Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ekim '06

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Popüler kültür ve varoluş problemi

Popüler kültür ve varoluş problemi
 

Son yıllarda günümüz Türkiye’sinde garip şeyler oluyor. Bilmem farkında mısınız? Bazen görüp de söyleyemediğimiz, bazen söyleyip anlamlandıramadığımız, bazen tamamen yabancılaştığımız olgular, olaylar, tanımlar, simgeler, imgelerle boğuluyoruz. Cinayetler, transferler, kaybolmalar, ortaya çıkıvermeler, zigzaglar ve fuleli koşularla dolu yaşamımız. Evet, zıtların birliğinden doğan katılaşmış uçlardaki gerilimin yanı sıra balıktan farksız yaşayan geniş toplum kitlelerinin beğenilerine göre şekilleniyor şekillendiriliyor yaşantımız. Başını medyanın çektiği ve toplumun isteklerine göre çerçevelenmiş hayatımızın nasıl tadına bakacağımız öğütleniyor durmadan. Muktedir olanların geriye sadece ve sadece seyretmemizi istedikleri bir hayatın çatallaşmış yanlarını görmemeye çalışarak yaşamaya, alışmaya başlayan biz fanilerin, baş başa kaldığımızda bile konuşacak konu bulamamamızın nedenleri üzerine kimse düşünmedi mi?

Ülkemizde okur-yazar olmanın bir erdem olduğu yılları geride bıraktık. Artık üniversite mezunlarının sayısının azımsanamayacak kadar çok olduğu bir ortamda kültürsüzlüğün haritasını nasıl çıkarabiliriz. Kültür denildiğinde bildiğimiz şeyleri hep aklımızda tutalım diyerek ıkınan, geçmiş ve geleceğe yani ezelden ebede süren yolculuğumuzda kimileri kendini o otobüste muavin, kimileri yolcu, kimileri ise kaptan zannediyor. Doğal olan sınıflandırmaların dışında atıfta bulunulması gereken alanların başında kimlik probleminin yer alması geniş toplum kesimlerini çok tedirgin ediyor. Tanımların, sınıflandırmaların ve sınıfsal varoluş üzerine yazılıp çizilen tüm olguları bir çırpıda elinin tersiyle iten bir kuşakla karşı karşıyayız.

Bize ait olmayan şeylerin bizimmiş gibi gösterilmesi, dayatılması esnasında ve sonrasında yaşadığımız kafa karışıklığının üzerine boca edilen “yaşam karmaşıktır” sosu midemize oturduğunda pısıp kalıveriyoruz. Vahşi hayvanların görsel şöleninin üzerine karşımıza çıkan politik adamlardan duyduğumuz laflar karşısında öylece kalakalıvermemizin nedenlerini kültürsüzlükle açıklamak pek tabii ki mümkündür. Dejavu kelimesini herkesin hep bir ağızdan söylemesi buna işaret ediyor gibi. Hep tanıdık bildik yüzler, mimikler, kelimelerle örülü gerçekliğin zihnimizin kader kuyularında boğulduğunu hepimiz biliyoruz. Ama ne yazık ki korkarım söyleyemiyoruz.

Popüler kültür bilgi çağının başlamasıyla gelişen ve küreselleşen dünyada karmaşanın yerini alan, boşluk dolduran bir yapıya sahip. Büyük buluşların artık hiç konuşulmadığı unutulduğu bir çağda bulunmuş çok önemli bir silahtır popülarite. Gücünü üzerine doğrulttuğu hedeften alır. Kaosun gerçek sahibidir. Tüm nesneleri bozup yeniden yapabilir. Keza tüm anlamları ve kelimeleri. Beyaza ak demiyor dikkatinizi çekemiyorum. Kara diyor. Olguların ve olayların içine sızan bir asalak olarak kendini var eden bir olgu. Önceliklerimizi sadece karar verici efendilerimizin! bildiği, ancak, sorgulandığında “halkın istekleri her şeyin üzerindedir” yalanıyla süsleniveren oyunlarla dolu bir dünyanın sureti tüm seyrettiklerimiz. Seyrin, yani akıp giden gösterilerin sonunun olmaması hiçliğin zarını zorlamıyor mu dersiniz? Algının, reddin ve kabulün bir çırpıda aşıldığı, kuralların etik ve estetik süzgecinin olmadığı bir büyük oyunun oyuncularıyız. Ve piyon olmanın erdemine hasret kalan postal sesleri yankılanıyor kafamın içinde.

Bir televizyon ekranına küfredip, akabinde televizyonunu pencereden aşağıya atan insan gördünüz mü? Yada gazetesini birden bire parçalayan lağım deliğine sokmaya çalışan insanlar? Çünkü bunları yaptığınızda deli siz olacaksınız, akıl hastası, bir meczup ve daha kimbilir neler neler neler. Asıl tehlike alttan sırıtan tehdit “ötekileştirilme olasılığı.” Dışlanış sonrası içine kapanışın buhranı gözlerimizin önünden geçmiyor değil.

Burada insan sormak istiyor, Tanpınarları, peyami sefaları, nazım hikmetleri, ismet özelleri Atilla İlhanları ne yapacağız?. Ve ne yaptık Oğuz Atayları, Cem Karacaları, Yılmaz Güneyleri, Moğolları, Yaşar Kemalleri, Orhan Pamukları, Raskolnikovları, Gregor Samsaları, ince memedleri… Nereye gitti onlar? Sahipsizmiydik, tarihsizmiydik. Tabii ki hayır ama artık kederliyiz.

Sınıflandırmalardan bahsetmiştik. Gerçeğin üzerinin sıvalandığı ve sahteliğin sırtının sıvazlandığı kültürel erozyon karşısında kaçan ve yalnızlaşan bireyin ister istemez alelacele koştuğu kapılar vardır. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmaktan bahsediyorum Sağcı, solcu, futbolcu deyiminin ağırlığı buradan kaynaklanıyor olsa gerek. Dergilere çırıl çıplak soyunan bir kadın bize estetik ve etik değerler üzerine nasihatler verebiliyor. Her gün başka bir kadınla birlikte olan bir adam aşkın ne demek olduğu üzerine ahkam kesiyor. Gazetecilere, siyasetçilere, sporculara hiç girmiyorum. Fütursuzluğun, pervasızlığın son noktası lafını her gün etmek yoruyor insanı.

Burada ruhumuza ve yaşantımıza gizlice dayatılan sivrilik nedir? Ve o sivriliği sinsice ve asla savuşturulamayacak kadar kendinden emin kılan şey. Nedir ?

Tarihsel bilinç, günü algılamada ve yarına bakmada yegane anahtarımız iken önümüzde duran nesnenin gerçekliğinden şüphe eder hale gelmiş isek toparlanmamız gerekli. Kelimelerin gücü bizi nasıl var ediyorsa, suskunluğumuzla da var olabileceğimiz akıllardan çıkarılmasın. Belki de o şiirdeki gibi “Dünyayı güzellik kurtaracak” tır. “Ve bir insanı sevmekle başlayacaktır. Her şey”…

 
Toplam blog
: 19
: 1423
Kayıt tarihi
: 18.09.06
 
 

Şu kainat beni içine aldığından beri Rodin'in heykeli gibi olmak yani düşünen adam olarak kalmak ist..