Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Nisan '09

 
Kategori
Teknolojinin Geleceği
 

Oto-mas-yon

Oto-mas-yon
 

Fizyolojinin Psiko-mekaniği, aslında makinenin insanın aynı hamurdan yapıldığı tezine giden yol.


Dünya tarihinin kayıtlarında en baskın unsur savaşlardır. Savaşlar insanlığın çok yakın bir zaman kadar gelen uzun yolculuğunun kayıt defterinde kilometre taşlarını oluşturmuştur.[1] ‘Tarih’ dediğimiz, yazılı kültürün belgelerinin hepsi kocaman birer savaş romanıdır. Buradan, insanın pek de akıllı bir varlık olmadığını çıkarmak hiç de zor değildir. [2]

İşte, kendine akıllı diyerek bu sıfatını pekiştirmeye çalışan bizler. Akıl kavramının, tanımının içinde kendi meziyetimizi özel bir yere koymak isteriz. Bu yüzden, başka bir akıl varmışçasına ona; ‘insan aklı’ dedik. -Sanki başka bir aklın varlığını kabul edermişiz gibi!-

İnsan aklı, dünya üzerindeki ilk farkındalık anından beri gelişmektedir. Bu gelişmenin her aşamasında bir önceki sürecin üzerine yeni beceriler ekleniyor. Yeni ortaya çıkan akıl (yani diğer bir deyişle; ‘insan aklı’), yeteneklerindeki iyileşmeyi kime borçlu olduğunu unutan bir tavır ile önceki nesillere (yani aklın bir eski versiyonuna) üstten bakar bir tavır içerisine giriyor.

Akıl, insan denen -biyo-mekanik- makinenin kontrolünü sağlayan otomasyonun en görünen unsurudur. Görünen diye tanımlamamın sebebi her bireyin görebildiği bir akıl yetisine sahip olmasındandır.

Evet, akıl görülür.

Her birey, kendi aklını kendi beyni ile görür. Akıl gözlerinizin arkasından ileriye doğru bakan varlığın ‘kendisi’ değil, sadece kullandığı aksesuarlardan biridir. Biyolojik beden, beyni aracılığı ile otonom, refleks ve akıl gibi bir çok bağımsız unsuru kullanır. Bilgisayar yazılımları gibi de düşünebilirsiniz. Akıl, bu yazılımlar içerisinde ekranda gözüken tek yazılımdır. Bununla birlikte bilgisayarın çalışması için gerekli, hiç görmediğimiz, -çoğumuzun- varlığını bilmediğimiz, arka planda işleyen, servis yazılımları vardır. Bizler bilgisayarımızın ekranında görülmeyen, sürekli çalışıp sistemi ayakta tutan, yedekleme yapan, elektrik kesintilerini programlayan, kamera, mikrofon yazıcı gibi aygıtları yöneten bu yazılımlar gibi yazılımlara sahibiz. Nefes almamız, midemizin hazım işini yapması, kanın bütün hücrelere ulaşması için kalbimizin atması, heyecanlanınca kalbin vites değiştirip daha hızlı atması, üşüyünce titrememiz gibi işleri istemeyiz. Yada daha doğrusu; istememiz gerekmez.

İşin isteme kısmına gelince, işte orada akıl devreye girer. Bu yüzden bilgisayar ekranındaki görüntülü programlara benzettim. Bir komut veririz. Bunu beynimizde yüklü işletim sistemi sayesinde donanımımız algılar. Komutlar parametreler ile işlevlerini yapar. Bu parametreler hem kimyasal, hem de fiziksel otomasyon sistemine bağlıdır.

Verilen bir komut, sinir sistemi ve hormon sisteminin birlikte uyumlu çalışması sonucunda tüm hücrelere iletilir. Ama her hücre sadece kendi için işaretlenmiş komutu çözer ve okur. Bunun gereğini yapar.

Kamu ve büyük kurumların bilgi sistemlerinde -özellikle askeri sistemlerde- sık kullanılan “lüzumu kadar bilme” prensibi burada titizlikle uygulanır.

