Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Eylül '19

 
Kategori
Öykü
 

Pencere

Abdullah İnaler

   Yağmur iyice hızlanmıştı. Karşı komşu evin çatısı üzerindeki eski, üzeri yosunlaşmış kiremitlere vuran damlaların çıkardığı ahenkli sesler, kulaklarına bir müzik sesi gibi geliyordu. Çatıda oluk olmadığı için kiremitler üzerindeki yağmur damlaları fazla durmadan büyük bir hızla aşağıdaki yolun kenarındaki su birikintisi üzerine, buradan da ufak bir su dereciği oluşturarak, aşağı büyük caddeye doğru akıyordu. Yağmur sesine ufacık odasındaki masanın kenarında duran Philips marka radyodan çıkan rock müziği sesi karışınca, müzikle yağmur arasında tercih yapmak zorunda kaldı. Radyonun sesini açmadı. Yağmur, gece ve o baş başaydı artık.

    Karşıdaki kerpiçten yapılmış tahmini yarım asırlık tek katlı, bahçeli evin, çift kanatlı geniş (portalı) giriş kapısının sağ tarafındaki pencerenin perdesi bir açılıyor bir kapanıyordu. Bazen bakışmalar bir anda birbiriyle kucaklaşıyor, ama aniden, naz yapar edasıyla kapanan perde, pat diye ayırıyordu bu kucaklaşmaları. O da yağmurun cama vuran damlaları arasından, seyrediyordu dışarısını.Ya da bu mavi gözlü sarı saçlı güzel Arnavut kızı yağmur damlaları arasında onun bakışlarını arıyordu. İki abla kardeştiler bu eski evde, kardeş daha güzeldi ablaya göre. Mavi vahşi gözler, sapsarı saçların altında adeta vahşi bir panterin bakışlarını andırıyordu. Bazı sabahlar okul gidişi kapı önündeki karşılaşmalarda, o gözlere fazla bakamıyordu, o bakışlar korkutuyordu mahallenin bu genç yakışıklı çocuğunu.

     Güzel komşu kızı her sabah okula giderken, kapının önüne çıkar, kapının önünü süpürürdü. Her gün gönüllü yaptığı bu kapı önü temizliğinin tek amacı karşı komşu çocuğunu görmekti. Sonra elli iki evlerden gelen otobüse bindiği durağa gelir, onu geçirmek için, otobüs gidene kadar bekler, bir el sallamadığı kalırdı. Kendi sokaklarında bakışlarını esirgemediği bu güzel Arnavut kızına, durakta pek yüz vermezdi. Elli iki evlerden gelen otobüse binen zengin mahallenin kızlarınla bakışır, onlarla arkadaşlık hayalleri kurar, onlardan birini tavlamaya çalışırdı. Onlardan da  ne yazık ki pek fazla yüz bulmazdı. Otobüsteki kızlar Koray lisesi, Balıkesir lisesi ve Kız sanat okulu duraklarında iner. O da kendi okulu Erkek Sanat Enstitüsüne  en yakin durak olan Ticaret lisesi durağında inerdi. Bu otobüste ki gözdesi Şive ismindeki Koray Lisesinde  okuyan yeşil gözlü bir kızdı. Bazen istemeden habersiz de olsa, birbirine bakışan bakışlar, bir umut oluyordu yüreğinde. O günlerde bu yeşil buğulu bakışlar hayallerini süslemeye yetiyordu ona.

    Her okul dönüşü komşu Arnavut kızı durakta beklerdi onu. Ne de olsa kapı komşuydu, bazen ona bakıyor gülümsüyordu, bizim genç. Bu bakışlar güzel komşu kızının umuduydu . Komşu çocuğundan beklentilerinin ip ucuydu. Bir de ev sahiplerinin kızları vardı, sağ yan tarafta oturuyorlardı. Onlarında gözü bu mahallenin yeni gelen yakışıklısı, yere bakan yürek yakan delikanlısında idi. Yani sanat okulu üçe giden bu kara kuru çocukta.

     Ama mahallenin bu güzel kızlarının hiç biri onun koruyucu kalkanından kurtulup ona ulaşamıyordu. Koruyucu kalkanım mı?  Tabii ki o kalkan bu kara kuru çocuğun annesi. ''Benim oğlum okuyacak, kızlarla ilgilenmeye vakti yok ' diyordu, böbürlene böbürlene, yeni mahallemizdeki kapı komşularına. Oysa oğlu ne yere bakan, yürek yakandı.

