Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mayıs '09

 
Kategori
Öykü
 

Peyote'de ilkbahar - Bölüm 7

Peyote'de ilkbahar - Bölüm 7
 

Kahrolası güzel günler


BÖLÜM 7 - Kahrolası güzel günler

Kahverengi nubuk deriden yapılmış pantolonunu giydi. Üzerine de en sevdiği tişörtünü…Tişörtün ön yüzünde yaşlı bir Kızılderililin bir kurt ve bir kartalla beraber çizilmiş resmi basılıydı. Aynanın kenarındaki askıya asılmış olan kolyelerini eline aldı ve içlerinden tüylerle ve derilerle yapılmış olan Kızılderili kolyesini seçti ve boynuna taktı. Aynaya bakıp son bir kez saçlarını düzeltti. Artık gitmeye hazırdı.

-Kendine iyi bak İkibira. Ne yazık ki seni bu akşam yalnız bırakacağım. Ama Dirim'in de biraz eğlenmeye ihtiyacı var değil mi?Uslu dur tamam mı?

İkibira, kanepenin üzerinde, çıngırak sesi çıkaran topla oynamasını sürdürüyordu. O yüzden Dirim'in söylediklerine pek aldırmadı. Dirim, pantolonunun renginde deri ceketini eline alıp çıktı. Asansöre binip bodrum kata indi. Lucifer Bar'ın civarında araba park etmek için bu saatlerde pek boş yer bulunamayacağından, oraya motosikletiyle gitmeye karar vermişti. Bodrumdan motosikletini aldı ve onunla beraber asansöre binip zemin kata çıktı.

Lucifer Bar'ın önü her zamanki gibi kalabalıktı. Tepeden tırnağa kadar siyah giyinmiş, kesim stilleri adeta aynı kuaförün ellerinden çıkmışçasına birbirinin kopyası bir kaç yeni yetme, ellerindeki sigaralarla kız arkadaşlarını bekliyorlardı. Ya da bir kız arkadaş bulmayı. Yüzlerine dikkatli bakmazsanız, sadece kulaklarına taktıkları değişik küpelerden ayırt edebilirdiniz bu aynı makine imalatlarını. Hiç şüphe yok ki birbirleriyle arkadaş falan da değillerdi. Hatta belki de sık sık buraya gelmiyorlarsa birbirlerini hayatlarında ilk defa bile görüyor olabilirlerdi. Bunlardan bu saatlerde ve bu civarlarda yüzlerce bulmak mümkündü. Nasıl oluyor da birbirlerine bu kadar benzeyebiliyorlar diye merak etmek için moda ve gençlik dergilerini hiç karıştırmıyor olmak gerekliydi. Bu kolay kız arkadaş bulmanın en kısa ve emin yoluydu. Çünkü kızlar dergilerdeki o adamlara benzeyen veya andıran erkeklere bayılıyorlardı. Ama onlara benzemeyen ve kendi stilini kendi yaratmış olan diğer erkekler için durum daha farklıydı. Onlar özel ve zor bir kız arıyorlardı kendilerine. Tıpkı Dirim’in yaptığı gibi…Yine de hepsinin ortak bir noktası vardı:Kızlar! Eh, kızlar içinde durum pek farklı sayılmazdı.

Dirim motosikletini Lucifer'a gelip gitmekten aralarında bir parça samimiyet olan bar korumalarından birine teslim etti ve iri yarı adamın cebine biraz para sıkıştırdı. Bilek güreşi yapar gibi ellerini havada kenetleyip bir kaç saniye sıkıca tuttular:

-İyi bak ona. Tamam mı?

-Eyvallah patron. Sen merak etme, eğlenmene bak. Çıkışta görüşürüz.

-Oldu görüşürüz.

Dirim giriş parasını ödeyip içeri girdi. Arkadaşı Jetro ile her zaman buluştukları yere doğru yürüdü. Jetro henüz gelmemişti. Dirim de zaman geçirmek için bir bira aldı ve onu yudumlayıp etrafı seyretmeye koyuldu. Henüz boş denebilecek kadar az kişi vardı Lucifer'da. Ama bir kaç saate kalmaz adım atacak yer bulmakta güçlük çekilirdi. Loş ışıkları, harabeyi andıran mimari dizaynı, geniş dans pisti ve kulakları sağır eden müziği ile sıradan rock-barlardan biriydi burası ama nedense diğerleri içinde çok daha fazla tercih edilen bir yer olmuştu gençler arasında. Dirim'in gözleri barın bir köşesinde birbirine sarılmış öpüşen çifte takıldı. Daha fazla bakmaktan utanıp gözlerini kaçırırken "artık sıkı bir kız bulmanın zamanı geldi" diye iç geçirdi. O sırada omzuna bir el dokundu. Arkasından gelmekte olan Jetro'yu fark etmemişti:

-Hey! N’aber aziz dostum Dirim?

