Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Aralık '08

 
Kategori
Deneme
 

Otello'nun kalesinde güvercin sesleri

Eylül 2000

Magosa kalesi... Otello’nun gerçekten yaşadığı kale... Hamlet yıllar sonra onun öyküsünü oyunlaştırmış. Güneş, bütün görkemiyle tepemizde dikilirken derin hendeğin üzerindeki tahta köprüyü aşıyor ve kalenin kara tarafındaki kapısıdan içeri giriyoruz. Eylülün son günleri olmasına karşın hava hala çok sıcak. Öğle güneşiyle yıkanan, kum taşından yapılma kale, burçları, avlusu ve yüksek duvarlarıyla Otello’ya yaraşan bir heybetle dikiliyor Magosa limanında. Eski kenti çevreleyen surların limana bakan yanında bu kale. Aslında 12. Yüzyılda Lüzinyanlar tarafından limanı düşman gemilerine, özellikle Osmanlılara karşı savunmak amacıyla yaptırılmış bu surlar.

Giriş kapısı, Venedik’in sembolü olan Saint Mark’ın kanatlı aslan kabartmasıyla taçlanmış. Avluda, yıkık sütun kalıntıları ve heykel artıkları arasında yine bir başka kanatlı aslan kabartması duruyor... Kızgın güneşin altında sere serpe uzanan avluyu döşeyen taşlar arasından otlar fışkırmış. Kertenkeleler geziniyor aralarında.

Sağ tarafta kuleye tırmanan merdivenleri görüp yukarı çıkıyoruz. Saint Michelle tabyası burası. Aşağıda liman ve ufka kadar uzanan Akdeniz... Yeşil mavi ve ufukta laciverde dönüşen, beyaz köpüklerin kaynaştığı, limanın yosun tutmuş taşlarına vurup kırılan dalgaların oynaştığı Akdeniz... Limanda bir kaç yük gemisi...

Gözlerim ufku tarıyor ve Venedik donanmasının gemilerini , ya da beyaz yelkenlerini rüzgarla doldurup gelen Osmanlı kadırgalarını arıyor. Onlar yok artık. Tarihin tozlu arşivlerinde kaldılar; ama burada onlardan kalan toplar, mancınıklar, demir ve taş gülleler yüzyılların yıpratıcı rüzgarlarına dayanmış, hala duruyorlar. Kimi avluda, kimi bir kapı arkasına atılmış, kimi bir dehlize sıkışmış bekliyorlar.Zamanın acımasız dişleriyle öğütülüp un ufak olacakları, yokluğa karışacakları vakti bekliyorlar sabırla.

Leonardo da Vinci’de 1481 yılında gelmiş Magosa’ya ve Venediklilerin kenti savunmaları için fikirler vermiş. Acaba şu mancınık onun çizimiyle mi oluştu? Venedikliler tuttular mı onun öğütlerini? Usta ressamın pek çok ülkenin yöneticilerine benzer savunma önerileri götürdüğünü biliyoruz.Hatta Osmanlılara bile... Sanatçının yaşaması için para kazanması gerek elbette...O da bunun yollarını aramış.Bunun için de her kapıyı çalmış. Leonardo da Vinci olmak bile karın doyurmak için yeterli olmamış demek ki...

Merdivenlerden inip avlulardan geçiyor ve bir kapıdan içeri giriyoruz. Kalın taş duvarların çevrelediği yüksek tavanlı geniş bir salon burası. Kapıdan girer girmez güvercinlerin kanat sesleriyle ürküp duralıyoruz. Belli ki onlar da bizden ürkmüş. Telaşla o sütundan bu kemere uçuşup duruyorlar. Bir kaç adım daha atıp içeriyi geziyoruz. Gün ışığı tavana yakın vitraylı pencereden içeri ince, soluk şeritler halinde uzanıyor. İçerisi loş ve serin. Burası Venedikliler zamanında yemekhane olarak yapılmış;ama nedense ben kiliseye benzetiyorum ve Desdemona’nın sevgili kocası, kale komutanı Otello için dua etmeye buraya geldiğini düşlüyorum. Burada, -şimdi olmayan- mihrabın önünde diz çökmüş, kıskançlıktan kıvranan Otello’nun günahlarını affetmesi için yalvarıyor Tanrıya... Bir kaç saat sonra Otello’nun kendisini öldüreceğini bilmiyor.

Bu geniş salondan çıkıp yan taraftaki koridorlara dalıyoruz. Karanlık koridorlar mazgallardan sızan gün ışığıyla biraz aydınlanıyor; ama kemerli kapılardan geçildikçe karanlık dehlizlere dalınıyor. Bu karanlık ve ıssız dehlizler ürpertiyor beni. Hele aşağıdaki zindana inen taş merdivenleri gördükçe ürpertim artıyor. Iago’nun atıldığı zindan mı bu? Ya Otello’nun Desdemona’yı boğduğu oda nerede?

Dehlizleri dolaşıyor, taş duvarların kararttığı loş odalara girip çıkıyorum. Desdemona’nın hayaleti eteklerini sürüyerek dolaşıyor kalenin içinde ve ölmeden önce söylediği şarkıyı mırıldanıyor.

“Zavallıcık iç çekerdi

Altında incir ağacının

Şarkısını söyle yeşil söğüdün

Eli göğsünde, başı dizindeydi,

Şarkısını söyle söğüdün, söğüdün, söğüdün...”

 
Toplam blog
: 26
: 898
Kayıt tarihi
: 03.12.08
 
 

1946 yılında doğan ve tıp doktoru olarak Türkiye ve Almanya’da çalışan Gülseren Engin’in ilk öyküsü ..