     Bu günlerde odasına çekildiğinde Monto Carlo'yu dinliyordu. Sevdiği müzik nağmeleri bu kanalda bütünleşiyordu kulaklarında, Dünya listelerindeki son şarkılar buradan ulaşıyordu ikinci kattaki minik odasına. Cuore Matto, Tomba la Neige, Aline, Mon fils dinlediği fovari şarkılardı. Akşam üstü de saat beşte batı müziği proğramı vardı, hep yabancı parça çalardı.

    1968 yılının baharı,okulda dersler iyice gevşemişti. 52 evlerdeki bir barda veda gecelerini yapmışlar, artık gün sayıyorlardı. Sanat Enstitüsü motor bölümü son sınıftaydı. Bir aksilik olmazsa beklemeye falan kalmadan mezun olacaktı. İki sene yurtta kaldıktan sonra, bu sene ev tutmuştu ona ailesi. Balıkesir köy garajından devlet hastanesine giden yolda, köprüyü geçtin mi, ilk karşı sokaktaydı, iki katlı eski ahşap evleri. Ufak bir bahçesi, bahçesinde büyük bir dut ağacı vardı.

    Bir gün okuldan geldiğinde, evin kapısını açıp içeri girdi, içeriden kadın sesleri geliyordu. Mahallenin kadınları, ev sahipleri bizim avludaydılar. Sessizce yukarı çıktı. Odasına geçerken arka pencereye yaklaşınca bir de ne görsün, dut ağacın üstü bizim mahallenin kızlarıyla dolu.

    Manzara müthiş, etekler fora, baldır bacak meydanda  utandı kaçtı içeriye..

    Odasına gitti, ama bir müddet sonra şeytan dürttü, tekrar arka pencereye, kızlar hem dut yiyor hem de sohbet ediyordu. Gizliden seyretti bir müddet, ya görürlerse korkusu rahatsız etti onu, sonra nasıl bakardım yüzlerine.

   "Anne'' diye seslenince ağaçtaki kızlar kendilerine bir çeki düzen verdiler, ama ağaçtan inmediler, dut yemeye devam ediyorlardı.

    Bahçeye girip yukarı bakarak bana da toplayın, bende isterim dedi. Gülüştüler.

    Mahalle Balıkesir'in fakir mahallelerinden idi.T ek tük yeni yapılmış beton evlerin dışında çoğu evler ahşap bir veya iki katlıydı. Genelde bu mahallede balkan göçmenleri oturuyordu. Bir alt sokak ana cadde, onun bir altında Balıkesir'in içinden geçen dere vardı. Garaja giden yoldaki köprünün sağında da köy garajı vardı. Okulumuza uzak ama hiç olmazsa garaja yakındı. Bu yıl o sanat okulu üçe giderken erkek kardeşi Balıkesir Necati öğretmen okulunun yatılı bölümünü kazanmıştı. Ailesinin ev tutmalarına neden ikinci sebebin asıl nedeni buydu.

    Hafta sonları Susurluk Şeker fabrikasında çalışan babası geliyordu yanlarına, iki gün kalıp dönüyordu. Bir gün bayram mıydı, arife miydi, yoksa ramazan ayı mıydı neydi. Sabah erkenden hadi camiye gidiyoruz dedi. Sanırım bayram namazına. Baba oğul köprünün sol tarafındaki camiye gitti. O zaman saçları yeni uzatmaya başladı. Cami kalabalık, hoca başladı konuşmaya, konuştukça konuştu. Sıra gençlere geldi, ne uzun saçları kaldı, ne İspanyol paça pantolonları gençlerin. Hoca  konuştukça o yerin dibine giriyordu, sanki herkes ona bakıyordu. Verdikçe veriştirdi genç nesile. Anaları babaları suçladı.Sanırım babası da utandı ondan. O gün nefret etti, bu tür hocalardan, camiden soğudu. Artık caminin uzağından geçiyor, cami avlusundan bakışlarıyla onu taciz eden bakışlara hedef olmamaya çalışıyordu.  Daha 17 yaşında bir gençti. Çok sinirlenmiş idi. Eve gelince babası da ''kes şu saçlarını'' deyince, daha da sinirlendi. Artık odasının kapısını yatarken kilitlemeye başladı. Her gece yastığa başını koyduğunda, belli olmaz bakarsın saçlarını uyurken keserler kuşkusu yaşamaya başladı.