-Geldin demek, dedi Dirim gözlerini kısarak.

-Evet. Her zamanki gibi geç geldim. Çok bekledin mi, diye sordu Jet, Dirim’in gözlerindeki ifadeyi yorumlayarak.

-Yok canım. Çok olmadı geleli. Dirim gözlerindeki ifadenin bir şaka olduğunu anlaması için bunu söylemişti. Geç gelmiş olduğu için arkadaşının gerçekten kızgın olmadığını anlayan Jet, neşeli bir ses tonuyla sordu:

-Neler yaptın ben gelinceye kadar? Kaç tane zavallı kızın kalbini çaldın?

-Sadece bir bira içtim o kadar, diye cevap verdi Dirim. Seni beklemeden kızların kalbini çalıp sana haksızlık etmek istemedim dostum.

-Çok düşüncelisin Dirim. Gözlerimi yaşartıyorsun. Jet, her zamanki soytarılığıyla ağlama taklidi yapıyordu.

-Haydi bırak şimdi ağlamayı da içkilerimizi alıp şöyle bir halkın arasına karışalım. Ne dersin?

-Tamam baba. Yeter ki sen iste. Bana susuz, buzlu bir vernik söyle o zaman.

İki arkadaş ellerinde içkileriyle dans pistine doğru ilerlediler. Lucifer henüz en dolu seviyesine ulaşmamıştı. Bu “yeni birileriyle tanışmak için yeterli vakit var” anlamına da gelebilirdi. Canlı müziğin başlamasına yakın barın içi bir anda öylesine dolardı ki, bu kalabalık ve gürültüde insan değil birileriyle tanışıp arkadaş olmak, beraber geldiği kişiyi bile kaybedebilirdi.

-Şu beyazlıyı görüyor musun Dirim?

-Uzun boylu olan mı?

-Hı-hı, dedi Jetro ve içkisinden bir yudum alıp beyazlı kıza doğru yürümeye başladı. Kız, buz beyazı askılı bir bluz giymişti üzerine ve göbeği kesinlikle çok çekiciydi. Altında ince uzun bacaklarını sımsıkı saran beyaz pantolonu ve topuklu beyaz ayakkabıları kıyafetini tamamlıyordu. Bir kız için oldukça uzun boylu, bir çikolata için oldukça açık tenliydi. Uzun kızıl saçlarını tepesinde toplayıp yanlara ve ensesine doğru bırakmıştı. Gözlerindeki lacivert lensleri Dirim'in bulunduğu yerden bile kolayca fark edilebiliyordu. Jetro kızla bir şeyler konuşup Dirim'in yanına döndü:

-Ne oldu dostum? diye sordu Dirim.

-Para isteyenlerden, dedi Jetro yüzünü buruşturarak.

-Oh! İnanmıyorum! Gerçekten mi?

-Evet, dedi Jet. Ne yazık ki! İyi parça ama, diye takıldı ardından, Dirim’in karnına hafifçe dokunarak.

-Eee…Ne yapacaksın, diye sordu Dirim.

-Tabii ki bir şey yapmayacağım! Bunu hiç sormamış olmanı yeğlerdim dostum, dedi Jet kaşlarını çatarak.

Dirim Jetro'ya hak verdi ve bunu hiç sormamış olmak için hafızasını bir kaç saniye geri aldı. Gözlerini kapayıp açtı, ardından başını hızlı bir devinimle iki yana salladı:

-Evet, ne diyorduk, diyecek oldu Dirim ama Jetro Dirim'in yanından ayrılmış mor elbiseli bir kıza sigara ikram ediyordu. Dirim, Jetro'nun, elindeki bardakla kendisini işaret ettiğini fark etti. Kız, Jetro'nun işaret ettiği yöne doğru baktı ve Dirim'i fark edip ona gülümsedi. Dirim de kızı başıyla selamlayarak gülümsedi. Bu selamlaşmadan sonra yanlarına gitme ihtiyacı hissetti.

-Selam. Ben Dirim.

-Ben de Kırağı. Memnun oldum.

-Pardon duyamadım. Çok gürültü var, dedi Dirim kıza doğru yaklaşarak.

