Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Haziran '11

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Paris, ah Paris

AYAZMA FISILTISI I. (anılardan…) 

PARİS BENİM NEYİME, BEN HÜZÜNSÜZ OLAMAM 

Şaban akbaba 

Elbette gönlüm Hamburg’dan Paris’e uçakla gitmek isterdi ya da hızlı trenle, hiç değilse yataklısıyla; ama olmadı işte. Napolyon’un kulakları çınlasın!... Dandik bir otobüsle yola çıktık. Otobüsümüz dandik, ama yataklı... On mark fazla verdim ve oldukça uzun olan otobüsün bir yanı boyunca yerleştirilmiş yataklardan birine uzandım. Uyandığımda sabah olmak üzereydi, Bürüksel yakınlarından geçiyorduk. ”Adı Aylin” adlı kitabı açtım ve ilginç bir rastlantı olarak Aylin’in Paris yaşantısı, özellikle de Avenue günlerini okumaya başladım. Arada başımı çevirip dışarı bakıyorum. Avrupa ülkelerinin her şeyi öylesine birbirine benziyor ki!.... Bu nasıl bir düzen, nasıl bir temizlik!... Neden bizde böyle değil her şey?... Dümdüz bir ovadan sınırları belli bir hızla Paris’e ağıyor, altından yapılmış bir tünelden geçerek Kuzey Garajı’nda Paris toprağına ayak basıyoruz. Akşam saat sekizde yine buraya dönmek zorunda olduğumuz için bulunduğumuz yeri iyice belledikten sonra hızlı biçimde metroya gidiyor ve o ünlü Paris Metrosu’nda aklımızı yele veriyoruz. Metroda Aksaraylı, hüzün yüzlü Hamit’le tanışıyoruz. Sonra yeryüzüne çıktığmızda da Anos Heros’la(heykel)... Foch Alanı’nda soluklanıyoruz. Her yan heykel, her yan Eyfel... Gözlerimi, Foch alanındaki altın kaplamalı heykellerden alıp ileri doğru baktığımda Eyfel’in üstüme hörelenen heybetiyle karşılaşıyorum. Üstündeki ışıklı elektronik tabelada “2000’e 217 gün kaldı” yazıyor. Sonra Sen!... “Ben Sen’i(seni) Paris’te gördüm” demişler ya.... Bulanık akan koca bir nehir. Üstünde turistlerin senfoni orkestrası dinleyerek Paris’i gözlemledikleri dar, uzun gezi tekneleri. Sanki hacdaymışız gibi rengarenk, büyük bir kalabalıkla birlikte şeytan taşlamaya gidiyoruz. Dünyanın en güzel, en soluklu, en coşkulu bir şiiriyle karşılaşmış gibiyim. Şaşırtıcı, ürkütücü ve hatta korkutucu bir şiir... Şimdi o şiiri okuyorum. Paris adlı görkemli şiiri. Zamanımızın yetersizliği yüzünden üstüne çıkamadığımız Eyfel’in ayaklarının dibindeki yeşillikte bir çift genç... Alabildiğine özgürce, korkusuzca, sevgi dolu, ve hatta sevgilerini çoğaltabilme şansını yakalamış olmanın büyük coşkusuyla sevişiyorlar. Çat pat söyleşmeye duruyoruz. Şilililermiş. Sorduk, Notr’dam’a nasıl gidebileceğimizi bıkıp usanmadan, beden dilini kullanarak tarif ettiler.Bu kez de onlar sordular: -Şili? dediler. -Şair Neruda, dedik. Bir de Allende. -Türkiye? diye sorduk. -Nazım, dediler. Bir de “Atatürk.” Her şey böylesine güzeldi işte o gün. Umut ve gurur verici. Oysa ne çok utanıp durmuştuk beş yıl boyunca şu Avrupalarda. Diplomalarımız geçersiz, ehliyetlerimiz kağıttan bile sayılmıyor, pasaportlarımızdaki AB amblemi işe yaramıyor... “İşkenceci” olarak biliniyoruz çünkü. Ama işte “Nazım”, diyor önce genç kadın. Sonra da “Atatürk”! Bu keyifle Sen nehrini gerisin geri geçip Notrdam’ı buluyoruz. Kamburu’nun çingene kızı Esmeralda’ya soylu ve acıklı aşkını anlatan, güvercinli, güzeller güzel kiliseyi... Dilek tutularak mumlar yakılıyor. Yanan mumlardan bir mum çığlığı oluşuyor. Dünya orada. Paris’te. Herkes... Belki de hiçbir biçimde orada olma olasılığı olmayan bizler bile. Kiliseden geriye dönüp Sen kıyıları boyunca ileri doğru baktığımızda Luvr’un ışıltılı çatısını görüyoruz, sonra da kendisini. O ışığa doğru dönüyoruz yüzümüzü. Tarihin, uygarlıkların ışığına banıyoruz kendimizi; büyüleniyoruz. Sular akıyor, insanlar akıyor, gürültü akıyor, yeşillikler akıyor, tarih akıp geçiyor sağımızdan solumuzdan ve her yan yine Eyfel. Paris’in neresinde olursanız olun, bakındığınızda Eyfel’i görebiliyorsunuz. Napolyon’un altın askerlerinin yedeklediği dört atlı gladyatör arabasına binip Şanzelize çapkınına yöneliyoruz. Heykel tarlalarından geçiyor yolumuz, su tarlalarından... Şanzelize’ye varmadan meydanın ortasında arap tarzı bir binayla karşılaşıyoruz. Çevresinde altın yaldızlı, tarihi sütunlar. İnce el emeğinin, estetik zevkin, bilgi ve becerinin göz kamaştırıcı simgeleri. Ön cephesi boydan boya mavi çinilerle kaplı bu güzel bina Molla İsmail adına yapılmış. Ah o dünya diline pelesenk olmuş caddesi Paris’in:  

