Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Aralık '08

 
Kategori
Deneme
 

OYUN,BU ÖYKÜNÜN ADI YAMAN OYUN

OYUN,BU ÖYKÜNÜN ADI YAMAN OYUN
 

Menekşeler,dağlar,tepeler arasında uzun yolculuklar...


- “Hadi küçük bir oyun oynayalım “ (dedi.)

- “ Peki nasıl istersen “ (dedi.)

- “ Kurallarını ben koyacağım” (dedi )

- “ Olur, sen bilirsin “ (dedi.)

- “ Yeri de ben seçeceğim “ (dedi.)

- “ Tamam, arzun bilir “ ( dedi )

- “ Oyun bozanlık yaparım eğer istersem “ (dedi.)

- “ Olur, güzel keyfin bilir “ (dedi.)

- “ Oyuna istersem yeni oyuncuları da ekleyebilirim “ (dedi.)

- “ Tamam, paşa gönlünüz bilir “ (dedi.)

- “ Hazır mısın ? , Oynayalım mı “ (dedi.)

- “ Hazırım “ (dedi.)

- “ Peki madem hazırız bir öykü yazmakla başlayacaksın oyuna, öykünde “ gördüğün resmi “ anlatacaksın bize “ (dedi.)

- “ Tamam, nasıl isterseniz, konu da istediğiniz gibi olsun” (dedi.)

- “ Peki, başla madem öyküyü anlatmaya “ (dedi.)

- “ Gördüğüm resmi “ öykülüyorum şimdi, hazır mısınız resminizi görmeye”(dedi.)

- “ Hazırız “( dedi.)

- “ Emin misiniz “ (dedi.)

- “ Evet, eminiz , öyküle resmimizi “(dedi.)

- “ Peki madem “ (dedi.)

- “ Başlayabilirsin “ (dedi.)

- “ Başlıyorum, öyleyse “ (dedi.).

Dedi, demişti, demiştim, demiştik, demiştiniz. Hep dediydik, demediydik, demiş miydik, demiş miydiniz ? ile başlar yazılması istenen öyküler, yer, zaman, mekan üçlemesi içinde birbirine bağlanır öykülerdekiler…

Resimler; güzel,iyi,kötü çıkmış şeklinde yorumlanan sonrasında ah keşke şurdan pozlasaydım şöyle olurdu, buradan pozlasaydım iyi olurdu ile devam eden kritikler…

Peki ama derinlikler…

Yüzler…Yüzler üzerindeki izler… Yüzsüzler… Yüzlerini başkalarında yüzsüzleştirenler, yüzleri gülümseyenler… Yüzleri; hüzün de demlenenler…yüzler; gösterdiğinden başka şeylere dönenler…

Resim; çekilen an’a aittir; öncesinde olanı, sonrasında olacakları anlatır usulca..

Başlıyoruz efendim öykümüzdeki resmi anlatmaya bunca girizgahtan sonra…

Mayıs’ın ortaları, ilkbaharın son demleri, dışarıda yazdır yaşanan, içeride ilkbahar..Öğlen. Güneş; ışınlarını yükselteli geçmiş biraz zaman..

Rengi güzel, eski zamanlardan kalma bir antika, pahası biçilemez masanın üzerinde yayılmış resimler; hemen hepsi yüzler, yüzyüze vermişler, yüzleriyle; yüz-göz olmuşlar, dekorlarında; kasvet veren seçimler, yukarıya kalkmış eller, birbirlerine sarılmış kollar, gülümseyen yüzler, birbirlerine omuz vermiş gövdeler…

Ellerini ceplerine koydu, resimlerden uzaklaştı. Pencerenenin önündeki menekşeler renklenmiş, büyümüştü yapraklar… Toprağından su vermek gerekirdi, bir de arsızlaşan yapraklarını kesmek…

Geri döndü, odadan çıktı yanından geçti resimlerin birkez daha baktı hep aynı yüzler…

Antreden mutfağa doğru adımlarını sıklaştırdı. Bir demliğin içine aldı suyu, birde bir makas aldı eline döndü odaya, geçerken, birkez daha baktı resimlere hep aynı yüzler…

Menekşeler gülümsüyordu güneşe, canlanmış, başlarını kaldırmışlardı havaya, diri ve tazeydi hepsi renklerine parlamışlardı, ışık olup akıyorlardı yüzüne…

Saksılarını; birer birer kaldırıp havaya, demlikten yavaş yavaş bıraktı suyu saksıların altlıklarına… Konuştular birbirleriyle eski bir aşkın ezgisiyle gözgöze geldiler gözleriyle anlattılar sevgilerini…

Arsızlaşan yaprakları kesmek kalmıştı geriye acıtıyordu menekşelerin renklerini, köklerini çürütüyordu ve menekşeler bunu biliyordu.