Kız, çalmakta olan şarkının volümünün düştüğü yeri ezbere bildiği için bir kaç saniye bekledi ve Dirim'i yanıtladı:

-İsmim Kırağı. İstersen "Kiki" de diyebilirsin.

-Peki Kiki. Memnun oldum.

Öyle ahım şahım güzel bir kız değildi ilk bakışta. Fotoğrafını görseniz, beğenmezdiniz bile. Ama konuşması ve gülümserken yanındakinin gözlerinin içine bakışı çok etkileyiciydi. Oysa ki Jetro, bunu fark edemeyecek kadar dikkatsiz ve umursamazdı.

-Haydi dans edelim, dedi Jetro bir elinde bardak, bir elinde sigara ile dans pistine doğru oynaya oynaya giderek. Kırağı ve Dirim de peşinden gittiler.

Dirim dans etmeyi pek sevmezdi. Ama bazen müziğin ritmine kendini kaptırmak -özellikle de sevdiği bir şarkı çalıyorsa- keyifli oluyordu. Birasını fondipledi ve yeni bir tane almak için bara doğru yöneldi. Daha rahat dans edebilmesi ve bundan daha fazla keyif alabilmesi için biraz daha içip rahatlaması gerekiyordu. Bu yüzden büyük bir yudum aldı bardağından ve arkadaşlarının yanına doğru gitti.

Jetro ile Kırağı adeta birbirlerine yapışmış, blues’un ritmine kendilerini kaptırmış dans ediyorlardı. Dirim bir kaç metre uzaktan onları seyretmeyi tercih etti. Sonra sadece Kırağı’yı seyreder oldu ve onu seksi bulduğunu fark etti. Aslında öyle güzel bir vücudu yoktu kızın hatta kuzu etinde bir kızdı ama Dirim’e oldukça çekici gelmişti. Belki az önce gülümserken gözlerinin içine bakışından, belki de dans ederlerken Jet’in ikide bir onu elinden çekip döndürmesiyle havalanan mor elbisesinden etkilenmişti. Bilemiyordu.

Çalan şarkı bitti ve canlı müzik için Vinamp grubu sahneye çıkmaya başladı. Her biri, çaldıkları aletin akordunu yapmaya çalıştıklarından bir gürültü-patırtı sesi çıkıyordu. Ama grubun hayranları birazdan çalınacak şarkıların aşkına bu gürültü-patırtıya bile alkış ve çığlıklarla katılıyorlardı. Dirim de bir çığlık atarak Jetro ve Kırağı’nın yanına geldi:

-Ye-hoooo! Çok güzel dans ediyordunuz. Birbirinize de çok yakışıyorsunuz.

Ona bakıp gülümsediler. Dirim, Jetro'nun kulağına eğilerek:

-Heey dostum. Ondan hoşlandın sanırım? diye sordu.

-Of Dirim! Hiç değişmeyeceksin sen, duygusal adam. Boş ver bunları. Şu anın tadını çıkarmaya bak. Kızlar iskambil kağıtları gibidir. Biri gelir biri gider. Eh, iyi bir kağıt gelirse o biraz daha fazla elde tutulur. Hepsi bu.

-Bu seferki iyi bir kağıt dostum, diye üsteledi Dirim.

-Olabilir. Ama bunun da şansı en fazla bir sonraki oyuna kadar , dedi ve kocaman bir kahkaha patlattı Jetro. Kırağı Jetro’nun kahkahasının sebebini soracak oldu ama o sırada Vinamp'ın yakışıklı solisti sahneye çıkmıştı ve büyük bir gürültü koptu. Ardından bu havayı bozmak istemeyen Vinamp elemanları, gitarlarının tellerine dokunup şarkılarına başladılar. Sanki yer yerinden oynarmışçasına insanlar tepiniyorlardı.

İlk şarkının sonunda Dirim, Jetro’nun tepinirken kalabalığa karışıp yalnız bıraktığı Kırağı’yla ilgilenme zorunluluğu hissederek kulağına eğildi:

-Basçıyı çok tutuyorum. Sıkı herif değil mi?

-Evet, bence de, diye onayladı Kiki. Ama baterist de benim için hiç fena değil.

İkinci şarkı başladığından konuşmayı sürdürmek imkansız hale gelmişti. Dirim sadece başını sallayarak kızı onaylamakla yetindi.

