Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Haziran '10

 
Kategori
Deneme
 

Öykü'm...

Öykü'm...
 

Beklentilerin çok altında bir yer burası, yanlış hayal mi kurdum ben?

Beklememek en akıllıca olanı sanırım, ne kadar aşağıda tutarsan beklentilerini o kadar mutlu oluyorsun ama olmuyor nedense. İstesen de istemesen de bir beklenti oluyor hep.

Sürpriz olsun istedim sanırım, sadece gelmek istedim, olacakları düşünmedim hiç. Bilmediğim dilde konuşanların insanların yanında, sadece kendi kendime dikte ettiğim başarabilirsin düşüncesiyle attım kendimi dağların ortasında.

Coğrafyası, insanı, havası, doğası bilmediğimden daha da bilinmez, tahmin edebileceğimden daha da tahmin edilemez bu yerde başarabilirdim. Tek değildim, benim gibi başkaları da vardı. Ben yalnızdım tek başıma kendimi sürüklemiştim buraya, içimdeki feryat eden kendimi susturarak. Ya diğerleri? Ailesini, çocuğunu, annesini, babasını peşi sıra bu zindana getirenler.

Dayanmalıyım, başarmalıyım, ben pes eden olmamalıyım dan başlayan cümlelerle bir nevi terapi yöntemleri deneyerek haydi başlamalı bilinmeyene….

Geride kalanlara mı, yeni gelecek olanlara mı, kalmaya mı, gitmek isteyip gidememeye mi, gelemeyecek olanlara mı yoksa hiç olmayacak şeylerin yaşanacağını tahmin ettiğim bu yerde tahmin ettiklerimin yaşanmasına mı hangisi daha çok özde birikir de dışa tuzlu gözyaşlarıyla akar?

Yaşamak nefes almaktan ibaret değil, ottan farkı olmalı insanın ki ot bile doğaya oksijen verirken yaşamak nefes almakla bütünleşmiş insan toplulukları zarar vermez mi bu dünyaya? Ben de kendimi tam böyle hissetmeye başladığım bir noktaya geldim önce, sadece nefes aldım ve verdim. Işıksız kaldım, dört bir yanım karanlık, uçurum, tutunmak için yere sağlam basmaktan başka çare olmayan bir yerde, sağım, solum, önüm, arkam hep sobelemeye hazır, kontrol kendimde sağlam basarak, bir amanın asası gibi durdu yanımda gölgem, gölgemden yol buldum, güç aldım ama güneşsiz, ışıksız günlerde sadece durdum, yerimde saydım, nefes almaktan bile korkarak durdurdum zamanı.

Yuvarlanmadan oradan oraya, basa basa yürüdüm, koşmayı unuttum, önce yeniden yürümeyi öğrenmeliydim. Biriktirdiklerimi saydım içimden, kaybettiklerimi de. Onları anımsayarak anılardan duvarlar örerek var olmaya, korumaya çalıştım kendimi bu belirsiz hayattan.

Günlerce güneşsiz kaldım, çoktan bilinmeyenli hayatın tüm denklemlerini çözdüğümü sanıyordum, yanılmışım anladım. Her gün bir bilinmeyenle savaştım önce. Geçmişten gelenlerin bilinmeyenleri bir yandan şimdiki bilinmeyenler bir yandan karmaşık bir problem olmaya başladı, hangisi çözmeye çalışsam bir diğerini erteledim, buraya ait değildim ama geçmişime de ait değildim, araftaydım. Eskiyi yeniye, yeniyi eskiye uyduramadım, yamalı olamadı hayatım. Sildim yeniden başladım.

Güneşsiz, yağmurlu bir günde tekdüzelikler içinden nefes alarak seyrek adımlarla gölgemi arayarak yürüdüğüm bir günde, kendi hesapsız hesaplarımda yanımda belirdi biri. Farkındalık yaratamamış bir silueti vardı zihnimde. Bilmediğim bir sesti önceleri. Gelip geçmişti kulağımdan sadece. Kalamamıştı, başka bir ses çınlıyordu, doluyordu, kulağıma sinyal gönderen beynimin bölümü. Onun sesi kalamamıştı, tutunamamıştı. Silinip gitmişti en hızlısından.