Sustular. Makas atıldı yaprakların arsızlıklarına birbir düştüler pencere önünde duran mermer zemin üzerine, menekşeler ise ışığa doğru büyüyorlardı, renkleriyle birbirleriyle gülümsüyorlardı…

Renkleri önemliydi, menekşeler bunu biliyordu, işte bu yüzden, köklerinden alıyorlardı renklerini, renkleriyle ayrılıyorlardı arsızlaşan yapraklarından..

Resimlerdeki yüzler, renkler, anlar; öncesine varan sonrasında olacakları anlatan…

Bir rüzgar esince tatlı tatlı menekşeler de baktı ki salınıyor nazlı nazlı, ellerini dayadı kesilmiş yaprakların olduğu mermer zemine, bir süre baktı öylece kendilerine, sonra omzunun üzerinden göz ucuyla baktı masanın üzerinde yayılmış resimlere.

Elleriyle topladı kesilmiş yaprakları avuçlarına aldı, baktı bir süre daha, öykülerini fısıldamıştı rüzgar onlara, rüzgara kulak kesildi, yaprakların fısıltılarını dinledi önce.. Avuçlarından bırakacaktı arsız yaprakları yayılmış resimlerin üzerine…

Ani bir hamle ile döndü geriye avuçlarında yapraklar savruldular rüzgarın da yardımı ile masanın üzerine öylesine yayılmış resimlere, öylesine dağıldılar kendilerine rüzgarın fısıldadığı öyküleriyle …

Masanın yanında durdu. Yayılmış resimler ve arsızlıklarına kesilmiş, rüzgarla; öyküleri kendilerine fısıldanmış yapraklar…

Ellerini bağladı; her bir arsız yaprağın özdeşi resimlerin üzerine öyküleriyle düştüklerini izledi bir süre… Kimisi uzun, kimisi kısa, kimisi sararmış, kimisi kurumuş, kimisi çürümüş, kimisi aralanarak pencerelenmiş yapraklar yayılmışlardı resimler üzerindeki yüzlere…

Resimler, üzerindeki yüzler.

Arsız yapraklar ; rüzgarın fısıldadığı öyküleriyle örtüşüyorlardı gizliden gizliye resimdeki yüzler ile…

Ne yaman bir öyküdür bu böyle. Öykü mü yaman ;

    yoksa ısrarla öyküye konuk olmak isteyen resimlerdeki yüzler mi ? yoksa yüzlere yansımış gizli öfkeler, kıskançlıklar, korkular, endişeler

ile

    adam olamamak, kadın olamamak, her şeyden önemlisi insan olamamak duygusu mudur?

Yoksa;

    arsızlığıyla resimlerdeki yüzler üzerine düşen yapraklarda mıdır öyküler ? Hani rüzgarın fısıldadığı ve savurup yüzlerde adreslediği yüzsüz öyküler midir ? yaman olan…

Menekşeler dedi içinden ve başını ağır ağır çevirdi, gün ışıyordu pencereden, menekşeler biraz daha serpilmişlerdi sudan, güneşten…

Sırtını dolaba dayadı biraz masadan uzaklaştı…

Uzaktan bakıyordu resimlerdeki yüzlere, yüzlerin üzerine özdeşleri düşmüş olan arsız manzaraya…

Masanın üzeri bir cümbüş yeri… Yüzler biranda canlanıverdiler üzerlerine dağılmış öyküleriyle. Bir anda tüm yüzsüzlükleri ve arsızlıkları ile birlikte resimlerdeki yüzler konuşuyorlardı birbirleriyle. Dinledi uzunca bir süre..

Bağrış, çağrış içinde ; kinleri, nefretleri ve tüm hazımsızlıklarıyla bağırıyorlardı birbirlerine. Her bir yüz diğerinin özdeşi öyküsünü kusuyordu en yakınındaki özdeşi öyküsüne. Arsız yapraklar bile giderek solmaya başlamışlardı birbirleriyle sürekli didişen yüzler üzerine…

Kimse kimsenin yüzüne bakmıyordu. Bakacakları yüzleri yoktu kesinlikle, her biri rüzgarla fısıldanan öyküleri resimlemişlerdi arsız yüzlerine bu yüzden anlaşamadılar ne birbirlerinin yüzleriyle ne de yapraklar ile…

Yüzsüz olmak istediler birbirlerinin yüzsüz öyküleri içinde. Arsız olmak istediler birbirlerinin arsız öyküleri içinde.