Aradan bir kaç şarkı geçmişti ki , Jetro göründü. Deliler gibi tepinmekten yorgun düşmüştü ve Kiki’yi de yanına alıp oturmaya gitti. Dirim, biraz daha kalmak istiyordu. Dans etmekten çok müziği dinlemeyi, basçı ve tizcinin gitarları çalış stillerine bakmayı ve onlarla birlikte bağıra bağıra şarkı söylemeyi seviyordu. Biten bir şarkının ardından ellerini başının üzerinde kavuşturup alkışlarken arkasına döndü ve şarkının iyi çalındığını onaylatmak istercesine gözleriyle arkadaşlarını aradı. Onları bulduğunda birbirlerine sarılmış öpüşüyorlardı.

Vinamp solisti ara verdiklerini söyledi ve sahne önündeki kalabalık dağılmaya başladı. Bunu fark eden Jetro kızı öpmeyi bırakarak ayağa kalktı. Kırağı’nın elinden tuttu ve çıkış kapısına doğru hızlı adımlarla yürümeye başladılar. Onları arkalarından sessizce izleyen Dirim birasını fondipleyip bara doğru gitti ve en sertinden bir içki içmek için barmenden ikila istedi. Yanında da tuz ve limon tabii. Limonu elinin üzerine sıktı ve üzerine tuzu döktü. Barmen büyük bir ustalıkla ikila şişesini havada çevirdi ve özel bardağını yarıya kadar doldurdu. Diğer yarısına da soda püskürttü. Bardağın ağzını kapayıp çalkaladı ve Dirim'e uzattı. Dirim elindeki limonlu tuzu yaladı ve bardağı aldı. Bunu hemen ve bir dikişte içmesi gerekiyordu. O da öyle yaptı zaten. Üç taneden sonra –ki bu altı tekilaya bedeldi, tüm can sıkıntısı geçmişti.

-Kırağı. Ne güzel bir isim değil mi? diye sordu barmene.

-Evet öyle, diye yanıtladı. Ne oldu? Arkadaşınız mı götürdü onu bu gece?

-Hey! Gözünden bir şey kaçmıyor bakıyorum. O kızı tanıyor musun sen?

-Elbette. Son zamanlarda buraya takılanlardan . Haftada 3-4 gece gelir. Gününü gün eder, eğlenir ve gider. Çoğu zaman da yalnız değildir giderken. Önce bir erkeği kendine aşık eder, sonra tadını alınca ondan kaçar. Öyle bir kız işte.

Dirim, barmenin karşısında aptal durumuna düştüğü için utanmıştı. Daha fazla konuşmayı uzatmak istemedi:

-Senin de tadına bakmışa benziyor dostum, dedi barmenin yanından uzaklaşırken. Barmen, hiç bir şey demeden anlamlı anlamlı gülümsedi.

Dirim bir köşede sigara içip sohbet eden iki kişinin yanına yaklaşarak fazla sigaraları olup olmadığını sordu. İkisi de gönülsüzce ceplerinden paketlerini çıkartıp Dirim'e tuttular. Dirim bir daha yüzlerini göreceğini sanmadığı bu iki aşağılayan bakışlı insana karşı yüzsüzlük yapıp her birinin paketinden de birer sigara aldı. Teşekkür edip yanlarından uzaklaştı.

Aslında Dirim'in sigara ile pek arası olduğu söylenemezdi. Ama bazı özel anlarda veya şu anda olduğu gibi kafasına estiğinde zevk için içmeye karşı değildi. Çok içmenin, hem bu zevki öldürdüğünü, hem kanser olma riskini artırdığını, hem de zaten kirli olan havayı daha da kirlettiğini düşünüyordu.

-Ateşinizi alabilir miyim? diye sordu Dirim, sigarasının dumanını havaya üflerken gördüğü bir kızın omzuna hafifçe dokunarak. Yanındaki kız arkadaşına kahkahalarla ve bağıra çağıra bir şeyler anlatmaya çalışan kız sözünü yarıda keserek Dirim'e doğru dönüp baktı. Yüzündeki gülümseme hala öylece duruyordu. Kaşlarını kaldırıp başını iki yana sallayarak Dirim'in kendisinden ne istediğini anlamadığını ifade etti. Dirim de ağzındaki sigarayı gösterdi ve eliyle de onu yakıyormuş gibi yaparak ateş istediğini anlatmaya çalıştı. Kız, küçük siyah çantasının içinden ince-uzun ve çok zarif bir çakmak çıkarıp Dirim'in sigarasını yaktı. Dirim teşekkür edip yanlarından ayrıldı ve bir köşede boş bir yer bulup oturdu.