    Annesi daha tutucuydu, gece gündüz babasının başını etini yerdi. ''Şu çocukları camiye, teraviye, cumaya götür'' diye. Onlar ne kadar üstelerse üstelesinler, bu baskılar bu evdeki dört kardeşi de etkileyemedi. Hepsi sol görüşlü bir düşünce içinde geleceğe doğru onlara inatla yürüyüşlerine devam ettiler. Tabi ki Bu düşüncelerin oluşmasında, Balıkesir lisesi ve Necati öğretmen okulundaki arkadaşlarının çok büyük etkisi vardı. Onlar onun dünyaya açılan penceresi olmuştu. Ufak kardeşleri de abilerinin çizgilerinden şaşmadı. Oysa babası, amcası ailece menderesçi idi. O yıllar çevrenin mahallenin en çok onları etkilediği yıllardı. Ramazan geldi mi, teravi namazı baskısı vardı. Evin babası çocuklarını alır benim çocuklarım teraviye gidiyor der, ana baba konu komşuya karşı kasım kasım kasılırdı. Onlar içinse bu bir zulümdü. Bayram sabahı ise ayrı bir zulüm, anneleri hepsini erkenden uyandırır, babalarıyla bayram namazına gitmesini isterdi. Hep beraber abdest alınır ve ya öyle alındı gibi yapılır babayla zoraki de olsa bayram namazına gidilirdi. Bu gibi durumlarda ailede küçükler babalarını değil de büyük abilerini örnek alıyordu. O büyük abi olduğu için kardeşleri ana baba yolunda değilde onun yolunda gidiyorlardı. Camilerde gençler nedense caminin balkonunda namaz kılardı. yahutta o ara camiden sıvışır, kahveye kaçar, orada teravi bitişini gözlerdi.

     O günlerin mahalle baskısının sonuçlarıydı bu yaşananlar, kılık kıyafetimiz mahalleli tarafından sorgulanırdı. Bu sokaklarda yaşayan her gencin ahlak ve değer ölçüleri mahallede yaşayanların değer yargılarının etkisi altındaydı. Ama o bu değer yargılarına direnen mahallenin sayılı çocuklarından biriydi. Daha orta okul yıllarında seçtiği arkadaş gurupları, kasabanın ileri gelen eğitim öğrenim görmüş kişilerinin çocuklarıydı.

     Yaşadığın şehrin varoşlarında yaşayan gençlerin ortak sorunuydu bu, okullarda ki kılık kıyafet, moda giyim tarzları. Tabii ki güncel giyim önce gençleri etkilerdi, okuduğumuz gazete, kentimize dışarıdan gelen sanatçı kıyafetleri. Gençlik dergilerini, moda dergilerini, gazetelerini önce bu gençler okurdu. Sonra bunları anne babaya kabul ettirip, satın almak girerdi sıraya. Bir ara şeker çuvalından pantolonlar moda oldu. Şeker çuvalları bulunur, terziye verilir, üstlerine dar İspanyol paça pantolon dikilirdi.

    1967 sonbaharında Balıkesir sanat enstitüsünde okul orkestrası kurulmuş çalışmalar başlamıştı, o da gruba katılmıştı. Çok istediği halde bir müzik aleti, gitarı, mandolini olmamış, enstrüman çalamadığı için okul orkestrasına solist olmuştu. Her sabah çiğ yumurta yutuyor, böylelikle sesinin daha güç çıkacağını umuyordu.

