Amerika'nın keşfi, buhar makinesinin icadı gibi belirli dar bir zaman diliminde yer alan büyük ani değişmeler bile, göze görünmeyen, farkedilmeyen, uzun bazen çok uzun bir hazırlık ve birikim döneminin nihayetinde ortaya çıkmış birer tezahürden ibarettir.
Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Mehmet Genç, Sayfa 307

Ama değişmenin gelişmesi, yerleşmesi, yayılması ve etkilerinin ortaya çıkması da aynı derecede uzun ve derin bir süreç gerektirir. Değişme potansiyelinin ortaya konulması, uzun zamana ihtiyaç gösterir.
Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Mehmet Genç, Sayfa 307

“1000 yılında Ortadoğu ekonomisi Avrupa ekonomisinden daha az gelişkin değildi; ama 1800 yılına varıldığında gerek yaşam standartları, gerek teknoloji, gerekse ekonomik etkinlik bakımından çarpıcı düzeyde geriye düşmüş durumdaydı. Batı dünyası çağ atlarken, Ortadoğu ekonomisi modernleşme sürecinin emekleme dönemindeydi. Ortadoğu'yla Batı'nın ekonomik gelişim yolları neden ayrıldı? Ortadoğu niçin 21. yüzyılda bile azgelişmiş bölge konumunda?

“Angus Maddison’un hesaplamalarına göre Ortadoğu’nun 1000 yılında dünya gayri safi yurtiçi hasılası içinde yüzde 10,3 olan payı 1600’de yüzde 3,8’e ve bir yüzyıl sonra yüzde 2,2’ye kadar indi. Aynı yedi yüzyıl içinde Batı Avrupa’nın payı ise yüzde 9,1’den yüzde 21,9’a fırladı.”
Yollar Ayrılırken, sayfa 87

5.1 Avrupa ve Japonya'da bir tür feodalizm, güç bölünmesi ve mirasın büyük oğula kalması Sonuç: Güçlü tüccar, uzun ömürlü şirketler, özgür kentler ve kent kültürü, değerleri. Çin, İslam coğrafyası ve Hindistan'da ATÜT tipi güçlü merkezi idare ve mirasın çocuklar arasında paylaştırılması. Sonuç: Cılız tüccar, kısa ömürlü şirketler, bağımlı kentler, feodal kültür ve değerleri.

5.1.1 In the towns of the classical world, as in the towns of China and the Byzantine Empire, the merchants, the professionals, and the craftsmen never acquired a socially prominent position. Even they acquired wealth, they acquisced in an inferior social position. The rural ideals of the upper classes permeated the whole society; and as the landed gentry dominated both the countryside and the towns, socially as well as politically and culturally, powerful elements of cohesion obliterated the differences between the urban and the rural worlds. The town was not an organism in itself but rather an organ within the broader context of an urban-rural continuum.

In medieval Europe, by contrast the town came to represent a specialized entity. The medieval city was not an organ of a larger organism, but an organism in itself, proudly autonomous and clearly separated from the surrounding countryside…Juridically, it was another world…Culturally the contrast was no less violent than economically. The merchants, the professionals, the craftsmen who lived in the towns did not recognize the control of the rural world or its cultural values; on the contrary, they evolved their own culture and their own values.

One of the original features of Western techonological development after the twelfth century was the increasing stress placed on the mechanical aspects of technology. There was a real passion fort he mechanization of all productive processes…

On the other hand, a cumulative process was set into motion by which the more the machine was studied the more it reinforced the mechanical outlook of the people. Books on mechanics proliferated in the course of the sixteenth and seventeenth centuries. More significant than that, the mechanical Outlook began to pervade such improbable fields as art and philosophy…Philosophers came to regard the universe as a great piece of clockwork, the human body as a piece of machinery, and God as an outstanding “clockmaker”.
BEFORE THE INDUSTRIAL REVOLUTION, Carlo M. Cipolla

5.1.1.1 When between the thirteenth and the fourteenth centuries Tuscany gave Europe her most active merchants and craftsmen, she also produced exceptional poets, writers and doctors. The northern Low Countries in the seventeenth century were great in shipping as well as in painting, in commercial as well as philosophical speculation, and in scientific observation.

