Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ekim '06

 
Kategori
Sağlıklı Yaşam
 

Pasif ötanazi

Pasif ötanazi
 

'Yoğun bakım’, ‘bitkisel hayat’ ve ‘beyin ölümü’ gibi tanımlamaları sık sık duyuyoruz. Yoğun bakım; kişinin bir ya da daha fazla organının ‘geçici’ yetersizliği sebebiyle makinelerle desteklenmesi anlamına geliyor. Beyin ölümü gerçekleşmeden önceki aşama da bitkisel hayat olarak tanımlanıyor. Hastanın, yeni doğmuş bir bebekten farkı yok. Beyin fonksiyonları sınırlı olarak çalışıyor, görüyor fakat fark edemiyor, duyuyor ama duyduğunu anlayamıyor. Beyin ölümü gerçekleştiğindeyse beyinle ilgili hiçbir fonksiyon çalışmıyor, hasta yalnız solunum yapabiliyor.

Yoğun bakım ünitelerinde birbirinden farklı dramlar yaşanıyor. Hasta yakınları anne-babasını, çocuğunu, sevdiğini buz gibi makinelere bağlanmış, kendini bilmez halde yatarken görmeye dayanamıyor. Hasta hiçbir şeyden habersizken aile geçen bu süreçte perişan oluyor.

Yabancı gazetelerde uzun yıllar yoğun bakımda kaldıktan sonra taburcu olan hastaların yaşam öykülerine sıkça rastlayabiliriz. Türkiye’de ise durum biraz farklı. Bunun sebebinin de yoğun bakım hastalarının uzun yıllar yaşamasının aile tutumuyla ilintili olduğunu düşünüyorum. Çünkü bakım süreci maddi-manevi meşakkatli ve sonu bilinmeyen bir yolculuk. Oysa Türkiye’deki mevcut sağlık ekipmanları hastaları yıllarca yaşatabilecek düzeyde. Bana göre yurtdışında bu tür vakalara sık rastlanmasının nedeni tedavi masraflarının devlet tarafından karşılanıyor olması. Bu yüzden hasta yakınları yaşamalarını istese de bu zor kararı almak durumunda kalıyorlar. Bir başka değişle pasif ötanaziye evet diyorlar.

‘Pasif ötanazi’ halk arasında ‘Hastanın fişinin çekilmesi’ anlamına gelir.Örneğin beyin fonksiyonları durmuş, tedaviye cevap vermeyen, solunum probleminin dışında kalp ve böbreklerinde sorun yaşayan, hiçbir gelecek vaat etmeyen hastalar hakkında doktorlar ailelere bilgilendirme yaparlar. Eğer aile onay verirse sadece hastanın üç temel hizmeti görülür, diğer rahatsızlıkları için verilen ek destekler kesilir. Doktorun yapması gereken bu üç temel destek; hastanın solunumunu yaptırmak, ağrı- acı duymasını engellemek ve hastayı beslemektir.

Pasif ötanaziyi Türkiye’deki tüm kurumlar uyguluyor. Çünkü 1995 yılından itibaren yaygınlaşan yoğun bakım üniteleri halen ihtiyacı karşılayabilecek düzeyde değil. Hem enfeksiyon riski hem de bir adet yoğun bakım yatağının 80 milyar liraya satın alınması bu hizmetin yeteri düzeyde verilmesini engelliyor. Örneğin 10 milyon nüfuslu İstanbul’da tüm hastaneler dahil ancak 100 yoğun bakım yatağı bulunmaktaymış. Devlet hastaneleri ya 1-3 hastaya bakabiliyor ya da hiç hizmet veremiyor. Acil durumlarda hastalar anlaşmalı özel sağlık kuruluşlarına sevk ediliyor. Özel hastanelerde de en fazla 7-8 hastaya bakılabiliyor. Bütün bu şartlar içerisinde Doktorlar aileleri bilgilendirdikten sonra pasif ötanaziyi isteyip istemediklerini soruyor. Bir hastanın oğluna-kızına ya da anne-babasına ‘O, ölecek’ demek en zor şeylerden biri. Üstelik ölüm ne zaman gelirse gelsin herkes için erken... Doktorlar için de bunu yapmak o kadar kolay olmasa gerek.

Hasta yakınları da makineye bağlı, bilincini kaybetmiş, hayatta kalmak mı yoksa gitmek mi istediğini bir türlü anlayamadıkları hastaları için karar verirken bocalar, sevdiklerinin yerine konuşurken hiç olmadığı kadar tereddüt ederler. Bu karar belki de yaşadıkları sürece sorgulayacakları bir karar olacaktır çünkü.

Hepimiz hatırlarız sanırım kısa bir süre önce Neslihan’ın bitkisel hayattan yaşama dönüş hikayesini. Annenin verdiği çabalarla yeniden hayata dönmüştü Neslihan. Belki Neslihan’ın annesi o zaman bu kararı alsaydı şimdi bir şansı daha yakalayamayacak ve kendini sorgulayacaktı. Tabii bu her zaman için geçerli olamayabiliyor. Neslihan hayata cevap vermeseydi annesi tek başına başarılı olabilir miydi? Bunu bilmek çok zor gerçekten. Ama gerçek olan tek şey bu hasta yakınlarının ve doktorların alabileceği çok çok zor bir karar bugünü ve yarını için.

Başta da belirttiğim gibi pasif ötanaziye karar vermenin nedeni yoğun bakım ünitesinde bir hastanın şahsa ya da devlete günlük maliyetinin 700 ila 1.000 YTL arasında değişiyor olması. Bu da hasta yakınlarının pasif ötanaziye karar vermesine sebep oluyor.

Bence tartışılması gereken bu uygulamaya ötanazi denilip denilemeyeceği? Bunu tartışmak gerek. Bana göre bu uygulamaya ‘ötanazi’ demek yanlış olur. Hasta makineyle desteklenip bu sayede yaşıyor ve müdahalelere rağmen iyileşme mümkün olmuyorsa yardımcı desteklerin kesilmesinde bir mahzur yok diye düşünüyorum. Bu bir intihar olmuyor bu durumda. Tıp ümidini kesmişse bir hasta yaşatılmamalı zaten. Ne kadar zor olsa da bu karar alınmalı alına bilmeli. Ama bir gerçekte var umut. Belki ülkemizde şartlar farklı olsaydı Neslihan gibi örneklere daha sık rastlardık.

Ötanazi’nin hala tartışıldığı bir dönemde bir kez daha bazı şeyleri gözden geçirmemiz gerektiğini düşünerek bu konuyu dile getirmek istedim. Sanırım tam olarak bazı şeyleri anlamak için bu duyguları yoğun yaşamak gerek. Tabii hiç kimsenin böyle bir duyguyu yaşaması temenni olamaz edilemez. Sadece Empatiyle belki biraz olsun anlayabiliriz diye umut ediyorum.

 
Toplam blog
: 295
: 3718
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

Milliyet Bloğa nasıl geldim ve nasıl yerimi aldım bilmiyorum. Sanırım uzun yıllar okuduğum bölüml..