    Bir gün okuldan eve geldiğinde, evde ''sana bir paket geldi'' dedi annesi. Paketi açtığında içinden iki adet LP çıktı, yani longplay. Birisi  ''Sony and Cher'' grubunun ''Little man'' albümü diğeri de Perge Slade adlı zenci bir şarkıcının  ''When a man loves a woman'' albümü. Akşamları dinlediği Amerika'nın sesi radyosundaki bir müzik proğramının yarışmasına mektup göndermişti, kazanmış demek ki. Ama bunu çalacak pikabı yoktu. Artık mahalleye hem lise üç öğrencisi, hem de sanat okulu orkestrasının solisti olarak  geliyordu. Hele bir de bir yerde konser verseler, havası iyice artacaktı. O günlerin müzik dergileri, Modern çağ, Diskotek gibi dergilerdi. Bir de  Milliyet gazetesini hafta sonu müzik sayfası ilavesi vardı, dünya müzik listelerindeki yabancı şarkıları ve sözlerini oradan takip ediyordu. Okulda mekanik dersime giren motor hocası Naim Eryöner'le müzik ortak noktalarıydı. Ders saatlerinde ara sıra esnediğin de Hocası ona espiriyle karışık '' Gece yine Monto Carlo'yu mu dinledin '' diye takılırdı.

     O gece yine üst katta odasında ders çalışıyor, müzik dinliyordu. Karşı pencere yine kıpırdamaya başlamıştı, komşu kızını uyku tutmuyordu. Gözü onun penceresindeydi. Bir ara pencerede bir bacak gördü, ''Allah allah yanılıyorum'' dedim, belki kolu falandır.  Sokağın sağ tarafımdaki sokak lambasının ışığı onu yanıltmış da olabilirdi. Ama bayağı bacaktı bu gördüğü. O da  odasının penceresini aralamış, ışığı söndürmüştü, bakışıp duruyorlardı.

     Komşu kızına işaretle ''Kapıya gel dedi'' demez olaydı. Pencere kapandı, biraz sonra karşı kapı sessizce aralandı. Ev ahşap olduğu için yukarıdaki tıkırtılar aşağıya olduğu gibi gidiyordu, annesi aşağıda idi, uyudu mu uyamadı mı bilemiyordu.Tuvalet aşağıda olduğu için tuvalete gitmesi, onun dikkatini fazla çekmezdi.Yavaşça tahta merdivenlerden gıcırtılar eşliğinde, olduğunca sessizce inip, tuvalete gitti. Annesinin odasından ses gelmiyordu, uyumuştu kanımca.

      Mayıs ayının bahar kokusu tüm mahalleye sinmiş, gece yıldızlar pırıl pırıl ışıldıyordu. Dut ağacının altındaki tahta sandalyede biraz oturdu. Komşu kızı kapısını aralamış, sıra ondaydı, ama korkuyordu. Bir rezalet çıkar diye.Yavaşça daracık kapı girişindeki ufak salonda yürüyerek dış kapının kapı koluna uzandı eli ,önce kilit mandalını indir. Annesinin odası hemen sağımda ki kapıydı, oradan bir tıkırtı sesi geldi mi diye tekrar dinledim odayı. Ses yoktu. Uyuyordu.

      Kapının koluna yavaşça basıp, kapıyı açtı. Biraz bekledi, korkusu kapı açılırken kapının gıcırdamasıydı. Yavaş yavaş kapıyı kendime çekmeye başladı. Gecenin sessizliğinde tek duyduğum şey, nefes alışı ve kalbinin küt küt atmasıydı.Acaba karşı kapıdaki komşu kızının heyecanı nasıldı, ayni duyguları o da yaşıyor muydu. Muhtemelen  ablası ile ikisi ayni odada yatıyorlardı. evin ikinci odasında babası ve annesi yatıyordu. Odaların önünde bir salon vardı, yöresel tabirle ''sundurma'' Sundurmanın önü de bahçeydi.

      O akşam babası ve ablası  köyde kalmıştı. Evde annesi ile yalnızdı. Komşularının kara kuru oğluna  tutulmuştu bu maviş Arnavut kızı. Her gün okul dönüşü onun yolunu gözlüyordu. Babasının doğru dürüst bir işi yoktu, ne iş bulursa yapıyordu, genellikle de inşaat işçiliği yapıyordu. Annesi de günü birlik işler gidiyordu. Onun için ilkokuldan sonra okuma şansları olmamıştı. Ablası ondan iki yaş büyüktü. Ama onun güzelliğinden hiç nasiplenmemişti. Ablasının yanında gerek fiziğiyle, gerekse de hal ve tavırlarıyla hem o öne çıkıyordu. O gece yatmaya hazırlanırken soyunmuş, alev alev yanan çıplak bedeni bomboş yatakta bir o yana bir bir bu yana kıvrılmış, uyuyamamıştı. Karşı penceredeki ışık yandığı müddetçe gözüne uyku girmiyordu. Girmeyecekti de. Annesi yan oda da çoktan uyumuş, gün boyu çalışmanın verdiği yorgunluk onun hemen uykuya dalmasına neden olmuştu. Bu gece kızınla oturup konuşmaya bile hali yoktu.