When a society shows vitality it does so at all levels, not only the economic, and it succeeds better than other societies which seemingly have the same amounts of resources at their disposal. It is not by chance that, when Italian merchants greatly contributed to European Economic development, Dante was writing the Divine Comedy, Giotto was introducing innovations in painting, ans St. Francis was starting his religious movement. In the seventeenth century,  when the Low Countries became the prime movers in international trade while producing great entreprneurs and merchants such as De Geer or the Tripps, they also produced jurists like Grotius, experimentalists such as Huyghens and Leeuwenhock, and painters such as Rembrand…In order to understand what happened in certain societies, it is necessary to understand an atmosphere of collective enthusiasm, of exaltation and cooperation.

When one admires certain exquisite Works of art by humble craftsmen of the past, knowing how inadequate the economic incentives were, one can not but conclude that intangible and nonmeasurable factors, such as the creative urge, love of one’s work, pride in one’s own ability and self-respect, where they exist, make miracles possible; and that the absence of these factors depresses production both quantitatively and qualitatively.
BEFORE THE INDUSTRIAL REVOLUTION, Carlo M. Cipolla

5.1.2 Adam Smith: "Division of labor is limited by the extent of the market". Pazar büyüklüğü de tüccarların ve şirketlerin gücünün bir fonksiyonudur.

5.1.2.1 In the more highly developed trades, the artisan did not normally produce for the market. With his limited financial resources, he could not undertake the risks connected with such production. He normally worked on commission. The man who gave him the orders was the “merchant”, who often advanced to the craftsman the necessary working capital (raw materials) and sometimes also lent him the fixed capital (looms, for example). The economic dimension of the craftsman’s business was thus determined by the economic dimension of the business of the merchant, who gave the work order, provided the raw materials, undertook the distribution of the products, developed the markets, determined the type of products, and exercised quality control over the activities of the worker.
BEFORE THE INDUSTRIAL REVOLUTION, Carlo M. Cipolla

5.1.2.1.1 "Ön endüstri zanaat faaliyeti ve verlagsystem'in sayılamayacak kadar çok ilkel birimleri halinde ortaya çıkmaktadır".

"Bu dağınıklığın üzerinde çok daha kapitalist örgütler, manifaktürler ve fabrikalar yer almaktadır".
Fernand Braudel, Maddi Uygarlık, Mübadele Oyunları.

5.1.2.1.2 Birinci kategori: “nebula”lar halinde yer tutmuş olan, sayılamayacak kadar çok ve minik aile atelyesi, yani bir usta, iki veya üç kalfa, bir veya iki çırak, yani tek başına bir aile… Bu “tek hücreli” ilkel birimlerin her birinde “görevler ayrışmamıştır ve süreklidir”, öylesine ki, işbölümü çoğu zaman onların üstünden geçmektedir.

İkinci kategori: dağınık, ama birbirlerine bağlı atelyeler… Eşgüdümü sağlayan, aracılık yapan, eserin yaratıcısı, hammaddeyi avans olarak veren, sonra bunu eğirmeden dokumaya, fule etmeye, boyanmaya taşıyan girişimci tüccardır.

Üçüncü kategori: meslek dalına ve ülkelere göre farklı tarihlerde olmak üzere geç tarihlerde oluşan “bir araya toplanmış imalathane”. XVI. Yüzyılın su gücünü kullanan demirhaneleri, o tarihte bile bir araya toplanmış imalathanelerdir…manüfaktür kategorisine daha fazla uymaktadır. Bunların karakteristiği, az veya çok geniş olan binalarda, emek gücünü bir araya toplamış olmalarıdır; bu emeğin gözetimine, daha ilerlemiş bir işbölümüne, kısacası artan bir üretkenliğe ve ürün kalitesinin yükseltilmesine olanak vermektedir.

Dördüncü kategori: akar su ile buharın bileşik gücüne sahip olan makinelerle donatılmış imalathaneler. Marx’ın kelime haznesinde bunlar kısaca fabrikalardır.
Fernand Braudel, Maddi Uygarlık, Mübadele Oyunları.