Sigarasını içerken bir yandan da insan ilişkilerini kafasında yargılıyordu:

"Ne tuhaf her şey! Sanki en aptal birinin bile anlayıp uyum gösterebileceği şekilde yaratılmış ilişkiler. Ama biraz kafa yormaya kalkınca da en akıllı birinin bile çözemeyeceği kadar karmaşık. Bir sürü insan var ki kendisine iyi davranılmamasından yakınıp dururlar, ama hep kendilerine kötü davranan kişilere değer verip onların sevgilerini kazanmak isterler. Kazanılan sevgi de aslında bitmiş bir sevgi olur sonra. Anne ve babalar için bu böyle olmuyor ama. Biz ne yaparsak yapalım bizi sevmeye devam ediyorlar. Ta ki onları kaybedene kadar. Lanet olsun!"

Sigarasının son ateşiyle diğer sigarasını yaktı. Düşünmesi bitmemişti daha ve sigara içerken daha derin düşünebildiğine inanıyordu:

"İnsanlar daha birbirlerini tanımadan birbirlerinden nefret etmeye başlıyorlar. Metroda bir omuz hareketi ile önüne geçip kendisinden önce binen kişiden, trafikte kendisinden başka araba kullanan herkesten, maçlarda rakip takım taraftarlarından, sporcularından, iş yerinde ondan bundan, sokakta kendisine benzemeyen milletlerden, dinlerden... Of! Neredeyse her şeyden nefret edecek bir şey buluyor insanlar. Gittikçe sevgisiz ve bireye doğru kayan bir toplum oluyoruz. Peki neyi seviyorsunuz? diye sorsalar, cevap: nefret etmediğimiz her şeyi seviyoruz. Yani bizim gibi düşünen, tipi bize benzeyen, bizim sevdiğimiz şeyleri seven, bizim doğru ilan ettiğimiz değer yargılarına ve kurallara uyan, bizim dinlediğimiz müziği dinleyen, bizim tuttuğumuz takımı tutan ama ne tuhaftır ki bizim gibi araba kullanmayan kişileri seviyoruz. Aslında kendimizi seviyoruz, bazı hatalarımızın olduğunu kendimize itiraf edemesek bile…"

Dirim, yumruklarını alnına dayamış, yere attığı yarısı içilmiş sigaranın ateşine dalıp bunları düşünürken dizinin üzerine küstahça konmuş siyah, sivri uçlu, sivri topuklu, bileği saran bir bot ile irkildi. Ardından gözleri burnunun dibindeki oldukça güzel denebilecek bir bacağa giyilmiş siyah jartiyerin dantellerine takıldı. Başına gelenin ne olduğunu anlamaya fırsat bulamadan dikkatini yukarıdan gelen ince sese doğru çevirdi:

-Kendi başına eğlenebiliyor musun Kızılderili?

O kadar heyecanlanmıştı ki, adeta dili tutulmuştu Dirim'in. Cevap vermeden sessizce kıza doğru baktı. Az önce ateş istediği kızdı. İnsanı baştan çıkaracak kadar güzel bakışlı ve o bakışlara anlam kazandıracak kadar etkili yapılmış vamp makyajlı iri simsiyah gözlerin, vişne çürüğü rengi rujuyla şekillendirdiği dolgun ve davetkar dudakların, omzuna dökülen kuzgun siyahı dalgalı saçların nasıl da farkına varamamıştı Dirim.

Sorusuna cevap alamayan kız üsteledi:

-Hey! Dilimizi bilmiyor musun yoksa? Dirim bu kez konuşabildi:

-Biliyorum elbette ama sanırım bütün bikledikleri… Yani bildiklerimi...

-Ne dedin, duyamadım? diye sordu kız, dili dolaşan Dirim'i anlamakta güçlük çekerek.

Kahretsin!Lafları birbirine karıştırmanın sırası mıydı?! diye kendi kendine kızdı Dirim.

-Seni görünce bütün bildiklerimi unuttum dedim, diye yanıtladı bu kez öncekine göre daha başarılı bir şekilde. Kız hiç bir şey söylemeden, sadece kendinden emin bir gülüşle karşılık verdi. Ardından sivri topuklu botunu Dirim'in dizinden çekti ve ellerinden tutarak ayağa kaldırdı onu:

-Haydi dans et benimle, dedi elbisesini bir çingene gibi iki yana sallayarak. Omuzlarını açıkta bırakan, incecik belini sımsıkı saran, kabarık eteği güzel dizlerini açıkta bırakan elbisesi masallardaki prenseslerin elbiselerini andırıyordu. Lakin tek farkı beyaz yerine siyah olmasıydı.