Ve yan yana geldiler resimler içinde birbirlerine yakın arsız ve yüzsüz iklimlerde ancak birbirlerinden uzak iklimlerde yaşamayı seçtiler yine de…

Masaya yaklaştı tekrar, ellerini dayadı, bir kez daha, bir kez daha baktı her bir resme, resimlerdeki yüzlere ve üzerlerine düşen özdeş öykülere…

Yaprakları kaldırdı her bir resim üzerindeki her bir yüz üzerinden tek tek… Resimlerdeki yüzler birbir kendileri anlatmaya başlamışlardı öykülerinde…

Resim ve yüz, an’dır; öncesine varılan sonrasına ulaşılan ve olacak olanın emarelerini veren. Söze gerek yoktur. Sözsüz, sessiz anlatımlardır resimdeler üzerindeki yüzler…

Yapraklar savrulurken an’ın öncesi anlattı kendini.

Resimlerdeki yüzler; arsızlıklarıyla bütünleşirken, kulaklarına rüzgarla fısıldanan öykülerine; an anlattı kendini usulca.

An’ın kendini anlattığı yerde yapraklar alınınca üzerlerinden olacakların emareleri görülüyordu ki; resimlerdeki yüzler anlatıyorlardı kendilerini ilk bakıldığı anda tüm çıplaklığıya…

Yine de öykülerdeki arsızlığı ve yüzsüzlüğü insana yakışır şekilde kanıtlamak için yüzleri ve anlatıklarını; anlattıkları dilden anlamak gerekirdi önce yüzlerinin üzerinde..

Oyundu bu yaman öykünün adı…

Öykünün Yüzleri ; Feriştahınız gelse yine de feriştah arsızlar ve yaman yüzsüzler öykü grubu

Öykünün mekanları : Biz de varız mağarada yaşarız barı, Çamurun çukuru barınağı, Vız vız sinek kaydı düşkünler evi.

Öykünün ülkesi : Tilkiler ile tavşan kaç tazı tut ülkesi

Öykünün Kahramanları : Yerim seni sosis bağımlıları, yatak odası mahkumları, beni de aranıza alın budalaları, kimliğimi kaybettim, hükümsüzdür aymazları, bukalemum yanımda haltemiş şarlatanları.

Öykünün Orkestrasındaki kahramanlar : hık hık hömküren, hömkürdüğünü sömküren, neydim ne oldum, handım, piştim kelaynak oldum şenlik ekibi.

Öykünün Orkestra Çalgısı : Çalınmış kalemler, yürütülmüş öyküler, dıgıl-mıgıl-gıgıl diller ile karınağrısından kıvranan yüzler saksafonu.

Öykünün Solsitleri : Cazur-cuzur, car-ı cur eder uyuturum herkesi kardeşler caz grubu

Öykünün Kategorisi : Mizahtan ben de anlarım devekuşu manevrası.

Öykünün Zaman dilimi : herhangi bir zaman, her zaman, ne fark eder zamanı…

Oyundu bu resimdeki öykünün adı. Kendi ülkeleri, mekanları, zamanları içinde; kendi kahramanları, orkestraları ile birlikte. Birbirine yakın zamanlar içinde farklı mekanlar içinde birbirleriyle danışıklı-dövüş içinde çektikleri resimler üzerinde. Her bir resmin içindeki birbirinden farklı görünen yüzler üzerinde yaman bir öyküydü. Arsız, yüzsüz; an’lara kayıtlanmış resimler anlattılar sessiz-sözsüz.

- “ Demek gördüğün resmin anlattığı öykü bu, öyle mi “ ( dedi. )

- “ Evet bu “ ( dedi. )

- “ Ne zaman fark ettin peki tüm bu öyküyü “ ( diye sordu. )

- “ Uzun zaman öncesinde “ ( dedi. )

- “ Neden sustun öyleyse “ ( diye sordu. )

- “ Susmanın fazilet olduğuna inandığımdan değil “ ( dedi. )

- “ Peki ya neden “ ( diye sordu. )

- “ Bildiğinizi ;bilenlere tekrarlamanın zamanı değildi “ dedi.

- “ Zamanı gelince mi ? , ne zaman geldi bu zaman “ ( diye sordu. )

- “ Artık resimdeki yüzlerin anlattığı öykülerin; bu öykülere yüz, kahraman, solist olmaya çabalarken nasıl düştüklerini, küçüldüklerini ve hatta yerlerde süründüklerini gördüğüm zaman… İnsanın; insanlık sıfatı ile dünyaya gelmiş canlıların bu kadar alçalması ve alçak olmalarının insanlığın ocağına incir ağacı dikeceğinin netleştiği zaman “ dedi.