5.1.2.1.3 "Avrupa dışında özellikle ilk iki aşamaya-kişisel atelyeler, birbirine bağlanmış atelyeler-rastlanmakta; manüfaktür istisna kalmaktadır"

"Japonya 1830'lara doğru endüstri devrimine açılmadan önce zaten büyük manüfaktür alanına girmişti bile".
Fernand Braudel, Maddi Uygarlık, Mübadele Oyunları.

5.1.2.1.4 O sıralar, koskoca bir eylem piramidi, kat kat inşa olmuştur: tabanda köylüler, çobanlar, ipek böceği yetiştiricileri, zanaatkarlar, seyyar ragatones ve “küçük hafta” tefecileri yer almaktadır; onların üstünde, onların ellerinden tutan Kastilyalı kapitalistler; ve nihayet, onların da üstünde, her şeyi yöneten Fuggerlerin aracıları ve kısa bir süre sonra da güçlerini açık eden Cenevizliler bulunmaktadır.

Bu ticari piramidi, bu farklı toplumu, Avrupa’nın her yerinde ve her dönemde, kendinin aynı olmak üzere bulmaktayız. Bu piramidin kendine özgü hareketleri vardır. Uzmanlaşma, işbölümü bu alanda olağan olarak, yukarıdan aşağı doğru iş görmektedir. Görevlerin farklılaşmasına ve işlevlerin parçalanmasına modernizasyon veya rasyonalizasyon denilecek olursa, bu modernizasyon ilk önce, ekonominin tabanında ortaya çıkmıştır. Mübadelenin kaydettiği her atılım, dükkancıların artan bir uzmanlaşmasını ve ticaretin çok sayıdaki eklentisi arasında, özel mesleklerin doğumunu belirlemektedir.
Fernand Braudel, Maddi Uygarlık, Mübadele Oyunları, Sayfa 336

5.1.2.1.4.1 Evde iş yapma, böylece lonca veya aile atelyeleri ağına ulaşmaktadır. Bir tarihçi haklı olarak, şöyle yazmaktaydı: “dağınıklık aslında sadece görünüşteydi, her şey sanki ev tezgahları görünmez bir finansal örümcek ağına yakalanmışlar gibi cereyan etmekteydi ve bu ağın ipleri sadece birkaç toptancının elindeydi”.
Fernand Braudel, Maddi Uygarlık, Mübadele Oyunları, Sayfa 280

5.1.3. Çin ve Hindistan'da emek bolluğu ve devasa mekanın ulaşım kısıtlari nedeniyle seyrekliği büyük iç pazarı ve makineleşmeyi engellemiştir.

5.2 As early as the first decades of the fourteenth century Europeans began to use cannon in warfare.
Guns, Sails, & Empires,Sayfa 21

These weapons were scarcely murderous but were effective in battering down fortresses and city walls.

Bronze, on the other hand, is technically much easier to cast and all over Europe there were craftsmen well acquainted with the process because of the early and widespread demand for church bells.
Guns, Sails, & Empires,Sayfa 23

Although the raw materials were produced in only a few areas, the casting of bronze guns was carried on almost everywhere by artisans who had no difficulty in shifting from producing bells to producing guns and vice versa.
Guns, Sails, & Empires,Sayfa 25

However, by the end of the sixteenth century the distinction between siege artillery and field artillery was recognised and European gunners started devoting their ingenuity to the problem of further improving upon the mobility of guns without affecting their striking power.
Guns, Sails, & Empires,Sayfa 29.

 

The eighteenth century marked the beginning of a new phase. As indicated in chapter I, European gun-founders succeded in producing effective field artillery just before the middle of the seventeenth century.

