Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ocak '15

 
Kategori
Deneme
 

Öykülerle yolculuk (kırk ikinci bölüm--devam edecek)

Öykülerle yolculuk  (kırk ikinci bölüm--devam edecek)
 

Öykü demeti


İstanbul’daki bu yaşamları bu öykü yolculuğu süresinde öyküleştirerek anlatacağız.
 
Şimdi Temur efendiyi bıraktığımız yere dönelim.
 
Temur efendi o gün Birol’ün evine eşyaları koyup birlikte dolmuşla geri Kadıköy’e dönüyorlardı.
 
Kadıköy’e geldiklerinde Birol’ün dayısı dolmuşun yanında bir sandalyeye oturmuştu. Sanırım müşteri gelmesini bekliyordu. O dolmuşun hemen ilerisinde bir adam yanında bir kadın vardı. Yanlarında sanırım onlara ait olan eşya balyası vardı.
 
Birol Temur efendiyle dolmuştan inip daysının yanına gitti. Dayısına “demin söylemeyi unuttum. Ferhat Çavuş akşama dayın bir uğrasın dedi” diye bilgi verdi. 
 
Birol’ün bu sözü üzerine dayının yüzünde bir tebessüm oluştu. “Tamam akşama uğrarım” dedi; sonra “sen şimdi onu bırak. Şu arkadaş Bulgurlu’ya gidecekmiş. Ben götürecektim. Canım istemedi seni bekliyordum” dedi.
 
Birol “başka arkadaşlar almadı mı?” diye sorunca dayı “bırak şimdi başka arkadaşı. Sen hem arkadaşını gezdirmiş olursun. Konuş o arkadaşla. Pazarlık yap al götür. Yalnız gariban birine benziyor. Çok isteme” dedikten sonra o adama seslenerek “hemşerim benim yeğen seni gideceğin yere götürecek” dedi.
 
Bu sırada dayının son sözleri Temur efendinin hoşuna gitmişti. İçinden “aferin, adam gibi adam… Gariban dostu” diye geçirdi. O içinden böyle geçerken kendini gariban olarak görmüyordu tabi.
 
Adam Ramiz dayı seslenince onların yanına geldi. Adamın başında aynı Temur efendinin başındaki kasket gibi bir kasket vardı. Kılığı kıyafeti de Temur efendinin kılığına, kıyafetine benziyordu.
 
Bunu fark eden Temur efendi içinden “herhalde bizim o taraftan” diye geçirirken o adam da Temur efendi için içinden aynı şeyleri geçiriyordu.
 
Kendini anlatınca anlaşıldı ki gerçekten Temur efendinin köyüne yakın köydenmiş. O köy Alevi köyüydü… Adam köyünü söyleyince Temur efendinin akınla adamın Alevi olduğu geldi. Temur efendi kendi Alevi değil, ama özellikle kasabada Alevi tanıdıkları vardı. Adama bunları anlatıp, yakınlık gösterdi.
 
Temur efendi “bilirim sizin köy Alevi köyüdür” dedi.  Bu söz üzerine adam önce işkillendi; Birol’e ve dayısına çekinerek baktı; ancak onların bunu umursamadığını görünce rahatladı.
 
Zaten Temur efendi “bilirim sizin köy Alevidir” dedikten sonra adama yakınlık gösterdi, kasabada tanıdığı Alevi arkadaşları olduğunu söyledi.
 
Bu sırada onları dinleyen Ramiz efendi içinden önce Temur efendiye “bilirim sizin köy Alevidir” deyince kızmıştı; sonra o adama kasabada çok Alevi arkadaşı olduğunu söyleyip yakınlık gösterdiğini görünce kızgınlığı geçmişti. Tabi ne Temur efendi, ne de o adam bunun farkında değildi.
 
Adam ilk sıkıntısı geçince kendini anlatmaya başladı.
 
Adı Ali’ymiş. Eşyaların yanındaki eşiymiş. İki yıl önce aynı Temur efendi gibi atlamış trene İstanbul’a gelmiş. Trenden inince önüne düşen bir simsarın peşine takılıp inşaatlarda çalışmaya gitmiş.
 
Ancak diğer işçiler gibi cahil, kör biri olmadığı için kısa sürede etrafı tanımış.
 