Önemsemediğim, gelip geçen dediğim geldi ve kaldı. Gitmeyeceğini sandıklarımın gittiği gibi. Önce gidenleri yolcu etmeliydi, yas tutmadan zamanından fazla kalmış, belki de hiç kalmaması gerekenlerin yeri boşalıyordu. Ne arkalarından edilecek bir dua, ne de dökülecek bir damla gözyaşı vardı. Sadece gidişlerini izleyecek bir ben vardım, sadece ben yalın, yalnız.

Önce sesleri gitti kulağımdan ki ilk yerleşen sesleriydi. Sessizlik çarpıyordu artık duvarlarıma. Beyaz, boş, renksizleştirdiğim duvarıma çarpıp bana geri dönen sessizlik çınlatıyordu kulaklarımı. Bir süre bu sessizlikle yaşarım sandım, beyaz duvarım huzur verir sandım ama öyle olmadı.

Yalnızlaştıkça kendimi dibe çektiğim günlerde, güneş oldu geldi, gölgemi gösterdi bana. Gölgeme kavuştum önce, birbirimizden ayrılmadığımız, birbirimizi basamak olarak kullanmadığımız, bazen o önde bazen ben, bazen de yan yana yürüdüğüm gölgemi çıkarttı ortaya. Nefes alıyordum yine, farklı olan sadece nefes almıyordum, yaşıyordum da artık.

Elime boyalar tutuşturdu, her renkten. Duvarımın karşısına geçti, hangi rengi istersem onunla renklendirmemi sağladı. Maviden başladım önce, huzuruyla gelsin diye, araya kırmızlar serptim, morlar, yeşiller, siyahlar, beyaz kalmasını da istedim, eskilerden kalsın duvarımda diye. Bazen bakmak için o boşluğa, hep kendimde kalacak olanları, yalnızlıkla yol arkadaşlığımı arada da olsa yaşamak, hatırlamak için.

Ona hangi rengi ayırsam bilemedim önce, sesinden aldıklarımla düşüncemden, kalbimden, beynimden, bedenimdeki her bir hücreden yerleşti, hayatıma. Renklerden renk seçemedim, gökkuşağım oldu, altından geçtik bizi diledik. Rengârenk boyalarla şenlendirdiğim duvarıma bizi çizdim sonraları.

Öncesini sonrasını düşünmeden yaşamaktı adı sadece. Yaşama yaşam katmaktı. Gülümsemek, sevmek, aşık olmak, yoktan var etmek, özlemek, hayattı.

Kaybettireceklerini kazandırmaya başlamıştı artık. Sonsuz demek için çok erkendi ama sonsuzluğu yaşamayı göstermişti. Başı sonuna karışan, sıralaması kaybolmuş bir paylaşımla yaşıyorduk. Dünü bugüne ekliyor, bugünden yarına köprüler kurmadan, yarında bizi nelerin beklediğini hesap etmeden, emek istemeden, anlarda kalarak, anlardan mutluluklar kuruyor, savrulmuyorduk. Yaşıyorduk sadece.

Bu karmaşık yaşantılar arasında geldi, yerleşti, gitmedi, hep benimle artık. Başkalaşmış bir benden bambaşka bir yaşantı çıkarttı. Şimdi yaşıyoruz, aynı gökyüzüne bakıyoruz, böyle de yaşanıyor ayrılıklar, uzak diye bir yer yok biliyoruz, biz birbirimize kattıklarımızda, kendimizdeki bizlerle mutlu olmak için bahane aramıyoruz, bahane yaratıyoruz.

Yaşıyoruz….

 
Toplam blog
: 127
: 820
Kayıt tarihi
: 22.09.07
 
 

Sıcağıyla bilinen memleketimde bir kış gününde geldim dünyaya. Bütün tezatlıklar hayatımda farklı r..