Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ocak '15

 
Kategori
Siyaset
 

Peynir gemisi

Peynir gemisi
 

 
Fırsat buldukları her ortamda "en az üç çocuk" önerisi yapanların görmezlikten geldikleri gerçekler üzerine, güncelliğini koruyan bir eski yazı.
 
PEYNİR  GEMİSİ
 
Son günlerin yoğun ve iç bunaltan siyasal gündemi içerisinde tv.haber bültenlerine, ertesi gün de gazetelerin iç sayfalarına şöyle bir yansıyıp sonrada kaybolan bir haber vardı. Kayseri’de çöpe atılmış marul yaprakları arasından işe yarayanlarını seçebilmek için koşuşturan küçük çocuklara ehliyetsiz bir sürücünün çarpması sonucu bir facia yaşanmıştı. En büyükleri on yaşında olan kardeşlerin dördü olay yerinde, birisi ertesi gün hastanede olmak üzere, beşi feci şekilde can vermişlerdi. Ulaşmak istedikleri marul yapraklarına metreler kala dağılmış kaderleri gibi, dağılmış küçük cansız vücutları asfaltın üzerinde yarınki baskılarında içlerinde bir iki satırla yer alacakları gazetelerle örtülmüş olarak yatıyorlardı. Öylece…
 
Onlar bu ülkenin, kişi başına gelirin bilmem kaç dolara, borsa endeksinin bilmem kaç binler seviyesine yükselmesiyle, ihracat patlamasıyla, ”babalar gibi” sattığımız limanlar, K.İ.T ler, arsalar, özelleştirmekle öğündüğümüz yer altı zenginliklerimiz, iletişim ağlarımız, enerji santrallerimiz, yabancı hisse çokluğuna bıraktığımız bankalarla öğündüğümüz bu ülkenin çocuklarıydılar. Bunlardan hiç ama hiç haberleri yoktu. Zaten bu yaşananların onların yaşamları üzerinde hiçbir olumlu katkısı da yoktu, olamazdı da zaten. Onları alamadıkları, canlarının çektiği bir iki buruşmuş marul yaprağı uğruna sattık. Onların yarınları yok artık...
Ya yarınlarını kurtarmak adına ”peynir gemisi” yürütmeye çalıştıklarımız ne durumda? Ya büyük şehirlerdeki okullarda bile ikili üçlü eğitimlerle elli altmış kişilik sınıflarda sıralara üçlü dörtlü oturttuklarımız; ya büyük kent meyhanelerinin alkolle buğulu akşamlarında masalara yarınları için karanfil uzatan küçük kız elleri, hastalıklarında öğündüğümüz “sağlıkta dönüşüm” ün hastanelerinde ikili üçlü yataklara yatırdıklarımız, onlar ne durumda? İsterseniz UNİCEF’in “Birleşiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu” Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre hazırlanmış son bültenindeki rakamlara bir bakalım: Türkiye’de onbeş yaşından küçük çocukların %27,7 sinin yoksulluk içinde bulunduğu, bu oranın kırsal alanlarda %40,6 ya kadar çıktığı belirtilmektedir. Ülkemizdeki nüfusun %20,5 inin gıda ve gıda dışı yoksulluk içinde yaşadığı bilinmektedir. Ancak onbeş yaşından küçük çocuklar söz konusu olduğunda 5,6 milyon çocuk gıda ve gıda dışı yoksulluk içindedir. Bu durum, bu çocuklara yeterli yiyecek giyecek, barınak, eğitim ve koruma sağlanamadığı anlamına gelmektedir. Yoksulluk içindeki çocukların büyük bölümünün az gelişmiş illerde, kırsal alanlarda, büyük şehirlerin yoksul kenar mahalle semtlerinde yaşadıkları bilinen bir gerçektir. Bunun yanında bu çocukların anne ve babalarının eğitim düzeylerinin düşüklüğü ve düzenli bir işleri olmadığı da bir gerçektir. Yoksulluğun çocukların yaşamları üzerinde ağır ve yaralayıcı etkilerinin olduğunun bilinmesinin yanında, ülkemiz çocuklarının önemli bir bölümünün beslenme yetersizliği ile karşı karşıya olduğu, bu durumun da çocukların büyüme ve gelişmelerinde olumsuz etkileri olduğu bilinmektedir. Ülkemizin sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik alanındaki harcamalarına GSMH “gayri safi milli hasıla” nın %20 sinden azı ayrılırken, Avrupa’nın bir çok ülkesinde bu oran %30 un üzerindedir. İnsanlarımızın kaderi üzerindeki bu durum, bu günün çocuklarından onların çocuklarına geçeceğine kuşku duyulmayan acımasız bir kıskaçtır. Ne dersiniz, marul salatanıza biraz limon sosu istermisiniz?
 