Turkish menace was brought under control in the course of the eigteenth century.
Guns, Sails, & Empires, Sayfa 143-144

Despite the fact that the “know-how” was broadcast by renegades, Jesuits and official missions of “technical assistance”, non-European countries never succeeded in filling the vast technological gap that separate them from Europe. On the contrary, in the course of time the gap grew conspicously larger.
Guns, Sails, & Empires, Carlo Cipolla

The Chinese, like the Turks an the Indians, lagged hopelessly behind the times in understanding the true potentialities of naval artillery and in learning the new naval tactics that artillery was mercilessly imposing. When they eventually realized that times had changed, it was too late.
Guns, Sails, & Empires, Carlo Cipolla
Sayfa126

“It might be supposed”-wrote an eminent scholar-“that an ignorant man, some edible materials and a cookery book compose together the necessities of a self-moved activity called cooking. But nothing is further from the truth. The cookery book is not an independently generated beginning from which cooking can spring; it is nothing more than an abstract of somebody’s knowledge of how to cook: it is the stepchild, not the parent of the activity. The book, in its turn, may help to set a man on to dressing dinner, but if it were its sole guide he could never, in fact, begin: the book speaks only to those who know already the kind of thing to expect from it and consequently how to interpret it”. Commenting upon this tasty piece of wisdom, another scholar remarked that “at first sight the problem might appear to be merely one of introducing new methods of production and the instruments, tools or machines appropriate thereto. But what is really involved is vast change in social beliefs and practices…”. Technical knowledge is the “expression” of man’s response to the changing problems set by the environment and by his fellow men… For meeting any new situation, new thoughts, new aptitudes, new action will be required. But knowledge has to grow: capital has to be created afresh on the basis of continuous experiment, and new hopes and beliefs have to evolve. It is because all these new activities are not independent of the existing institutions into which they have to be fitted, and which have in turn to be adjusted to them, that the process of change is so complex and, if it is to proceed harmoniously, necessarily so slow.

In order to acquire Western techniques, the non-European people had or have to undergo a more profound and general process of “westernization”. Paradoxically enough, in order to fight against the West they have to absorb Western ways of thinking and doing. As M. Chiang wrote, “since we were knocked out by cannon balls, naturally we became interested in them, thinking that by learning to make them we could strike back. We could forget for the time being in whose name they had come, since for us common mortals to save our lives was more important than to save our souls. But history seems to move through very curious ways. From studying cannon balls we came to mechanical inventions, which in turn led us to political reforms; from political reforms we began to see political theories, which led us again to the philosophies of the West. On the other hand, through mechanical invention we saw science, from which we came to understand scientific method and the scientific mind. Step by step we were led farther away from the cannon ball-yet we came nearer and nearer to it”. In this process, the goal is the technique while philosophy and social and human relations are degraded to the role of means. The machine which would serve man, becomes his master.
Guns, Sails, & Empires, Carlo Cipolla, Sayfa 147-148
 

It has also to be said that with few exceptions, when an innovation is first introduced, its advantages over established traditions are not always very obvious. The first European field guns were certainly not conspicuous for their efficiency. The attitude of the Turks toward early field artillery, as the attitude of the Venetians toward the early galleons, can not be simply discarded as piece of human stupidity. At their first appearence, innovations are less valuable for their actual advantages than for their potential of future developments and this second quality is always very difficult to assess.

To admit the new role of field artillery in battles of movement and to adopt new strategies accordingly, the Mamluks had to sacrifice the role and prestige of their feudal cavalry, namely the social position and prestige of the dominating class. This in turn, presuppose the disruption of feudal structures and a profound social revolution for which the kingdom was totally unprepared. Before accepting Western techniques had to undergo “a wholesale change of the world-view, a Copernican revolution of a minor order”. Powerful socio-cultural factors were opposing the assimilation and diffusion of Western technology. In Europe the situation was vastly different. The European knights of the early Renaissance nourished ideas in regard to fire-arms which were not different from those of the Mamluk horsemen, but by 1500 European affairs were coming more and more under the control of new social groups that had a taste for organization rather than splendour, for efficiency rather than gallantry. And such groups could count on an increasingly numerous class of craftsmen with a taste for mechanics and metallurgy. The very factors that had originally favoured the development of the new technology continued to operate and fostered in further progress powerfully.: as has been indicated in the previous chapter. European shipbuilding and manufacture of ordnance moved rapidly ahead during the first direct contact of the Portuguese with the people of Asia.