     Genç kızlığının en ateşli yaşındaki bu taze beden, birden  yataktan fırlayıp yatağın üzerinde zıplamaya başladı, tabii sessiz bir zıplayış idi bu, kendince spor yapıyordu. Bacakları bir ara pencerenin önünde inip kalkmaya başladı. Sonra pencerenin açık olduğunu fark etti. Pencereyi kapatırken, karşı penceredeki bakışlarla yüz yüze geldi. Karşı pencereden aşkı ona bakıyordu.

    Utanmıştı, ''acaba beni gördü mü'' dedi kıpır kıpır titreyen dudağı, bunu öyle bir çığlık nidasıyla söylemişti ki, Bir an annesinin uyanacağını hissetti. Alev alev yana çıplak bedenini sarıp sarmaladı yorganın içine. Bir müddet yatağın içinde kendi sıcaklığıyla sarmaş dolaş oldu hayalleriyle. Pek güvenemiyordu bu Karaoğlan'a, mahallenin tüm kızlarıyla haşır neşir oluyordu. Ona da bakmıyor değil hani. Her sabah bakışıyorlardı. Mahallenin en güzel kızlarından biriydi, daha ne olsun. Ama o anası yok mu o anası, kıskanıyordu oğlunu.Yattığı yerden eli perdeye gitti, sıyırdı attı üzerinden yorganı, kendi bedeni ile, onun istekleriyle baş edemiyordu. Araladı perdeyi, oradaydı aşkı, çıplak olduğunun farkında bile değildi. Gülerek ''ne bakıyon len'' gibi bir işaret yaptı. Karşı pencerede işarete karşılık verdi '' Kapıya gel'' der gibi işaretti bu, onu sokak kapısına çağırıyordu. Acaba ne konuşacaklardı. Tamam der gibi el salladı. Sokak çok dar olduğu için, pencereler birbirine çok yakındı. Sokak lambasının ışığı onun odasını aydınlatıyor onun yüzü, hatları gözüküyor, karşı pencere biraz karanlıkta kalıyor, tam olarak gözükmüyordu. Pencereyi tekrar aralayıp. üst kattaki pencereye, sonra onun altındaki birinci kattaki pencereye baktı, aşkının annesinin odasıydı. Perde sımsıkı kapalı ve ışık yoktu. Annesi içeride uyuyordu, şimdi ne yapacaktı. Vücudu tir tir titriyordu. Komşu oğlu, aşkı eve gelince ya gören olursa, ya annem uyanırsa, bu düşünceler yalnız bırakmıyordu yatağın içinde onu. Kapıya gidecekti, tüm bedeninin istediği buydu açacaktı kapıyı, onunla baş başa olacaktı. Ne konuşacaklarsa konuşacaklardı. Sessizce yanda sandalyenin üzerinde duran geceliğine uzandı eli. Heyecandan tir tir titriyordu. Sütyenini bile giyme  gereksinimini duymadı. İncecik geceliği geçirdi sırtına. sessizce lavaboya gidip kendine bir çeki düzen verdi, saçlarını taradı. o çok sevdiği parfümünü sıktı bedenine. Sundurmada bir divan vardı, orada oturamazlardı, annesi yan odada duyardı onları, odasına alamazdı. en iyisi kapı aralığındaki koridordu. hem annesinin odasına uzak, hem de kapıya yakın. Sundurmada yerde duran iki adet minderi kucaklayıp, kapı girişine koydu. Misafirini ağırlayacağı en uygun yer burasıydı. Sokak kapısını hafifçe araladı, şöyle bir başını çıkarıp sokağı kontrol etti herkes uyuyordu. Kapıyı aralık bıraktı.