Büyük paralar vererek zayıflama ilaçları, kedi köpek mamaları ithal edenler, bileklerinde onlarca memurun ömrünü tüketerek alabildiği emekli ikramiyesi tutarı değerinde saat taşıyanlar, sofralarından Rokfor peyniri eksik olmayanlar; onlar, en çok lafla peynir gemisi yürütmeye çalışanlar bu durumu bilmek zorundadırlar? Bu ülkede her akşam bir milyon insanın yatağına aç olarak yattığını, patlayan bombalarla simit satıcısından, düğme satıcısına, tezgahtar genç kızından polis memuruna, kalleşçe öldürülen askerine teröre kurban verdiğimiz insanların bu yoksul kesimin insanları olduğunu bilmek zorundayız. En çok da “komşusu açken, tok yatan bizden değidir” diyen eşsiz dini geleneği sahiplenenler, lafla peynir gemisi yürütmenin usta kaptanı olan siyasiler bilmek zorundadırlar,
Son günlerde ülkenin çoğu yerinde yaklaşan seçimlere endeksli yapılan toplantılarda yüksek sesli içi boş nutuk atanlar, emek-sermaye çelişkisinde ekonomik gerçekleri sahiplenmeden, yosulluğa çözüm üretilemeden yapılacak her türlü girişimin, değişecek her iktidar yapısında aynı labirentin çıkmazlarında dolaşmak demek olduğunu, hiçbir şeyin değişmeyecek olduğunu bilmek zorundadırlar.
"Hukuk yazılır ama adalet yaşanır", yaşanması gerekir. Yoksa yazılı hukukta kalırsa adalet, kuruyan bir yaprak olmaktan öteye geçemez. Onun için adalet duygusunu yitirmeyenler ve vicdanı olanlar için vicdan yaraları hiçbir zaman kabuk bağlamaz. İnsanlar,daha doğrusu bu ülke insanının büyük bir çoğunluğunu oluşturan insanlar, şimdiye kadar  kimseden fazladan bir şey istememe, kendilerine yapılan hatalara ses çıkarmama ve fazladan beklentiler içinde olmama erdemine erişmişlerdir. Kendilerine yapılan haksızlıkları da bağışlama erdemini gösterirler. Ama çocuklarına ve onların geleceklerine yönelik haksızlıkları bağışlamazlar.
Yakın zamanda seçimler var. Artık ortalık peynir gemisinden geçilmez. Bu insanlar Kayseri’ye liman getirileceği ve bu limanda yüzdürüleceğine söz verilen peynir gemilerini beklemekten sıkıldılar. Yaşanan hayatın günlük sıkıntıları içinde bunalmış insanlara her konuşmalarında saygılı olduklarından söz açanlar, insana saygının küçük, günlük insani ilişkileri yıpratmamakta yattığını bilmelidirler.
 
Artık bu insanlar inandıkları değerlerin, kutsallıkların ve ahlaki değer ölçülerinin yıpratılmasından usandılar. Karşılıklı güvene dayalı insani ilişkilerin yıpratılması, verilen sözlerin yerine getirilmemesiyle hayal kırıklığı içindeki toplumun büyük bir kısmını oluşturan yoksul insanlar, olmadık denizlerin olmayan limanlarında karaya oturan “peynir gemileri” ni büyük bir düş kırıklığı içinde, ümitlerini tüketmiş olarak izlemekten sıkıldılar. Artık “lafla peynir gemisi yürümediğine” göre, ya gereksiz laftan vazgeçmenin, ya da doğru denizlere, doğru kaptan ve tayfalarla açılacak gerçek gemileri yapmaya çalışmanın zamanıdır.
Ya da gemileri yakmanın…
 
 
Akın YAZICI
 
 
 
 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..