-Ben dans etmeyi pek sevmem ve beceremem de zaten, diye karşılık verdi Dirim ve bunu söyledikten hemen sonra çok saf ve aptalca buldu.

-Önemli değil! Bana uydur kendini başka bir şeye gerek yok, diye cesaret verdi kız. Dans etmek iyi ya da kötü yapılmaz. Herkes kendi dansını eder.

-Aslında ben de aynen böyle düşünüyorum, diye onayladı Dirim. Beraber yağmur dansı yapmaya ne dersin?

Kız gülümsedi ve sağ elinin işaret parmağıyla Dirim’in tişörtündeki Kızılderili resmini iterek:

-Kızılderililere pek meraklısın herhalde diye sordu?

-Bilmem. Bu meraktan daha değişik bir şey. Onların yaşantılarına saygı duyuyorum. Kim bilir, belki de bundan önceki hayatlarımdan birinde Kızılderiliydim.

-Buna hiç şaşırmam, diye yanıtladı kız, şımarıkça gülerek. Adın ne senin? Oturan Boğa falan değil di mi? diye sordu gülmeyi sürdürerek.

-Hayır, sadece Dirim. Peki ya senin ki?

-Sadece Serin. Haydi dans et benimle Dirim, diye ısrar etti, ellerini Dirim'in boynuna dolayarak. Lucifer'ın güçlü ses sisteminden çıkan slow müzik, dans edenlerin kulaklarından girip kalplerine ulaşıyor ve ulaştığı kalbin ritmini değiştiriyordu. Daha hızlı çarpan kalp, akciğerlerdeki havayı titretiyor, titreyen hava mide spazmlarına sebep oluyordu. Dirim, ellerini Serin'in beline koymuştu bile. Birbirlerinden hiç ayrılmadan dakikalarca dans ettiler. Serin, Dirim'in kulağına küçük ısırıklar ve öpücükler konduruyordu. Bir ara "beni sevdin mi?" diye fısıldadı kulağına Dirim'in. Dirim sessiz kalmayı tercih etti. Bunun üzerine Serin ani bir hareketle Dirim'in kollarından ayrıldı. Ardından Dirim'i elinden tutup bir köşede sessizce oturan arkadaşının yanına götürdü:

-Dirim! Polen'le dans etmek ister misin? Polen Serin’in bu şımarık sorusu karşısında utanıp kızarmıştı:

-Serin! Önce bana sorman gerekmez miydi?! diye sitem etti ve oturduğu yerden kalkıp hızla uzaklaşmak istedi ama Serin, onu kolundan yakaladı:

-Saçmalama Polen! Seni öyle yalnız görünce dayanamadım işte.

Dirim bütün bu olanları, sanki kendisiyle alakası yokmuşçasına izliyordu. Kimse ona dans etmek isteyip istemediğini veya kiminle etmek istediğini sormuyordu. Daha fazla tatsızlık çıkmasını istemiyordu Dirim. Az önceki kışkırtıcı danstan sonra durumu kurtarmak için cebine soktuğu elini çıkarıp nazikçe Polen'e doğru uzattı:

-Benimle dans eder misiniz bayan?

Polen eğik başını kaldırdı ve yüzünü örten saçlarının arasından boncuk gözlerin utangaç bakışıyla Dirim'in gözlerine baktı.

-Haydi. Elimi böyle havada mı bırakacaksın? diye ısrar etti Dirim.

-Teşekkür ederim. Ama canım gerçekten dans etmek istemiyor, diye yanıtladı Polen.

-Peki o zaman. Kimse dans etmeyecekse gidelim buradan diye bir fikir attı ortaya Serin. Dirim! Sana evimi göstermek istiyorum. Haydi bizimle gel.

Dirim bu ani davet karşısında şaşkınlığını gizleyemedi:

-Senin evine mi gideceğiz?

-Elbette. Korkma seni yemeyiz, diye takıldı Serin.

-Bunun garantisini vermene sevindim. Bu durumda gelebilirim sizinle, diye yanıtladı Dirim.

Hep beraber Lucifer'dan çıktılar. Dirim, çıkışta motorunu teslim ettiği korumayı aradı ve bulması pek uzun sürmedi:

-Makine çok sıkıymış patron. Şöyle bir kaç kilometre tur attım. Deli beygirler gibi kaçıyor.

-Eyvallah, diye karşılık verdi Dirim, adamın üslubuna uygun ve motoru izinsiz kullanmasına kızdığını belli etmeden.