The Turks make little use of artillery, and indeed seem not to care for it, nor value its use except for siege operations. In naval battles they rely heavily on the sail and on boarding, so that in an encounter they seek to ram the enemy as quickly as possible, hoping to exploit their advantage in numbers; the very few guns which they do use on their ships are loaded with Stone shot more often than with iron, for they believe that stone, in splintering, hits more surely and does more harm.
Guns, Sails & Empires, Sayfa 162

But also in the case of the Ottomans, a traditional taste for the melee and for horsemanship, and the social predominance of the mounted warrior, acted as powerful obstacles to the adoption of field artillery. Essentially the Ottomans made good use of guns only in siege operations.
Guns, Sails & Empires, Sayfa 93.
 

6. "Avrupa ülkeleri bölünürken Osmanlı'da bütün yüce otorite tek bir kimsenin ellerindedir; bütün gelirler ona gitmektedir".
Fernand Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası

6.1 Aile işletmelerinin, parçalanarak küçülmesini veya yeni arazi ilavesi ile büyük çiftliklere dönüşmesini önlemek üzere Devlet, zirai toprakların mülkiyet hakkını fertlere bırakmaz kendi elinde muhafaza ederdi.

Zirai üretimden gelen gıda maddeleri ile hammaddeleri kaza merkezinde satın almak, işlemek ve tüketiciye satmak kasaba esnafınin tekelinde idi. Üretim ile tüketim arasındaki dengeyi korumak üzere devlet, her mal ve hizmeti üretmek üzere ayrı loncalar halinde örgütledigi bu esnaflari, ziraatte çiftçi işletmelerinde olduğu gibi, belli ortalama büyüklükleri aşmayacak kapasitedeki işyerlerine veya dükkanlara sahip ustalardan oluşan, eşitlikçi bir cemaat halinde faaliyet göstermelerini sağlayacak şekilde bir düzenlemeye tabi tutardi.

Hangi maldan, ne miktarda ihracat yapılacağı, her seferinde özel bir izinle belirlenir, ayrica yüksek bir gümrük vergisi alınırdi. Buna karşılık ithalatın, hiç bir tahdide tutulmadan serbestçe yapılmasına müsaade edilirdi.

Dengenin korunmasında yalnız tüketimin değil, üretimin de kontrol altında tutulması gerekiyordu. Çünkü emek ve kapital gibi üretim faktörlerinin kıt olduğu ve miktarların kolayca arttırılmadigi bir ekonomide, belirli bir mal veya hizmetin üretimini arttırmak için gerekli olan ilave emek ve kapitali, diğer alanlardan çekip o mal veya hizmeti üreten sektöre kaydırmakla mümkündü.

Bu nedenle uzun deneyim ve uyarlamalarla oluşmuş olan üretim ve istihdam yapısının değişmeden kalmasına özen gösterilirdi. Esnaf örgütlerinin işçi ve dükkan sayısının dondurulmasi, ziraatte işletme büyüklüğünün belli düzeyde tutulması ve zirai işletmeyi bırakarak şehirlere göç etmenin yasaklanması, hep bu dengeyi sürdürebilme motifi ile uygulamaya konmuş düzenlemelerdi.

Fiyatlar o şekilde tespit edilirdi ki, mübadele ile uğraşan esnaf ve tüccar gibi zümrelere tanınan normal kar haddi %5 ila %15 arasında değişir, daha yüksek kar sağlamak sıkı ceza tehdidi altında tutularak engellenirdi. Ekonomide faiz haddi, normal olarak bu haddin epey üzerinde olarak %15-25 arasında olduğu için, mevcut nakdi sermayenin ticaret ve esnaflik sektörüne kayması imkanı son derece kısıtlı idi.

Bununla birlikte yüksek gelir diliminde yer alan ve büyük çoğunluğu askeri zümre mensubu bir tabaka da mevcuttu.
Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Sayfa 234

Askeri tabiri, Osmanlı düzeninde ve literatüründe, meslek itibari ile asker olanlara inhisar etmez; asker ve sivil bütün yönetici kadroları kapsayan geniş bir zümreyi ifade eder.
Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi,Sayfa 253

Hiçbir sektörde, birikime imkan vermeyen sistemde, tek gedik, askeri zümrenin üst tabakası olarak karşımıza çıkmaktadır.