Şanzelize! 

Uzun, geniş, kalabalık, ağaçlık bir cadde... Bir de bir futbol fanatiği kalabalığı ki; böğürtülerinden beynimiz bulandı. Dünyanın her yerinde milyonlarcasını gördüğümüz, sermayenin zavallı kuklaları!... Dünyanın öte ucunda bir yerlerde emperyalist savaşlarda kan gövdeyi götürürken, bunlar devekuşu rolü oynayarak, saçma sapan tutkularının ardına saklanıyorlar. Bunca çabayı, gücü dünya halklarının sömürüsüne karşı, demokrasi için harcamış olsalardı dünya çoktan güllük gülistanlık olurdu. Neyse ki ulaştık sonunda o destansı ülkeye. Caddenin altından geçtiği, ayakları oldukça güzel kabartmalarla, heykellerle süslü bir kapı ve ötesinde eski Paris. Bugünlük son durağımız Sakrekör, Soylu Kan adlı, kartal yuvasını andıran, yüksek kuleli, beyaz saray olacak. Hızla oraya gidiyoruz. Ancak, dolana dolana tırmanan merdivenlerden neredeyse sürünerek çıkıyor ve dünyanın her ulusundan insanlarla buluşuyor, ayaklarımızın altına serilmiş olan Paris’i izliyor, çekimler yapıyoruz. Sarayın altında sonsuzmuşcasına uzayıp giden  

Aşk Bahçesi Parisli ve hatta dünya gençleri için huzur verici bir buluşma, koklaşma yeri. Gençler orada, öylesine güzeller ki, ama benim içimde bir yara. Birkaç gün önce yitirdiğimiz bir dostun anısına düşmüş yolum. Bu hüzünle oracıkta yazıyorum: PARİS (Hasan Yazıcıoğlu’nun anısına...)/  

Bütün sular orada göl/ bütün göller mavi/ ve uzak bir dostun/ ölüsü düştü gülüme/ gülüm Gebzeli..../Neye yarar şimdi Paris Paris olsa da./Paris, ah Paris, Paris, Paris!... Bütün bir beş yıl boyunca, Hamburg’da Strasburg’da, Prag’da, Amsterdam’da, Viyana’da, Kopenhag’da, Paris’te gördüğüm, ama bizde olmadığını bildiğim her farklı, güzel, “insan için insancalar” karşısında bir hüzün dalgası yalıyor içimi. Ben hüzünsüz olamazdım öyle ya!  

 
Toplam blog
: 74
: 569
Kayıt tarihi
: 11.03.10
 
 

1954 yılında Kars’ın Arpaçay ilçesine bağlı Bardaklı köyünde doğdu. Türkiye’nin çeşitli yörel..