Otomasyon olarak insan vücudu, bilgi sistemleri geliştirme ile ilgili tasarım yapanların önlerinde duran mükemmel bir örnektir. Hem yazılımın kapsamı, hem de muhteşem büyüklükteki yapısı ile otomasyoncu için insan vücudu; astronom için uzayın boyutları kadar zengin bir ufuk sunar.

Bilgi teknolojileri ve elektronikte yaşanan gelişmeler sürdükçe günlük yaşamda kullanılan teknolojik ekipmanlar bize sahip olduğumuz biyolojik ekipmanların otomasyon ile örnekli modellenebilmesinde de imkan sunmaktadır.

Otomasyon, mikro (hatta nano ve piko) boyutta gerçek bir tasarım harikasına daha detaylı bakılabilmesini sağlamaktadır. Hem teknolojiyi araç olarak kullanarak laboratuar ortamında analiz ve tetkikler yapabilmekteyiz, hem de alternatif bir model olarak -otomasyon şaheseri- ‘insanı’ daha net görmekteyiz.

Sıcaklık ve basınç gibi bilgileri vücudumuzun her noktasından algılayan milyonlarca termostan (ısı sensörü) ve loadcell (basınç sensörü), adreslenmiş pozisyonlarından milyarlarca sıcaklık ve basınç verisini beynimize gönderir. İnsan bedenini saran sensörlerin çeşitliliği ile ilgili bilgimiz bile şu an sonuçlanmış değil. Otomasyonda kullandığımız, 30 kadar farklı ölçme enstrümanına rağmen insan biyo-mekaniği tarafından kullanılan sensörlerden sadece 120 farklı türü keşfedilmiş ve bunların sadece 3-4 tanesi literatür oluşturulacak seviyede açıklanmıştır. (Bunlar; optik, dokunma, tat alma vb.) Tüm sensörleri katalog haline getirmeye kalkarsak yaklaşık 1800 civarında olduğu tahmin edilmektedir.

İşte insan otomasyonu, 1800 çeşit sensörden vücudun tümüne serpiştirilmiş milyarlarcasını aynı anda saniyenin yüzde ikisi yada üçü kadar zaman aralığında okuyabilmektedir. Bu değerleri sayısal olarak kendi yarattığımız modellerin aciz ve cılız yapısıyla kıyaslamak bile mümkün değildir.

Hatta; dünyada bugüne kadar yapılmış tüm elektronik ve mekanik otomasyonları söküp bir çuvala doldursak bile tek bir insanın tüm fonksiyonlarını işletecek donanımı elde edemiyoruz. Hem de arada milyon katlık fark halen devam ediyor olurdu.

İnsanın dünyada yaptığı yapacağı tüm ‘beceri’ bile kendi bedeniyle kıyaslanamazken, ben bu başarıyı; sineğin kıçındaki sivilceyi abartıp yanardağ (volkan) gibi düşünmek olarak görüyorum.


Murat SEVGİ
23 | ARALIK | 2008

________________
[1] UCUZSATAR, N. Ulunay, “Tarih Boyunca Harp Sanatı Taktik ve Strateji”, Gen.Kur. Basımevi, Ankara, 1988
[2] Bu sözüm yüzünden atalarımız kemiklerinin, mezarlarında (İskender kebabı gibi) döneceğini düşünenler olacaktır. Ben bu konuda (eskilerin değimi ile) müsterihim. Çünkü yakın atalarımın birçoğunun üzerinde yıllardır kocaman bir otogar binası yükseliyor. Yani bırakın sızlamayı, üzerlerindeki beton yığınından dolayı, kıllarını kıpırdatma şansları bile yok!

 
Toplam blog
: 370
: 1092
Kayıt tarihi
: 10.07.08
 
 

1969 doğumlu. Tasarımcı, endüstriyel otomasyon sistemleri için yazılım geliştiriyor. Yüksek öğren..