Buna Osmanlılar, akıllıca ve mükemmel denecek çareyi buldular diyebiliriz. Devlet görevlilerine verilen iktisadi imkanlar, sadece görevle alakalı kalacaktı. Ama olabilirdi ki paşa, görev süresince tasarruf edecek, biriktirecek ve görevi bittiği veya hayatını tamamladığı zaman oğlu, kardeşi, kızı, kısaca varisleri o servet üzerinde zenginleşmeye devam edebilecekt,. Bunun çaresini şöyle buldular: Devlet görevlilerinin meşru tek varisi vardır: Devlet.
Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi,Sayfa 338

Osmanlılar bütün mallar için gıda, ham, mamul tefriki yapmadan, genel ve yaygın provizyonizmi 16. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar 300 yıldan fazla bir süre içinde kesintisiz olarak uygulamışlardir. Ayrıca Osmanlı uygulamasında provizyonizm, yalnız dış ticarette değil, aynı zamanda iç ticarette de geçerli olduğu için iktisadi hayatı derinden etkileyen önemli bir faktördü.

Osmanlı zihninde bulduğumuz bir diğer değer demeti, "rekabet" ve "çatışma" yerine "iş birliği" ve "dayanışma" değerlerine öncelik tanınmasıdir.

Burada, Osmanlı'nın üçüncü önemli değeri de karşımıza çıkıyor. İtidal ve aşırılik kutuplaşmasinda, Osmanlılar itidali temel değer olarak zihinlerine yerleştirmis görünüyorlar.
Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Mehmet Genç

Denilebilir ki Osmanlı, kendinden önce gelip geçen devletlerin eninde sonunda yıkılmasına neden olan sosyal ve iktisadi değişmeleri, ne büyümeye ne de küçülmeye imkan vermeyecek değişmez bir sisteme bağlamış ve bunu ifade etmek üzere de kendi kendine "Devlet-i aliyye-i ebediyyül-devam" ünvanını vermiştir.
Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Sayfa 338

6.1.1 Sultan aşırı zengin ve serbest soyluluğu tehditkar bulmuş olmalıdır. Bu tepkiler, ayrılıkçılıkların tehditi altındaki sistemin merkezileşmesine yöneliktir.

6.1.1.1 İstanbul’da toptan ticaret veya başka servet yapma yollarıyla çok zenginleşmiş birçok Rum vardır, fakat bunlar gene de Türkler zenginliklerini fark edip de servetlerini ellerinden almasınlar diye çok kötü elbiseler giymektedirler.

Bunların en zenginlerinden biri Mihail Kantakuzenes adlı biridir. Serveti muazzamdır ve ilginç bir şekilde Türk devletine sağladığı hizmetlere bağlıdır. 13 Mart 1578’de Sultan’ın emriyle yargılanmaksızın Anchioli sarayının kapısında asılmış ve serveti müsadere edilmiştir.
Fernand Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası

6.2 "Endüstri bu ülkede çoğunlukla Hristiyan göçmen ve esirlerin işidir, bunlara Yahudi zenaatkarlari da eklemek gerekmektedir".
Fernand Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası

6.3 Böylece İstanbul İmparatorluğun binlerce ürününü, artı Batının kumaş ve lüks eşyalarını tüketmektedir, bunların karşılığında kent hemen hiçbir şey vermemektedir.
Fernand Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 

6.4 "İspanya kralinin kovduğu Yahudiler olmasaydı Türkler top,yay, gülle ve koçbaşlari yapan becerikli zenaatkarlari nerden bulabilirdi”.
Fernand Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası

6.4.1 The personality of the migrants has to be taken into account as well as their number in relation to the size of the recipient society. No less important is the nature of the recipient environment. Many Italian technicians moved to Turkey in the course of the fifteenth, sixteenth and seventeenth centuries, bringing techniques and ideas with them. Yet no appreciable innovations occurred in Turkey. The refugees who moved to England on the other hand, found an extremely fertile ground.
BEFORE THE INDUSTRIAL REVOLUTION, Carlo M. Cipolla

