Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Temmuz '18

 
Kategori
Felsefe
 

Platon'da Hakikat Anlayışı

 
Felsefe, bilginin diğer dalları gibi tek taraflı aktarımı kabul etmez.
Fakat konunun kendisi hakkında çokça konuşmanın ve beraber yaşanan bir hayatın ardından, birdenbire kişinin ruhunda bir ışık yanar.
 
Kalbindekini sıradan okuyucunun kolaylıkla kavrayabileceğine inanmaz.
Felsefeye vakıf olmaya giden yol uzun ve sancılıdır.
Çok zaman alır ve çalışmayı gerektirir.
Hakikati arayan diğer insanlarla arkadaşlık ve tartışma gerektirir.
Fakat eğitimsel anlamda bilgi edinmek hakikate ulaşmak değildir. 
Hakikatin ne zaman geleceği belli değildir.
Tıpkı birdenbire gelen ışık gibidir.
 
Bilgelik ve hakikat yolu sancılı ve çaba gerektiren bir yoldur.
Uzun ve evrimseldir.
Doğumdan ölüme kadar devam eden bir süreç, tekamüldür.
Bu yol için bu yolda yürüyenlerle arkadaşlık yapmak ve paylaşımlarda bulunmak oldukça önemli ve gereklidir. 
Herkes bu konuda aynı istidata ve isteğe sahip değildir. 
 
Platon, bir ruhun bu idealar dünyasıyla nasıl bağlantı kurabileceği sorunu üzerinde de durmuştur.
Bu sorun Platon’un metafizik olarak insanoğlunun hem yaşam öncesi hem de yaşam sonrasından bahsettiğinde ortaya atılır.
 
Platon’da ruh - gerçekte kişi doğmadan önce de vardır.
Kişi öldükten sonra da varolacaktır.
Ruh esas olan ve gerçek olandır.
İnsanoğlu İdeaların dünyası ile duyusal idrak dünyası olan gölgeler dünyası arasındaki bir yaratıktır.
Ruh idealar dünyasına, fizik beden ise gölgeler dünyasına aittir.
İnsanlar bu iki varlık sayesinde her iki alanda da varlık sahibidir.
Ancak asıl gerçek varlık ruh’tur.
 
Burada açıkça mistik Doğu fikirleri vardır.
Ruhu gerçek alan bu dualist görünümlü metafizik görüşe göre
- ruh duyusal idrak dünyasına doğumla birlikte doğar, dünyaya maddeye dalar.
Burada bir fizik bedene girererek sahip olur.
Fakat bir süre sonra kendini bu bedenden özgürleştirerek yani ölerek ideaların dünyasına geri döner. Ruhun ‘suyun altında’ olduğu bu sürece yaşam denir.
 
Platon bilgi teorisini, insanoğluna ait bu görüşleri üzerine inşa etmiştir.
Yaşam öncesi ruh idealar dünyasında bir hayat sürerken ideaları ve gerçekliği net bir şekilde görüp bilebilirdi. Ancak sonra dünyaya doğumla içine girdiği fizik bedenlenme sonucu önceden bildiği her şeyi unuttu.
Fakat ruh dünyadayken önceki hayatını hatırlama gücüne sahiptir.
Doğadaki daireler (belki de idrak frekansları demek istiyor), o idrake onu taşıyabilir. Dairelere ait vukufiyet sahibi olabilir. Sonuçta doğumdan ölüme tüm bilgi bir hatırlama sürecidir.
 
Algıların dünyasındaki kusurlu ve dayanıksız daireler görüldüğünde, daire ideası hatırlanmış oluyor.
Öğrenme bir bakıma yeniden keşiftir.
Görüp görmez tanıyacağın önceden bildiğin bir şeydir.
Fakat bu hatırlama kolay bir durum değildir.
Tüm ruhların değişen, algılanabilen şeylerin ardındaki gerçekleri – ideaları -  hatırlamaya istidatı yoktur. İnsanların çoğu epistemolojik bir karanlıkta yaşarlar.
Desteksiz fikirler ve yüzeysel duyusal deneyimlerle (doxa) gerçek bilgiye – epistemeye- ulaşamadan yaşarlar.
 
Sadece belirli bir azınlık kitle bu yeryüzü hayatında algılanabilen olguların ardındaki gerçekliği ideaları anlamayı başarır.
Platon bu konuda biraz karamsardır.
İdealara sarih bir şekilde vakıf olabilmek için yetenek, kabiliyet ve sıkı bir çalışma ve arayış gereklidir. Bu ise ancak seçilmiş olanların kaderinde olan bir şeydir.
Hakikate sadece seçilmiş olan çok az bir azınlık erişebilir.
 
Bu noktada Platon, Sokrates’ten farklı düşünür.
Sokrates’e göre erdem bilgiye eşittir.
Bu bilgiye bir şekilde ulaşılabilir.
İnsanlarla konuşarak, diyalog kurarak onlara sorgulattırarak, düşünmeye sevk ederek erdemli olmaları ve bilmeleri sağlanabilir.
Ancak Platon bu teze erdem olan bilginin doğru ideanın bilgisi olduğunu ekler.
Fakat ideaların elde edilmesi zordur.
İdeaların elde edilmesi için çaba, disiplin ve çalışmakla birlikte iyi entelektüel kabiliyyetler gerekir.
Bu ise seçilmiş olan azınlığa nasip olur.
*
 
 
 
 
 
Toplam blog
: 104
: 490
Kayıt tarihi
: 20.03.18
 
 

* ..