   Kapıyı çekerken tekrar kapının ağzında kapının kolunu yavaşça bastırdı, yağsız kapı kilidi ses yapabilirdi, kapının kilidinin dilini hafifçe yukarı kaldırıp  kilidi yavaşça bıraktı. Sadece tık diye bir ses geldi kulağına gecenin sessizliği derin uykudayken. Annesi hep aklındaydı, oysa düşman uyur o uyumazdı. Acaba uyandı mı dedi içinden, bir müddet bekledi. Uyuyordu kesin, yoksa çıkardı dışarı. Kapıyı yavaşça aralamaya devam etti. Sokağa hafifçe başını uzatıp bir sağa bir sola baktı, sokak derin bir uykudaydı. Ayağında pijaması üzerinde de kısa kollu bir tişort vardı. Ayakları çıplaktı. Ses yapar endişesiyle terlikleri ayağına geçirmemişti. Heyecanla soluyordu. Hala içerisinde bir korku onu dizginliyor,''delimisin ne yapıyorsun sen'' diyordu. Önünde üç metrelik bir yol vardı, sırat köprüsünden daha tehlikeli. Kendini içeri çekip soluklandı.Tekrar kapıdan dışarı baktı. Sol tarafındaki komşularının tahta kapısında hafif bir tıkırtı geldi, ama sonra tekrar sessizliğe büründü sokak. Kedi olabilir dedi. Artık bedeninin çoğu sokaktaydı. Karşı kapı da biraz açıldı. Bir anda olacaklara karşı, bedeni, ayaklarına yenik düştü. Kendi evinin kapısını hafif aralık bırakarak  hızlı adımlarla adeta uçar gibi, karşı evin açık kapısından içeri daldı.

    Kalpleri güp güp atan iki ateş parçasının karşılaşmaları, bu atışları iyice artırdı. Üzerinde kısa bir gecelik olan komşu kızı heyecandan tir tir titriyordu.Bir an antrede ne yapacağız diye şaşkın şaşkın dikildiler. Heyecanımı yenip önce o toparladı kendini.
    ''Merhaba bak geldim.'' dedi. Elimi uzatarak elini tuttu. Komşu kızı zangır zangır titriyordu.

    Sokak kapısının dilini kaldırarak hafifçe itti. Tık diye bir sesle kapı kapanmış, baş başa kalmışlardı. Kapının iç tarafındaki eşiğin önündeki boşlukta dikilip duruyorlardı. Işıklar yanmadığı için sadece dışarıdaki direğin tepesindeki sokak lambasının bahçeye yansıyan ışığıyla birbirlerini görebiliyorlardı..

Elleri birbirini bırakmıyordu, alev alev yana bedeni biraz daha kendime çekti. Konuşamıyor titriyordu. ''Nerede oturacağız'' dedi.''İstersen odana gidelim.'' Kulağıma yaklaşarak fısıltı şeklinde'' Annem yan odada ya duyarsa'' dedi. O anda gecenin yarı alaca karanlığında bembeyaz omuzlarının üzerine sinen parfüm kokusu aklını başımdan almıştı. Ellerine çekerek alev alev yanan bedeni kendine çekti. Titreyen bedenlerin sıcaklığı daha da artmış, endişe ve korku yüklü heyecan doruk noktasına erişmişti.

''Lütfen güzelim'' dedi.
 ''Burada ayakta konuşamayız ki''

Anlaşılan onu odasına kabul etmeyecekti. Kollarından kendini kurtararak
'' Bekle ''dedi.

Hafifçe adeta bir kedi sessizliğiyle  sundurmanın önündeki odasına doğru yürüdü. İçeride ne kadar minder varsa yüklenip gelmişti.
''Burada otıracağız '' dedi.

   Minderleri sokak kapısının iç tarafındaki daha önce hazırladığı minderlerin arasına yerleştirdi.
Onun üzerinde pijamalar kızın üzerinde gecelik oturdular mindere yan yana. Karanlıkta suskun suskun bakışıyorlardı. Gece karanlığında ara sıra bakışlarını gözlerine çevirdiği zaman maviş gözleri  bir kedi gözleri gibi parlıyordu. Birbirlerine yaslanmış konuşmak istiyorlardı ama, kelimeler fısıltı şeklinde oluyor ne o ne de komşu kızı bir şey anlayabiliyordu. Belki ikisininde düşünceleri bu yanan korun nasıl söndüreleyeceğiydi.. 17 yaşında bir çocuk ve 15 yaşında bir kız. Ateşle barut gecenin karanlığında yan yana. Omuzlarına kadar inen sarı saçlarını okşadıkça bu güzel küçük komşu Arnavut kızı tir tir titremeye başladı. Sevgi eylem gerektirir diye bir şey okumuştu bir yerde. Eğer eylem yoksa sevgi uçar gider başka bir dala konar, sen de açar ağzını bakarsın. Özünde kale içeriden fethedilmişti. Zaten komşu kızı ona zaten vurgundu. Naz yapan ona fazla yüz vermeyen oydu. Ama bu akşam yaptığı pencere gösterileriyle onu yanına çekmeye becermişti. Zaman gece yarısı, iki evde uyuyan iki ana ve  evlerde bir kız ve bir oğlan. Ne cesaret, bu birbirine hasret bedenlerin çılgınlığı.