- “ Geldi mi o zaman “ ( diye sordu. )

- “ Tam zamanıydı “ ( dedi.)

- “ Peki bu resimde gördüğün başka bir şey olmadı mı öyküleyebileceğin “ ( diye sordu.)

- “ Evet, profesyonel destek almaları gereken ruh hastalarının paranoyaları, panik atakları… Bu kadar kontrolsüz bir aymazlık, yüzsüzlük ve arsızlık sanırım ancak akli dengelerin yerinde olmaması ile ilgili “ ( dedi. )

- “ Bu kadar ciddi mi ? ( diye sordu. )

- “ Bu kadar ciddi olduğunu düşünmek istiyor insan, şayet değilse ahlaksızlık, namussuzluk, onursuzluk, gurusuzluk ve daha insan dilinin dönemeyeceği birçok kavram girer tanımlamaya. “ dedi.

- “ Gösterdiğimiz resmin öyküsünü yazmak bu kadar zor muydu öncesinde “

- “ Değildi elbette, ancak bu traji komik öyküyü yazmak istemedim, siz sordunuz , kurallarını siz koydunuz, siz “ oynayalım mı “ dediniz ve öykünün konusunu da siz seçtiniz, geriye konusu için verdiğiniz resimlere bakmak, görmek ve anlamak kalmıştı” ( dedi. )

- “ Evet, bu öyküyü biz istedik senden “ ( dedi. )

- “ Baktığın, gördüğün, anladığın doğru değil deme hakkım yok, hepsi doğru “ ( dedi. )

- “ Öyleyse , “ kabul etmek tedavinin yarısıdır “ tedavi ile başlamanız gerek “ ( dedi.)

- “ O zamanda resimler versek yine oynar mısın bizimle “ ( dedi. )

- “ Hayat çok perdeli bir oyun belki ancak ben sunduğunuz resimlerdeki yüzleri, o yüzlerin hikayelerini hiç sevmedim bu yüzden oyuna dahil değildim, siz öyküyü yazmamı istediniz ben de “ öyküye isim verdim : Oyun “ yaman, arsız ve yüzsüz oyun. ( dedi. )

- “ Anlıyorum, ekibimize, gruplarımıza ve grup üyelerimize göstermiş olduğunuz sabırdan ötürü çok teşekkür ederim “ ( dedi.)

- “ Umarım aynı resimler ve resimlerdeki yüzler ile karşıma çıkmazsınız ve benden öykünüzü istemezsiniz, zira aynı sabrı göstermeyeceğimden hiç şüpheniz olmasın” (dedi.)

- “ Hayır, elbette böyle bir şey olmayacak, yazdığınız öykü ve kullandığınız sabırlı dil ve olgun bilinciniz için tekrar teşekkür ederim. “

- “Hoşçakalın” dedi…

Dedi, demişti, demiştim, demiştik, demiştiniz. Hep dediydik, demediydik, demiş miydik, demiş miydiniz ? ile başlar yazılması istenen öyküler, yer, zaman, mekan üçlemesi içinde birbirine bağlanır öykülerdekiler…

Masasında yayılmış resimleri birbir toparlayıp, arsızlığa kesilmiş yapraklar ile birlikte avuçlarına aldı, son bir kez baktı. Hızlı adımlarla ilerledi ve mutfak lavabosunun içinde her birini teker teker yaktı yapraklarıyla üzerlerine düşmüş öyküleriyle küllerini akıttı suyun berraklığında hortumdan aşağıya, hepsi karıştılar artık altgeçitlerin altındaki kanalizasyon sularına. Küllerinden doğamazlar arsızca.

Menekşeler dedi içinden ve başını ağır ağır çevirdi, gün ışıyordu hala pencereden, menekşeler biraz daha serpilmişlerdi sudan, güneşten… Konuştular birbirleriyle eski bir aşkın ezgisiyle gözgöze geldiler gözleriyle anlattılar sevgilerini…


NOT: Önerilerim;ezginin günlüğünden "oyun ", Sezen Aksu'dan "keskin bıçak ", Ahmet Kaya'dan "vay vay vay ", "beni vur "

 
Toplam blog
: 43
: 1843
Kayıt tarihi
: 24.06.07
 
 

72 istanbul doğumluyum.  Yağmur yüklü buluttan pamuk şekeri, Yağmurdan sonraki gökkuşağı, to..