Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Mayıs '08

 
Kategori
Öykü
 

Perdedeki Delik – 5 ve SON

Perdedeki Delik – 5 ve SON
 

Bense, kıpırdamaktan aciz, onun, peronla birlikte, gitgide küçülen görüntüsüne bakakalıyorum.


O çaresiz dolaşmalar içinde, daha ne kadar bunaldım, bilmiyorum. Cadde tarafından gelen seslerle kendime gelip, o taraftaki oturma odasının pencerelerine koştum. Bir cankurtaran gelmişti. İçinden inen beyaz uniformalı adamlar eve daldılar. Az sonra, taşıdıkları sedye ile çıktıklarını gördüm. Onların ardından, iki polis de çıktı dışarıya. Cankurtaranın peşinden, beraberlerindeki hasta bakıcı ile birlikte, kenarda park etmiş olan polis arabasına binip hareket ettiler.

Ortalık yine sessizleşmişti. Herşey çok çabuk olup bitmişti.

Kadının yaşıyor olması ihtimali var mıydı? Yoksa gelenler secde ile yalnızca cansız bedeni mi götürmüşlerdi evden?

Polis adamı neden almıştı? Ani ölen biri için yapılan olağan soruşturma mı, yoksa herhangi bir şey mi farketmişlerdi? Polisi kim çağırmıştı ayrıca? Adam kendisi mi, gelen sağlık görevlileri mi?

En önemlisi de , ben ne yapacaktım şimdi? Biraz sakinleşmiştim, kafam hemen hemen normal çalışmaya başlamıştı. Birşeyler öğrenebilmek için sabahı beklemeye kadar verdim.

Uykusuz geçen gecenin ardından, işime gitmedim ertesi gün. Başında oturduğum yerel televizyon nihayet bir haber geçti. Oturduğum adreste, gece yarısı kalp krizinden ölen yaşlı ve varlıklı kadının haberini. Kalp krizi! Haberde bilgisine müracaat edilen hasta bakıcısının serbest bırakıldığı da söylendi. Demek polis şüphelenmemişti. Demek ölüm sebebinde de kuşkulu bir şey görülmemişti.

Ama bu, benim gözümde, bu adamı temize çıkarmıyordu. Bir kalp krizini harekete geçirebilecek cinsten bir madde enjekte ettiyse kanına? Kadının iğneden hemen sonra öldüğünü, ben gözlerimle görmüştüm. Otopsi yapılmadan bu anlaşılamaz bildiğim kadarıyla. Habere göre otopsiye de lüzum görülmemişti. Ve adam serbestti.

Birden yine kuşku ve korkuyla titredim. Adam eve dönmüş müydü, şu anda evde miydi acaba? Yaptığı işin tek tanığı bendim. Benim ortaya çıkıp konuşmam, bildiğimi polise söylemem, işin seyrini tamamen değiştirebilirdi. Ayni şeyleri bu adam da düşünüyordu mutlaka. Belki şu anda, benimle aynı çatı altında, bir kat aşağıda, beni ortadan kaldırma planları kurmaktaydı. Bu düşünce kanımı dondurmuştu.

Ayaklarımın ucuna basarak mutfağa girip, pencereye yaklaştım. Karşıki pencerede perdeler sımsıkı kapalıydı. Ve günlerdir , perdenin ortasında devamlı büyüyerek genişleyen delik, yoktu orada! Yokolmuştu! Kumaş perdeler yenilenmişti sanki, pencere alanını tamamen kapatmışlardı, . Sanki o delik hiç orada olmamıştı! Ne demek oluyordu bu?

Panik, yine her tarafımı sardı bir anda. Demek adam geri dönmüştü. Belki bu deliği ortadan kaldırarak bir mesaj veriyordu bana. Artık onun ne yaptığını göremiyeceğimi, artık iplerin onun elinde olduğunu mu? Kalbimin atışları boğazıma kadar yükselmişti. Gördüğüm şeyin anlamı ne olursa olsun, artık uğraşacak gücüm kalmamıştı. Ben polise gidip, gördüklerimi anlatana kadar, bu adam beni eline geçirebilirdi. Polise gidebilsem bile, bakalım bana inanırlar mıydı? İnandılar diyelim, gerçek ortaya çıkana kadar, beni bu adamdan koruyabilirler miydi? Bir tek düşünce kalmıştı artık aklımda: Kaçmak! Yapabileceğim en çabuk şekilde buradan, bu evden, bu adamdan, bu şehirden kaçmak!

Günün ondan sonraki saatlerini, zaten az olan eşyalarımı mümkün olan en kısa zamanda toplayıp, herşeyi yine çantalarıma tıkmak, kimselere görünmeden evden çıkıp, kendimi bir taksiye atmakla geçirdim ve beni kendi şehrime götürecek ilk trene yetişebildim. Yeni girdiğim işimden istifamı, posta ile gönderecektim. Hiçbir şey gözümde yoktu artık.

Kompartımanımı bulup, çantalarımı yerleştirdim. Nefes nefeseydim. Devamlı çevreme bakıyor, zaman zaman korkudan tıkanacak gibi oluyordum. Tren harekete geçtiğinde ve binbir kuşku ile geldiğim bu şehri yavaş yavaş arkasında bırakmaya başladığında, biraz rahatlamış bir nefes alabildim ancak. Koltuğuma gömüldüm. Allahtan kompartımanda kimse yoktu. Kendimi bırakabilir, geçirdiğim korkunun sağnak haline dönüştüğü gözyaşlarını, kimseden çekinmeden serbestçe akmaya bırakabilirdim.