    Artık birbirlerine sarılmış konuşmadan bedenlerinin kokusunu içlerine sindiriyordu.. Elleri titreyen komşu kızının bedeninde gezinirken aniden kızın çıplak omuzuna bir öpücük konduruverdi. On dakika ya oldu ya olmadı. Sokak kapısının dibinde minder üstünde oturmuş, birbirine sokulmuş sessizce konuşmadan tir titriyorlardı. O anda gecenin sessizliği uzaktan gelmeye başlayan bir sesle bozulmaya başladı. Sokağın derinlerinde gelen  bir erkek sesi yavaş yavaş bizim sokağa doğru yaklaşıyordu. Sarhoş konuşmalarıydı. İçlerini bir endişe sardı. Sarılan bedenler birbirine daha çok yaklaştı. İkisi de korkmuştu. Kulağına eğilerek ''Eyvah Sadık abi'' dedi,
'' Yine sarhoş, Aynur'un babası, o geldi. Şimdi kırar kapıyı''
İkisi de ayağa kalktı. Ya kızın annesi, ya onun annem uyanıp kalkarsa ne olacaktı.
''Açın lan kapıyı, kırdırmayın bu kapıyı bana
'' ''Hepinizin sülalesini.. orospu aç kapıyı, ana kız orospusunuz. ''
     Bu tür ağıza alınmayacak küfürler yankılanıyordu boş sokakta. Tahta kapı pek sağlam değildi. Omuzlasan yıkılırdı da bizim ufak tefek sarhoş komşunun onu yapacak gücü yoktu. Ayakta zor duruyordu. Onların yan tarafında oturan komşu kadın ve kızı babalarını eve almıyorlardı. Yoksul bir aileydiler, kadın temizliğe gidiyor, orta okula giden bir oğlu, genç yaşta dul kalan kızı ve torunuyla oturuyor, onlara bakıyordu. Ortadan ikiye bölünen  avlunun yarısı onlara aitti. Arkada dam gibi iki göz bir evde kalıyorlardı. Ev sahipler ayniydi. Giriş kapıları yan yanaydı.

     Komşu kızı kollarından kurtulup içeri gitti. Gittiğiyle gelmesi bir oldu
''Oh annem uyuyor, hem de horul horul''  dedi. Sokuldu yanına. Sokak kapısının dilini hafifçe bastırıp kapıyı araladı. Sadık abi onların kapısının dibinde dikiliyordu. Allah muhafaza yanlışlıkla onların kapıya yüklense, kapı aralık güp içeride. Annesinin uykusu da tilki uykusu, sanırım duymuştur da o da korkudan kalkmamıştır.

     Sarhoş Sadık abi veryansın ediyor ama tınlayan yok. Ne kapı açılıyor, ne de ışık yanıyor. Bizden başka onu dinleyen yok. Olan bu  iki aşık komşu çocuklarına oldu, geceleri zehir oldu. Belki bu gürültüyü duyan bir bekçi falan gelir, alır götürür bunu diye bekliyorlar. Ama ne gelen var ne giden.
Kaldık mı kapının eşik dibinde iki gece aşığı baş başa. Kor gibi yanan bedenleri bir korku kapladı. Oğlan gelip geleceğime bin pişman. Komşu kızı ondan cesur, yanında hoplayıp zıplayıp duruyor.
''Otur bekle diyor'' o bağırır bağırır sonra çeker gider. Ellerini bir türlü bırakmıyor. O da ortalık sakinleşsin, bu işin cılkı çıkmadan kendimi eve atayım diyorum. Olur ya anası kalkar yakalar onları, ondan sonra bu mahalle haram olur ona. Yaklaşık on beş dakika  ayakta birbirlerine sarılmış vaziyette beklediler. Sadık abinin bağırıp çağırması fayda etmeyince aldı başını söylene söylene gitmeye başladı. Sokağımız tekrar yine o sessiz sakin haline büründü. Ay ışığı bahçelerindeki dut ağacının yaprakları arasından kurtulmuş, o gizemli ışığı komşu kızın omuzlarına ve kısa geceliğini altındaki bembeyaz bacaklarına vuruyordu. Biraz hareket ettiğinde vücudunun tüm hatları belirginleşiyor, tüm güzelliğiyle başını döndürüyordu.

