Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mayıs '09

 
Kategori
Blog
 

Pazara fıkra olsun...

Pazara fıkra olsun...
 

Görsel: Penguen.com


Bu fıkrayı tam 25 sene önce öğretmenliğim sırasında kurul toplantısında anlatmak zorunda kalmıştım.

Fıkranın kaynağı ise o yıllarda Milli Eğitim bakanı olan Vehbi Dinçerler idi.

Kocaman bakan camia içindeki çekişmelerden bıkmış olmalı ki, dayanamayıp bu fıkrayı anlatmış.

Ben de okuldaki dedikodulardan, anlamsız çekişmelerden, tam anlamıyla “aptalca” olan kavgalardan bıkmıştım.

Bir kişiye selam versen o kişi ile arası iyi olmayan kişi küserdi. Diğeri ile konuşsan o kişi küserdi. Sadece küsseler gene iyi; bir de aslı astarı olmayan dedikodulara malzeme olurdum.

Ben o kişilerin çekişmesine üzülürken bir de bakardım ki ikisi kafa kafaya vermişler başka birinin dedikodusunu yapıyorlar!

Kim kiminle küs, kim kiminle kimin dedikodusunu yapmış, kim kimlere neler söylemiş, madem küsler neden birilik olup başkasının kuyusunu kazmışlar diye olan-biteni anlamaya çalışırken bir bakardım küs olanlar barışmış, küs olmayanlar küsmüş, birbirlerinin dedikodusunu yapanlar birlik olup başkalarının dedikodularını yapar olmuşlar…

Bir süre sonra “ne halleri varsa görsünler” diyerek hiç bir laflarını dinlemez, hiç kimseyle sohbet etmez noktasına gelmiştim.

Çünkü iki kişilik havadan-sudan sohbet sırasında uzaktan bakan kişi havadaki buluttan nem kapıyor “bana ördek dediler” diye sağda solda konuşuyor, ağlıyor! O ağlar da goy-goy takımı boş durur mu?

- Bence ördek değil kaz demişlerdir.

- Sadece kaz deseler gene iyi. Aslında sana kaz kafalı demişler.

- Sadece kaz kafalı deseler gene iyi. Aslında sana kuş beyinli demişler…

Kısaca; bir arkadaşınıza “havalar da çok yağışlı, güneş açsa artık” dediğinizde başka birisine “kuş beyinli” demiş oluyordunuz…

Bir arkadaşınıza “çok bunaldım, gel bir yerde iki bira içelim” dediğinizde “bunlar bir işler çeviriyor” derler, peşinize adam takarlardı.

Bıkmayacak, usanmayacak gibi değildi. Tek çare olarak “ne halleri varsa görsünler” dediğinizde ise “ötekileşmiş” oluyordunuz. Sonra bir de bakıyordunuz ki ikisi bir araya gelmiş “kendini bir şey sanıyor” diyerek size verip-veriştiriyorlar.

Olan-bitenlere dayanamıyordum. Ama kimse ile de teke-tek konuşup yaptıkları saçmalıkları, anlamsızlıkları, aptallıkları da söyleyemiyordum. Çünkü bu da malzeme oluyordu. En iyisi herkes bir aradayken lafı yerleştirmekti.

Ben de öyle yaptım. Bir kurul toplantısının sonunda “arkadaşlar bir fıkra anlatacağım” dedim. Toplantıdan sıkılan herkes can kulağı ile dinlemeye başladı. Fıkrayı anlattım, herkes çok güldü.

Gülüşmelerden sonra benim gelir-gider hesabımın yapıldığı, öğretmenler odasında masanın üzerinde bulduğum kâğıdı çıkarttım ve toplantı masasının üzerine koydum.

- Bu hesabı kim yaptıysa ona teşekkür ediyorum, ben hiç yapmamıştım. Arkadaş hesabı o kadar bilerek yapmış ki; ben vergi iadesi gelirim ile öğrencilere dağıttığım ders notlarının ozalit ve fotokopi giderlerini karşılıyorum, bunun için öğrencilerden para toplamıyorum. Bu gelir ve giderler hesapta görülmüyor. Kendinse bravo diyorum.

Vergi iadesi parasıyla öğrencilere ders notu yaptırdığımı kırtasiyecide karşılaştığım arkadaşıma söylemiştim. Toplantıda bu konuşmayı yaparken de ister istemez onun yüzüne bakarak konuşmuşum.

Şiddetle itiraz etti; Vallahi ben yapmadım, ama ben bir tek Mehmet’e söylemiştim.

Mehmet hemen atladı; vallahi benimle ilgisi yok, ben de Bekir’e söylemiştim…

Herkes birbirinin üzerine attı. Sonuçta benim bir kişiye söylediğimi herkes öğrenmişti.