Herşey ters gitmişti işte! Hayatımdan, şehrimden, anılarımdan, acılarımdan kaçmak istemiştim sözde. Ama ne bulmuştum gittiğim yerde? Daha çok kuşku, daha çok emniyetsizlik, daha çok korku! Gitmek istemem hata olmuştu belki de. Belki de kompartımanda bu adamla karşılaştığım anda, anlamam gerekirdi beni neyin beklediğini. Bu adamla karşılaşmam, başlangıcıydı uğursuzluğun. Bir işaretti! Şimdi yine, kırılmış hayatıma, üzüntülerime geri dönüyordum işte. Başaramamış, daha da kırılmış olarak. Gözyaşlarım, içimdekileri dışarı çıkarırcasına, bitmeksizin akıyor, akıyordu.

“Ama siz yine ağlıyorsunuz!”

Korkuyla zıplayarak, başımı, içine aldığım avuçlarımdan kaldırdım. Kompartımanın yarı açılmış kapısından bana bakıyordu, o çok tanıdık ince , kemikli yüzü, o ince ağızında belli belirsiz gülümsemesi ile, o çukura kaçmış gözler.

Yüce Tanrım! Bulmuştu beni! Burada karşımdaydı. Sevimsiz gülüşüyle, avını süzen bir kaplan gibi süzüyordu beni.

Tek kelime çıkmadı ağzımdan. Felç olmuştum bir anda sanki. Bitmişti herşey!

“Tesadüfün bu kadarı” diye sürdürdü konuşmasını davudi sesiyle. “Koltuğum, yine sizin kompartımanızdaymış.” Sonra yerleşti yerine rahatça, benim altüst olmuş yüzümün farkında değilmiş gibi.

“Geri mi dönüyorsunuz? Beğenmediniz herhalde şehri. Haksız da değilsiniz.”

Cevap vermediğim halde, devam ediyordu monoloğuna, bana hiç aldırmadan. Bense, onun bütün hareketlerini pür dikkat, gözlerimle takibediyor, sadece, ilk darbeyi nasıl, ne ile yapacağını hesaplamaya çalışıyordum. Kaçabilmem mümkün değildi. Yardım istemek için ağzımı açsam bile, bağıramıyacağımdan, sesimin çıkmayacağından emindim.

“Biliyor musunuz? Benim de pek şansım yoktu. Hastam aniden öldü. Şimdi ben de dönüyorum. Firmam, yeni bir işe gönderiyor beni.”

Çantasından ağır hareketlerle çıkardığı bir haritayı yaydı yine masaya. Kemikli parmağını bir yere bastırarak konuştu:

“Bakın bu şehirde yeni hastam.”

Son gücünü kullanan bir yaralının, ölmeden önceki zahmetli davranışıyla uzanıp haritaya baktım, başka ne yapacağımı bilemediğimden.

Gösterdiği şehir, korkuyla aklıma geldiği gibi, benim şehrim değildi. Az önce ayrıldığımız şehrin, çok yakın bir banliyösüydü bu. Hiçbir şey anlamıyordum.

“Gördüğünüz gibi, aslında hemen yine inmem gerek trenden, aslında oturmam bile gerekmezdi, çünkü gelecek istasyon, bu banliyö şehri.”

Bu sözlerle kalktı adam tekrar yerinden , zaten yerleştirmediği çantalarını kavradı ve kapıyı açıp dışarıya çıktı. Gidiyor mu gerçekten? Kurtuluyor muyum? Beni ortadan kaldırmayacak mı yoksa? Vaz mı geçti? Ne oldu da vazgeçti?

Kapıda döndü tekrar, birşey unutmuş gibi.

“ Size hoşçakal demek için girdim aslında, sizi görünce burada. Ne de olsa kısa bir zaman için komşuluk yaptık. İyi bakın kendinize. Cesaret! Ağlamayacağınız günler de gelecektir, hiç merak etmeyin!”

Gülümsüyor yine, gülümsemesi o kadar da itici değil mi ne?

Sonra yürüyüp gidiyor koridorda. Trenin durduğunu farkediyorum. Sersemlemiş bir halde perona bakıyorum. İnmiş, çantalarını yere bırakıyor. Başını kaldırıp bana bakıyor. Düdük sesi! Tren tekrar hareket ediyor.

El sallıyor bana. Bense, kıpırdamaktan aciz, onun, peronla birlikte, gitgide küçülen görüntüsüne bakakalıyorum.

Aman Allahım! Kurtuldum!

Kurtuldum mu?

Tehlikede miydim?

Ne yaşamıştım ben?

Gerçeği artık hiçbir zaman öğrenemiyecektim herhalde.

Bu adam, o yaşlı kadının gizli kalmış katili miydi gerçekten, yoksa herşey sadece benim kuşku ve korku dolu kafamda mı cereyan etmişti?

Bu sorunun cevabını, hiçbir zaman bulamıyacaktım artık.

Belki daha sonraları, geriye baktığımda, bu yaşadıklarım, gitgide sisler içine gömülecek ve ben ayrıntıları da unutmuş olacaktım zamanla.

Küçük, sevimli şehrime, aileme, arkadaşlarıma, kırık da olsa, benim olan hayatıma yeniden kavuşacağım için, kocaman bir sevinç güneşi doğuyordu, sessizce içimde.

(Bitti)

 
Toplam blog
: 165
: 1414
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Uzun yıllardır yurt dışında yaşıyor. İsviçre'de Adalet Bakanlığı'ndaki mesleği yanında tiyatro ya..