O sırada Fehat’ın kahveyi, Anadolu’dan gelenlerin çoğunun ilk oraya uğradığını öğrenmiş. Ona Ferhat’ın kahveyi anlatan adam; oraya gidebilirse simsardan kurtulup kendi başına iş bulabileceğini söylemiş. O bunun üzerine ilk fırsatta Ferhat’ın kahveye gitmeyi kafaya koymuş.
 
Bir hafta sonu simsardan “evime yollayacağım” diye parasını istemiş. Simsar önce olmazlansa da ısrar edince “bir daha böyle ansızın para isteme” deyip haftalığını vermiş.
 
O haftalığı alınca ‘postaneden eve para göndereceğim’ diye izin almış. Bu sırada köyden getirdiği bir iki çamaşırı da içine giymiş. Çünkü artık bir daha o inşaata dönmemeye karar vermiş.
 
Bu düşünceyle inşaattan ayrılıp geldiği postanenin yanında sora sora Sirkeciye gelmiş. Oradan vapura binip Kadıköy’e gelmiş. Orada birilerine Ferhat’ın kahveyi sorup o kahveye gelmiş.
 
Kahvede tanıştığı birilerine nereden geldiğini ve düşüncesini anlatarak sohbet ediyormuş. Onların içinde biri kendinin onların köye yakın köyden olduğunu ve kendinin Pendik yolundaki yeni yapılan fabrikalardan birinde çalıştığını söylemiş.
 
Çünkü İstanbul’da ellilerin başından itibaren özellikle Pendik tarafında Ankara yolunun sağına soluna fabrikalar yapılmaya başlamıştı. Temur efendi’nin askerlik yaptıktan sonra İstanbul’a geldiği sıralar da aynı bölgede yeni fabrikalar yapılmaya devam ediyordu.
 
Buralarda hep Anadolu’dan göç edenler çalışıyordu. Yine o sıralar Üsküdar sırtlarında Bulgurlu ve Ümraniye de hızla gecekondulaşıyordu.
 
İsmi Ali olan köylü Ferhat’ın kahvede tanıştığı hemşerisi sayesinde o fabrikaların birinde iş bulmuş.  O fabrikada çalışırken o hemşerisinin gecekondusuna yakın bir yerde kendine oturacak bir ev yapmış. Sonra da fabrikasından izin alıp köyüne gitmiş ve eşini alıp gelmiş.
 
Şimdi eşiyle beraber oraya evine gitmek istiyormuş. Eşyası olduğu için bir araba gerektiğinden; gelip Ramiz çavuşa konuşunca o da “az bekle biraz sonra benim yeğen gelir. O seni götürür” demiş.
 
Adam bunları anlattı, sonra Birol’e “arkadaş bizi oraya kaça bırakın?” dedi.
 
Birol adamın bu samimi sorusu üzerine “ayıp ediyorsun arkadaş. Bak sen benim asker arkadaşının hemşerisiymişsin. Hiç vermesen de olur” deyince adam gülümseyerek “sağ ol gardaş. Sen adını deyiver de geç kalmadan gidek” dedi.
 
Birol önce Temur efendiye baktı. Adama içi ısınmıştı. Hanımı da orada sepsessiz dikliyordu. Kadının bu sessiz 'adeta' boynu bükük hali de onu duygulandırmıştı.
 
İçinden hiç para almamak geçse de; dayısının önünde bunun yanlış olacağını düşünüp, “gardaş sen dört lira ver ben seni köye bırakayım” dedi.
 
Adam “dört lira” lafını duyunca memnun oldu. Çünkü köy epey uzaktı. O kafadan bir onluğu gözden çıkarmıştı.
 
Karısının yanına gitti. Ona bir şeyler söyledi. Kocası ne söylediyse kadının yüzünde gülümseme belirmişti.
 
Oradaki eşyalarını çabucak dolmuşun üst sepetliğine çıkan Birol’e verdiler. Temur efendinin de yardımıyla eşyaları sepetliğe koyup, ‘düşmesin’ diye güzelce sardılar. Temur efendi Birol’ün yanına oturdu. Adam ve karısı arka oturağa oturdular.
 
Birol bu sıra kendine bakan dayısına el sallayıp dolmuşu çalıştırıp yürüttü.
 