    Gece yarısını geçmiş tahmini saat 03.00 geliyordu. Birbirlerinde ayrılmak istemiyorlardı. Hele o maviş gözlü iyice yapışmıştı oğlana. Ama o tırsmış bir an önce kaçmak istiyordu. Kizin omuzlarına bir öpücük daha kondurup '' ben artık gideyim'' dedi. Bak ortalık sakinleşti. Sımsıkı sarıldı kız oğlana, alev alev yanıyordu. Kız ayrılmak istemiyordu. Kıza son defa sarılı '' Sonra yine görüşürüz.'' dedi.

Ayrılık hüznü o maviş gözlerine yansımış, ama bu mutluluk dolu saatler yüreğinde yeni bir umut kapısı açmıştı. Mahalledeki kızların hayran olduğu bu çocuk artık onun sevgilisiydi.  Birbirlerine son defa sarılarak iyi geceler dediler. Onların sokak kapısını aralayıp sessizce karşıya geçip, hafif aralık kapıdan içeri süzüldü. Sokakta gezinen birkaç kediden başka kimse yoktu.

Çıplak ayaklarla tahta merdivenleri hiç gıcırdatmadan çıkarak, odama vardığında derin bir oh çekti.Ya annesi gürültüye kalkıp sokak kapısın aralık olduğunu görüp kilitleseydi  ne olacaktı hali. Bunları düşündükçe bu çılgınlığına şaşıp kalıyordu.

      Işıkları yakmadan pencereye yöneldi, karşı pencereye baktığında, karanlık odanın tül perdesi açıldı ve oradan, o maviş gözlerden, o kırmızı dudaklardan uçarak ona sevgi dolu sıcacık  öpücükler geldi. 

    Sabah kalktığında nelere gebe olacaktı bu gün bilemiyordu. Annesi kahvaltıyı hazırlamış, ekmeğine salça bile sürmüştü. Kitaplarını alıp otobüs durağına giderken, Komşu kızı erkenden kalkmış kapı önünü süpürüyordu. Kanımca onun evden çıkmasını beklemek için kim bilir ne zamandır kapı önünde oyalanıyordu. Bakışları  çatıştığı zaman maviş gözleri ışıl ışıldı. Geçen gecenin pişmanlığı yüklü yüreği huzursuzdu. Ona ümit vermişti. Onu sevmiyordu, sadece cinselliğine, cazibesine kapılmıştı.Oysa komşu Arnavut kızı çok mutluydu, o durağa giderken arkasından gelip onu yolcu etti. Ona el salladı. Oysa o  otobüsteki diğer kızların yanında ona el sallayamadı. kaçırdı bakışlarını ondan.

   Akşam okul dönüşü mahalleye girdiği zaman bizim ev sahibinin kızlarıyla kapı önünde konuşuyordu. Kim bilir onlara neler anlattı veya anlatmadı. Ama o eve girerken tüm kızlar, o hariç hepsi başını çevirmişti mahallenin yakışıklı çocuğundan.
Sanat enstitüsü son sınıfta okuyordu, bu sene mezun olup Balıkesir'e veda edecekti. Bir daha hiç görüşmediler.

   O pencerede ki maviş bakışlar her gece bir bakış aradı ama, ne yazık ki karşı pencere bundan sonra hiç açılmadı. Bir ay sonra okullar kapanınca evden taşındılar. Taşınırken bir bakış arayan o sevdalı bakışlara dönüp bakmamıştı bile o kara kuru çocuk.

 

 
Toplam blog
: 12
: 121
Kayıt tarihi
: 29.12.12
 
 

1950 da Susurluk'ta doğdum, ilk ve ortaokulu Susurlukta okuduktan sonra,1965 yılında Balıkesir Sa..