Serin, Dirim'in geldiğini görünce bir taksi durdurdu ve Polen'le beraber içine bindiler. Trafik sıkıştıkça Dirim yanlarına yaklaşıyordu ve sohbet etmeye devam ediyorlardı. Bu arada Serin'in bir eczanede çalıştığını, Polen'in de bir süper markette kasiyer olduğunu öğrendi. Gittikleri evin Serin'in ailesine ait olduğunu ve annesiyle babasının şehir dışında oturduklarını, bu yüzden Serin'in bu evde yalnız yaşadığını fakat Polen'in Semsiti'de yaşayan ailesine rağmen sık sık Serin'in yanında kaldığını bir çırpıda anlatıverdiler Dirim'e. Dirim ise kendisi ile ilgili pek fazla bir şey anlatmadı.

-İşte bizim şirin evimiz, dedi Serin.

Kapı açılırken arkasına bağlı körüğü sıkıştırdı ve körük bulaşık deterjanı ile su karışımı hazneye az önce batıp çıkmış olan halkaya içindeki havayı üfledi. Ortalık, dış kapı lambasının ışığını değişik renklerde yansıtan bir sürü köpük baloncuklar ile dolmuştu. Serin olduğu yerde zıplayıp baloncuklardan birini işaret parmağının ucuyla patlattı ve şımarık bir kahkaha atarak Dirim'in boynuna sarıldı. İçeriye girmelerinden önce Serin’in kahkahasından sesini tanımayı başaran evin bütün lambaları en parlak ışıklarıyla yanmışlardı bile.

Polen’in ardından içeri giren Serin güzel görünmek uğruna içinde bunaldığı kıyafetinden kurtulmak için yatak odasına gitti.

Bunun üzerine Dirim Polen'in yanına oturdu ve onunla sohbet etmeye başladı. Çok geçmeden Serin üzerinde siyah bir gecelikle dönmüştü.

-Ne tür müzik seversin diye sormayacağım, dedi Serin, eline aldığı programlama cihazını kurcalarken. Bir kaç tuşa bastı ve gecenin geç saatlerinde çok iyi gidebilecek bir blues parçası çalmaya başladı evin içinde. Müziği duyan gece lambaları, ağır ritme uygun bir tonda ışık vermeye başladılar ve avizenin güçlü ışıkları bu geceki görevlerinin bittiğini anlayıp uykuya daldılar. Ardından, salonun bir duvarına yaslanmış ladinden yapılma, büyük bir aynası olan vitrinin çekmecesi açıldı. Az önce vanilya ve tarçın kokulu tütsüleri yakmış olan Serin, vitrinin açılmış olan çekmecesine doğru yönelip içinden bir şeyler aldı ve Dirim'le Polen'in yanına gelerek sohbetlerini böldü:

-Çılgın partiye hazır mıyız arkadaşlar?!

Onu duymamış gibi konuşmalarına devam ettiler:

-Demek bir papağanın var Dirim. Benim babam da güvercin beslerdi eski evimizin terasında.

-Peki sonra ne oldu güvercinlere?

-Hepsini mahalledeki çocuklara verdik. Babamı kaybettikten sonra annem ve ben onlarla yeterince ilgilenemedik.

-Heey, buna çok üzüldüm Polen. Sana bunu hatırlatmak istemezdim.

-Önemli değil Dirim, dedi elini Dirim'in yanağına koyarak. Bunları hatırlamak beni üzmüyor.

-Bırakın hüzünlenmeyi de bu gece eğlenmeye bakalım çocuklar, diye konuşmalarını tekrar böldü Serin.

-Off Serin! Senin eğlence dediğin şeyde ben yokum, diye karşı çıktı Polen.

-Sen yoksan Dirim'le beraber eğleniriz biz de değil mi Dirim'ciğim? diye sordu elindeki sigaralardan birini Dirim'in dudaklarının arasına sıkıştırarak. Benimle uçmaya ne dersin büyük şef?

-Nedir bu Serin? diye sordu Dirim , ağzındaki sigarayı eline alarak.

-Barış çubuğu, diye yanıtladı Serin. Kendi esprisine kendi gülüyordu. Ama biraz hızlı uçmak isteyenler için. Üstelik ben bütün sevişmelerimden önce bunu yapıp uçarım ki, gökyüzündeki kartalların sevişmesine benzesin, dedi şuh bir sesle.

-Ben kaçıncı kartal oluyorum, diye sordu Dirim.