Daha da ilginci; hesabı hep birlikte yaptıkları da ortaya çıkmış oldu.

Danışmanlık nedeniyle kazandığım para miktarını konuşma arasında sadece Bekir’ e söylemiştim.

Ankara’da bir ortaklığım nedeniyle gelen paradan da Mehmet haberdar olmuştu. Çünkü eşi bankacıydı ve havale o bankadaki hesabıma geliyordu. Havaledeki bir sorun nedeniyle yardımcı olmuşlardı.

Hepsinden güzeli bu üç kişi kedi-köpek gibi kavga ederlerdi. Yan yana geldiklerinde mutlaka olay çıkardı. Ama söz konusu dedikodu olunca ağız ağza vermekten de geri kalmıyorlardı.

O kurul toplantısı benim son toplantım olmuştu. O yaz istifa etmiş, gitmiştim. Fıkra ise yeri geldikçe anlatılmış, camiada kulaktan kulağa yayılmıştı.

Fıkra artık demode oldu. Ama şikâyetçi olduğum bu insan tipleri hiç demode olmadı.

Her neyse, lafı çok uzattık. Fıkrayı anlatayım:

Cehennemde bir yenileme ve düzenleme çalışması yapılmış.

Eski-püskü, kararmış kazanlar kaldırılmış yerine paslanmaz çelikten pırıl-pırıl yeni kazanlar konulmuş.

Kazanların altına odun atmaktan vazgeçmişler, doğalgaz brülörleri yerleştirmişler.

Kazanlara kâinatın en pis sularını doldurmuşlar.

Cehenneme gelenler rastgele kazanlara değil; bir düzen içerisinde gruplandırılmış, her tarafı fayans kaplı hollerdeki yeni kazanlara atılacakmış.

Her kazana altı kişi konulacak ve her kişi için ayrı zebani görev yapacakmış. Hangi günahkâr kafasını sudan çıkartırsa sorumlusu olan zebani kafasını pis suyun içine bastıracakmış.

Yenileme çalışmaları nihayet bitmiş ve açılış günü gelmiş çatmış.

Adet olduğu üzere açılış için baş zebani gelmiş, törenden sonra ilgililerden bilgi alarak cehennemi gezmeye başlamış.

İlk hole gelmişler. Bu holde doktorlar kaynatılıyormuş. Tertemiz holde pırıl-pırıl paslanmaz kazanlar, her kazanda altı günahkâr, her günahkârın tepesinde bir zebani… Hangi doktor kafasını çıkartırsa özel zebanisi kafasını suya bastırıyormuş…

İkinci holde mühendisler, üçüncüsünde sanatçılar, dördüncüsünde bakkallar, beşincisinde benzinciler… Baş zebani her hole girişinde emeği geçenlere teşekkür ediyor ve beğenilerini tekrarlıyormuş. Müdür zebani yapılanları ballandır-ballandıra anlatırken en son hole gelmişler.

Son hole geldiklerine baş zebani önce çok beğenmiş, sonra şaşırmış, en sonra da çok kızmış… Öyle bir bağırmış ki, yer gök inlemiş.

- Bu ne rezilliktir kardeşim! Cehennemde de mi torpil yapıyorsunuz? Neden bu kazanların başında zebaniler yok? Böyle rezillik olur mu? Hepinizi dünyaya sürgüne göndereceğim…

Efendisinin kükremesi karşısında korkan müdür zebani zar-zor konuşmuş:

- Efendim kesinlikle torpil yapmıyoruz…

- Madem yapmıyorsunuz da günahkârların tepesine neden zebani koymuyorsunuz?

- Tasarruf yapıyoruz efendim, burada zebaniye gerek yok.

- Ne demek gerek yok? Bunların kafasını kim bastıracak?

- Efendim burada MB yazarları kaynıyor. Birisi kafasını kaldırmaya çalışınca diğeri onu derhal aşağı çekiyor.


Biliyorum, pek güzel anlatamadık. Ama lütfen bu demode fıkrayı Pazar fıkrası kabul ediniz efendim.

Bu gün Pazar olduğu için anlattık, başka amaç taşımaz.

Sadece “pazara” fıkra olsun istedik…

Eğer fıkrayı kullanmak isterseniz MB yazarları ifadesi yerine kendi aralarında mütemadiyen kavga eden başka gurupları koyup istediğiniz gibi kullanabilirsiniz…

Pazar ola…

 
Toplam blog
: 90
: 2099
Kayıt tarihi
: 27.05.07
 
 

Yaşayacağım yıllar yaşadıklarımdan daha az... Öyleyse "adam gibi yaşamalı" diye düşünüyorum. Kola..