6.4.1.1 "Amaçlanmamış sonuçları konu alan tarihsel analizlerdeki yaygın bir tema yol bağlılığı, yani gelecekteki sonuçların geçmişteki gelişim çizgilerine bağlılığıdır. Tıpatıp aynı koşullarla karşılaşan iki toplum, kendi tarihlerine bağlı olarak değişik tepki verebilir.”
Timur Kuran, Yollar Ayrılırken, sayfa 52

6.5 "Yerel otoritelerce dikkatli gözetim altında tutulan tımarlının zenginleşme çözümü verimli savaşların ganimet ve ödentileridir".
Fernand Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası

6.6 Halep'te yerleşmiş bir İngiliz tüccarı olan Anthony Jenkins, bu 1553 yılında, Kanuni Sultan Süleyman ile muhteşem maiyetinin İran'a giderken kente girişlerini görmüştür: 6000 hafif zırhlı at, 16 000 yeniçeri, 1000 tane acemi oğlanı; hepsi de "altın işlemeli elbiseler giymiş olarak", altın işlemeli bir kaftan giymiş olan ve ketenile ipekten muazzam bir sarık sarmış olarak beyaz bir ata binmiş olan padişaha refakat etmektedir. Ordunun mevcudu 300 000'den fazladır ve taşımacılık için 200 000'den fazla deve bunları izlemektedir.
Fernand Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası

6.7 Fransa'da bile yüzyılın sonunda, üzerlerinde arabaların dolaşabilecekleri yollar çok sayıda değillerdir. Muazzam mekanlar boyunca, yük hayvanı önceliği elinde tutmaktadır. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Avrupa'nın hayranlığını üzerine çeken Osmanlı İmparatorluğunun yol ağı, her iki kenarında sürüler ve yayalar için bastırılmış topraktan olan ve yolu daraltan kısımlara sahip, ortaları üç ayak genişliğinde taş döşenmiş dar süvari yolları içermektedir. Bu dekor içinde ya hiç ya da hemen hemen hiç araba yoktur.
Fernand Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 

7. Merkezi devletin yaygın ve güçlü bürokratik ağı devasa boyutlarda Osmanlı savaş makinesinin oluşturulmasına hizmet edip sayı ve yetenekli süvari üstünlüğüyle tekniğin gelişmediği, savaşın büyük ölçüde insan gücüne bağlı olduğu dönemler boyunca parlak zaferlerlerle, ganimetler ve haraçlardan oluşan büyük gelirlerlerle devlet maliyesinin güçlü olmasını, toplumun ileri gelen sınıflarının gelirlerden aldığı paylarla hoşnut olmasını sağlarken ticarete, tüccara, tüccarın mübadelelerde kullandığı ürünleri üreten zenaatkara, özgürlüklere, üretime, tekniğe pek az alan, saygınlık, zenginlik ve prestij bırakarak kendi kültürel değerlerinin baskınlığı altında bu sınıfların ve değerlerinin gelişmesini önlemiş, bu başarılı dönem boyunca karşıt yönde evrimleşen Avrupa'nın teknik, üretim, bilim ve kültürde ilerlemesinin sonucunda değişen savaş tekniklerinin daha çok teknolojiye dayanması, insan gücünün savaştaki öneminin azalmasına bağlı olarak savaşlardaki üstünlüğünü yitirmiş, bunun sonucunda gelirleri azalmış, devlet maliyesi bozulmuş, gelirleri azalan sınıfların hoşnutsuzlukları ortaya çıkmış ve giderek artmış, bu üretim ve savaş örgütlenmesinin uzun bir süreçteki birikimi olan üretimde, teknikte, bilim ve felsefede, kültürde geriliğin de büyük katkısıyla kendi sonunu hazırlamıştır.

 

 
Kayıt tarihi
: 29.04.21
 
 

Bilgisayar Mühendisi, Sistem Çözümleyici. Ekonomi, Siyaset, felsefe, psikoloji, sosyoloji, tarih,..