-Nasıl yani, dedi Serin.

-Boşver, dedi Dirim elindeki sigarayı önündeki sehpaya bırakırken. Derin bir iç çektikten sonra başını kaldırıp Serin’e baktı ve sanırım bu defa tek başına uçacaksın yazık güzel, dedi üzgün bir ses tonuyla. Bu Dirim’e özel bir yakıştırmaydı: Yazık güzel. Tıpkı, büyük bir davet sonrası hiç tadılmadan çöpe dökülmüş olan canım yemekler gibi...

-Neyin var senin ha!? diye sordu Serin. Dirim ona cevap vermedi çünkü pek tereddütle geldiği bu evden hiç tereddüt etmeden gitmek üzereydi. Polen'in çenesinden tutarak:

-Hoşça kal Polen. Seninle sonra görüşürüz, dedi.

-Bunu çok isterdim, diye karşılık verdi Polen, gözlerinin önüne düşen saçlarını parmak uçlarıyla düzelterek.

Dirim ona gülümsedi. Ardından Serin'e döndü ve nazik daveti için teşekkür ettikten sonra evi terk etti.

-Hasta bu çocuk! dedi Serin Dirim’in arkasından. Ne yazık ki hala çok güzeldi.

Dirim motosikleti deli gibi kullanmak istiyordu ama son dönemlerdeki şanssızlığı yüzünden ödemek zorunda kaldığı trafik cezaları aklına geldi ve hızını biraz azaltarak devam etti.

-Sıkı bir geceydi, dedi kendi kendine ve bu hızla gitmenin bu geceye uygun olmayacağını düşünerek içinden geleni yaptı ve gazı kökledi. Motorun önü tıpkı deli gibi koşmaya hazırlanan vahşi bir at gibi şahlandı; yeni yağmaya başlayan yağmurun ıslattığı yollarda canavarlarınkine benzer bir gürültü çıkararak yoluna devam etti. Bulutların arasından çıkan dolunayın bir kaç saniye önceki ışıkları dünyaya yeni ulaşmış , ıslak asfaltın üzerine yansıyan reklam tabelalarının görüntüleriyle ışık oyunları oynuyorlardı. Küçük bir ay ışığı, "e" harfine dokundu ve "elim sende" deyip kaçtı. "e" harfi arkasından koşacak oldu ama sağ ve solundaki "S" ve "m" harfleri "sen ona uyma" diyerek engel oldular.

Dirim evinin yakınlarına geldiğinde yavaşladı ve yol kenarında bir su birikintisinin içine girmiş dolunayı fark etti. Dolunay bütün ışıklarını bu küçük suda toplamış, yüzüyor ve gecenin keyfini çıkarıyordu. Motorunu durdurup dolunayı tekrar görebileceği açıya gelmek için biraz geri aldı. Suyun üzerine düşen yağmur damlaları dolunayın yüzündeki gözler olmuştu. Dirim bu yüze daha dikkatlice baktı:

-Polen bu! dedi hayretler içinde. Bulutlar dolunayın gece keyfini sona erdirdi. Dirim bir süre daha bir şeyler görme ümidiyle suya baktı. Güzel bir hayaldi, diye içinden geçirdi. Ardından yoluna devam etti.

Evim evim, güzel evim diyerek içeri girdiği için kendisini en parlak ışıklarıyla karşılayan bütün lambaları söndürdü ve sadece çalışma masasının ışığını açtı. Ardından mutfağa gidip ince-uzun, zarif bir bardağın yarısına kadar alkol oranı düşük kırmızı bemolden doldurup masasına döndü ve kendisini karmaşık duygularla yüklü hissettiği zamanlarında bir çok kez yaptığı gibi bir şeyler yazmaya başladı:


Oysa ben,

Bir yokum varlar içinde.

Ve sen,

Bir hiçsin yokun içinde.

Onlar,

Bir özne cümle içinde.

Biz,

Bir yabancıyız onların içinde.

İnci,

Bir evlat midyenin içinde.

Oysa midye,

Bir yem denizin içinde.

Bu kelimeler,

Belki alakasız şiirin içinde.

Ama hayat,

Bir karışık benim içimde.

Bir belirsiz,

Senin için de , benim için de.

Peki kim

Bu karmaşanın dışında?

 
Toplam blog
: 30
: 777
Kayıt tarihi
: 01.11.08
 
 

Elektronik mühendisiyim. Peyote'de İlkbahar adlı romanın yazarıyım. Özel bir şirkette iş birimi müdü..