Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mart '08

 
Kategori
Haber
 

Oy vereceğim parti belli oldu

Oy vereceğim parti belli oldu
 

Ancak henüz ismini bilmiyorum. Neden mi? AKP kapatıldığında yerine açılacak partinin adı belli değil de ondan.

Şu ana kadar verdiğim oyları merak edenler olabilir, söyleyeyim;

2007 Temmuz seçimlerinde, hiçbir iddiası bulunmasa, hatta görüşleri ile tam bir uyuşma içinde olmasam da, acaba bir sonraki seçim için şimdiden atılmış bir tohum olabilir mi diyerek ÖDP’ye oy vermiştim. CHP ile geçmişimden kalan tüm ipleri atmıştım çünkü ve zihnimde bir saniye bile “acaba” sorusu oluşmadı CHP'ye oy atmak için.

2002 seçimlerinde, şu an hala pişmanlığını duyduğum şekilde, uzun süre parlamento dışında kalmış olan ve bu sebeple bir kez daha değişmiş olacağını umut ettiğim Baykal’ın CHP’sine oy vermiştim.

Belki öncesinde de birkaç oy verebileceğim seçim daha yaşamışımdır ama zannedersem kayıtlı olduğum şehirden farklı noktalarda bulunduğum için olsa gerek oy verdiğimi hatırlamıyorum. 1990’ların karanlık siyasal süreçlerinde kendime oy verecek bir parti de zaten göremiyordum. Yani oy vermemeyi bir eksiklik olarak görmedim.

Yakın aile çevresinde SHP İl başkanlığı, CHP İlçe başkanlığı yapmış bireylerin olduğu birisi olarak sağ bir partiye oy atmayı “suç” kabul eden birisiy/im/dim.

Ancak 2000 senesinden beridir, siyasal yapımızın bünyesinde “demokrasi" denilen temel elementin eksik olduğunu düşünüyorum. Ancak demokrasinin bu eksikliğinde, demokrasinin oluşumu için yeterli kanalları açmayan sistem kadar, "demokrat" olmayı beceremeyen, talep etmeyen bireylerin da fazlası ile payı olduğunu da fark etmeye başladım. Bu nedenle siyasette taraf olmadan önce, demokrasiden taraf olmak gibi bir tercihe yönelmiş durumdayım.

Bu süreçten beridir, Türk siyasal tarihinde yaşananların top olmadan futbol maçı oynamaya benzetiyorum. Top olmadığı için yıllarca sergilenen kuru bir dövüştü. Ne gol atan vardı ortada ne de topla üretilecek estetik ortaya koyan birileri. Susuz havuzda kürek sallamak gibi birşeydi bu. Ve topun olmadığı ortamda herkes birbirini, “demokrat” (topsuz alanda faul yapmakla) olmamakla suçluyordu. Daha da kötüsü takımların üzerlerinde taşınan formalar da zamanla birbirinden ayırt edilemez hale gelmeye başlamıştı.

Ancak son 5 yıldır, ortaya futbol düzeni koymaya çalışan, daha disiplinli davranan, ekip olma hali gözlenen, çaputtan ve bezden de olsa bir top icad edip futbolun gereklerini yerine getirmek isteyen birileri var ortada. Ancak bu düzgün bir ekip olma hali, sahadaki tüm diğer unsurlarda bir rahatsızlık yaratmış durumda. Çünkü bir farklılaşma süreci var. Siyasetten o kadar kopuklaşmış bir siyasi sistemiz var ki, en ufak bir farklılıktan bile korkar hale geldik. Oysa siyasetin temel argümanı bu. Fark olmadan siyaset olur mu?

Yapılması gereken şey belli aslında; oluşan ekibin karşısında, aynı ciddiyete sahip bir ekip ruhuyla çıkmak, uyduruktan da olsa bir topla oynama becerisi geliştirmek ve futbolun ruhuna uygun başa baş mücadele etme bilicine kavuşmak.

Ancak toplumun bir kesiminde, topsuz ve kuralsız futbol (aslında artık futbolla alakası olmayan bambaşka bir şey) oynama hali ruhlara ve bilinçlere öylesine bir sızmış ki, karşı taraf, bir ekip gibi davranmak ve oyuna yeni kurallar eklemekle suçlanıyor (daha önceki kuralsızlıklar bütünü tercih ediliyor). Sahte de olsa top benzeri bir şey kullanmakla, diğerlerinden farklı ve kendi aralarında benzer kıyafet giymeye çalışmakla eleştiriliyor ve hakemden de bu takımı saha dışına çıkarılması isteniyor.

Evet, AKP demokratlığı kıt bir parti (çünkü onlarında topu gerçek değil çaputtan) evet AKP’nin kendisine ait bir toplum tahayyülü var, evet bu tahayyüller mevcut düzene uygun değil , evet AKP’nin tercihleri bence de doğru değil.

Ancak bu durum, siyasal sistemimizin geri kalanının demokrasiden hiç nasiplenmediği, CHP’nin AKP’nin demokratlığının kat be kat gerisinde kaldığı, mevcut düzenimizin bir darbe anayasası ile yönetildiği, yarı bürokratik bir dikta rejimine sahip olduğumuz, gerçek bir sivil rejime hiç tatmadığımız ve tüm bunlar karşısında eşitlikten, özgürlükten ve adaletten yana gerçek bir tavır koyan bir irade oluşmadığı gerçeğini örtmez.

Ve girişilen kapatma süreci, hiçbir şekilde demokrasi üretmeye, özgür ve adaletli bir toplum olmaya hizmet etmediği gibi, bu yolu tamamen kapatmaktadır.

Ben Ermeni olmasam da haksızlığa uğradıklarını hissettiğim zaman Ermeni olmaktan, Kürt olmadığım halde ezildiklerini hissettiği zaman Kürt olmaktan, zenci olmasam da zencilerin hor görüldüğünü hissettiğim zaman zenci olmaktan, kadın olmasam da kadınların ayrımcılığa uğradığını anladığım an kadın olmaktan yana olan birisi olarak,

Bugünden kapatılma olasılığının tamamen ortadan kalkacağı güne kadar, muhafazakar birisi olmasam da, çağdaş siyasal sistemin muhafazakar kanadında gördüğüm AKP’liyim.

Kapatıldığı takdirde de, ilk seçimde geçmişimde bir zamanlar "suç" saydığım (sağ bir partiye oy vermek) işi yapıp AKP’nin devamı olan partiye oy vereceğim.

Yazımı, Ali Nesin’in kendisini "Özgür Üniversite" bildirisine imza atmakla eleştirenlere verdiği yanıtla kapatmak istiyorum;

“Onlar bize ayni hakki tanımayacaklar diyenler oldu. Belki... Olabilir... Mümkündür. Ama aramızda bir fark olsun değil mi? Eleştirdiklerimizle, karşı olduklarımızla aynı davranışı gösterirsek o zaman onlardan ne farkımız kalır?

Bu yasak kalkarsa başı açık kızlarımız örtünme konusunda baskı göreceklerdir diyenler var. Doğrudur, böyle bir olasılık vardır. Ama demokrasi engebeli bir yoldur. Bu engebeli yolu yasaklarla düzleştirmeye çalışmak beyhude bir davranıştır. Gereken mücadele etik olarak doğru bir bicimde verilmelidir. Türkiye bugün bu sorunla daha demokratik yollarla basa çıkacak olgunluktadır.”

Türkiye’de ruhunda ve vicdanında en ufak demokrasi kırıntısı kalmış insanların bu davaya karşı çıkmaları gerekir. Hem de solculuk, özgürlük ve demokrasi adına,

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..