Onlar giderken arkalarından bakan Ramiz efendi yeğeninin “dört lira” istediğini duymuştu. Onların arkasından “ee oğlan dayıya çekmiş. Bu akılla çok zengin olmaz, ama aç da kalmaz. Yalnız seveni çok olacak” diye mırıldanırken yeğenini takdir ediyordu.
 
Tabi Birol’ün ve Temur efendinin Ramiz dayının bu sözlerinden haberi yoktu.
 
Temur efendi İstanbul’a gelir gelmez böyle dolmuşla yolculuğa çıkmasına keyiflenmiş merakla etrafına bakınırken Birol ona geçtiği yerler hakkında bilgi veriyordu.
 
Adamların oturduğu köy Bulgurlu sırtlarında yeni kurulmuş henüz yeni belediye olan Ümraniye’ye bağlanmamıştı daha. Yani köy gibi bir şeydi ve İETT den falan haberi yoktu henüz.
 
Hal böyle olunca belediye hizmetlerinden yoksun bir dağ köyü konumundaydı. Yolu toprak yoldu. Birol içinden “bereket yağmur yok. Yağmurda buralara çıkılmaz” diye düşünürken Temur efendi de dalıp gitmişti.
 
Aklında köyü, köyünün yolu vardı. Oralarla burayı karşılaştırınca içinden hayret ediyordu. Anadolu’nun bozkırındaki kendi köyüyle bu köyün yoluna bakınca ‘sanki’ kendi köyü bu gideceği köyün yanında şehir gibi gelmişti.
 
Temur efendi bu şekilde gittikleri yolu kendi köylerinin kıyaslarken dolmuşla önlerindeki tepeyi dönmüşlerdi ki; karşıda tek tük evler göründüğünü fark ettiler.
 
Arkadaki adı Ali olan adam işte köy burası dedi.
 
Hem Temur efendi, hem Birol şaşkınlıkla “neresi köy?” diye bakınıyordu.
 
Karşılarında 'sanki yapacak başka yer yokmuş gibi' evlerin hepsi birbirine sıkışmış gibiydi. Biraz daha ilerleyince bu eve benzeyen yığınların aralarında dar yollar, önünde yanında küçük bahçeler fark edilmeye başladı.
 
Yolun tozu içinde görünen bunlardı.
 
Evlere doğru yaklaşmışlardı ki bir grup çocuk kendilerine doğru koşmaya başladı.
 
Temur efendi bu görüntüye alışıktı. Askerde tatbikata çıktıklarında tabur komutanının cipiyle etraftaki köylere bir şey almak için indiğinde, orada da çocuklar koşarak cipin etrafına toplanır ciple koşmaya başlardı.
 
Ama Birol bu duruma alışkın değildi. O sıra çok revaçta olan kızılderili filmlerinin etkisiyle gülümseyerek “hoop!! Yerliler etrafımızı sarmaya başladı” dedi. Onun bu sözüne Temur efendi gülerek karşılık verirken arkadaki Ali “onlar köyün çocuğu zarar gelmez onlardan” diye açıklama yapıyordu.
 
Birol yanlarında önlerinde koşuşturan çocuklara zarar vermemek için dolmuşu yavaş sürüyordu. Bu sırada ilk evin yanına varmışlardı. Evin önünde pala bıyıklı orta yaşlı bir adam vardı. Az gerisinde de bir kadın çitlere yaslanmış onlara bakıyordu.
 
Arkadan Ali isimli adam “Hasan dayı bu… Beni işe koyan dayı” diye bilgi verdi.
 
Birol tam Hasan dayının önünde dolmuşu durdurdu.
 
Hasan dayı merakla “acaba gelen kim?” diye bakınırken camdan Ali’yi fark edince gülümsedi, yanındaki kadına bir şeyler söyledi.
 
Kadın ‘kocası ne söylediyse?’ telaşla içeri gitti, yanında bir genç kızla döndü.
Bu sırada Temur efendi, Birol, Ali isimli adam ve karısı dolmuştan indi.
 
Temur efendi ve Birol kendilerine “hoş gelmişsiniz canlar” diye elini uzatan Hasan dayıya cevap vermeye çalışırken Ali isimli adamın eşi bir anda canlanmış çite yaslanmış kadın ve yanındaki kızla ‘sarmaş gürmeş’ olmuşlardı.
 
 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..