Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ekim '07

 
Kategori
Sosyoloji
 

Psikolojik bir maraz olarak etnisite...

Psikolojik bir maraz olarak etnisite...
 

Ufak bir çocukken cevaplamakta en çok zorlandığım şey “ne” olduğumdu. Evde Türk olduğum söylenirken, sokakta karşı karşıya kaldığım “Lazoğlu” nitelendirmeleri kafamı karıştırmakta idi. Soruların en korkuncu ise “Sen Laz mısın, Türk müsün?” sorusu idi.

Çocukluğumda bana yöneltilen ve “entelektüel” derinliğimin cevap vermekte yetersiz kaldığı “etnik” kökenim hususundaki soruları nihayete erdiren şey, “Karadenizli Türk”üm cevabını keşfetmem oldu. Bu cevabı 8 yaşımda buldum; bulamayanlara ipucu olsun…

Aslında etnisite ve kendini “etnik azınlık makulesi”nden görme temayülü şarklılığımızın tezahürü. Buna arabesk kültürün sosyolojik meselelere kadar sızması da diyebiliriz.

Acıyı seven ve “karanlık”tan hoşlanan bir toplum olarak, “azınlık olma”nın “ıstırabı”nı ıskalamamız düşünülemezdi zaten..

Bu aslında bir nevi “sadizm”; kendini “külli”nin değil de “cüz-i”nin bir parçası olarak görmekten “haz” duymakla başlayan, elli küsür yıl önce yaşanan sıkıntılara bugün gözyaşı döküp sanki hala öyle bir durum varmış gibi “halüsinasyonlar” görüp “yırtınan” bir psikoloji bu.

Teorik olarak kendisinin de içinde bulunduğu “Üst kimlik” tarafından “sen benden ayrı düşünülemezsin, ben ne isem sen o’sun” denmesine rağmen, hayır ben “alt”ım ve azınlığım demek ve bunda ısrarcı olmak; daha sonra da ben “alt kimliğim” diyerek hak talep etmek ve etrafı yakıp yıkmak hastalıklı bir psikolojiye delalet ediyor.

Yetmiş küsür etnik unsurdan müktesep mozayiğin (?) çakıllarından biri olduğunu keşfedip dedelerinin dizinin dibine düşen ve “bu Türk üst kimliğine mensup 'hakim sınıf' size ne gibi işkenceler yaptı?” diye soran ve filolojik araştırmalarla kendine bir “dil” keşfetmenin peşine düşen halet-i ruhiye toplumun bütün “etnik”lerini kuşatmış durumda.

Bu marazi hâl ile hemhal vatandaşlar kendi “etnik unsuru”na mensup kimselerin de içinde bulunduğu bürokrasinin çektirdiği sıkıntıların hesabını içinde yaşadığı yetmiş milyona çektirmenin peşine düştüler.

Bir zamanlar “Kürtçe” ifade vermesi engellendiği için çektiği sıkıntıyı bu gün hatırlayan ve geçmişin hesabını bugünde arayanlar, bu muamelenin cezasını kendilerine bu “işkenceyi” yapan emekli bürokrat, asker, sivil yöneticiler veya siyasetçilerden ziyade vatandaştan kesmektedir.

Peki ya “ülkede yaşayan bazı insanlar, geçmişte yaşananlardan ötürü Türk olarak nitelendirilmekten rahatsız, o yüzden ülkeyi oluşturan tüm kesimler toplanıp yeni bir anayasal kimlik üzerinde anlaşmalıdır” diyen halet-i ruhiye hakkında yapılacak tespit nedir?

“Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür” tanımından rahatsız olanlar, yerine etnik farklılıkları ortadan kaldıracak daha güçlü bir tanım düşünmüş olmalılar.

“Türkiye’de en adil dağıtılan şey adaletsizliktir” diye yazmıştım bir zamanlar. Bürokratik baskı ve adaletsizliklerin gayet “adil”bir şekilde “dağıtıldığı” bu ülkede, son yıllarda yapılan “toplumsal eşitliği bozucu” onca düzenlemeye rağmen hala “ama bir zamanlar yapmıştınız” diyerek hesap sormak hangi psikoloji ile izah edilebilir? Bunun cevabını ancak ruh hekimleri verebilir.

Emrindeki vatandaşın emeğini “Kasr-ı Kanco Şatosu”nda Kürt burjuvazisi ile mideye indirenlerin bu hesabın “takipçisi” olmaları ise ironi olsa gerek.

Ve bu "şanlı takipçi"nin ağalığını yaptığı insanlara türlü "eziyet" çektiren siyasi sistemin hemen her partisinde siyaset yapması...

"Tövbe" böyle birşey olsa gerek...

“Etnik” olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşayanlara kötü bir haberim var. "Kurucu millet” hanesinden sayılmak isteyen “etnik”lerimiz aslında kendi kuyularını kazıyor.

Kurucu olurlarsa “hakim” sınıfa dahil olacaklar. Eldeki “etnik” sermaye gidince etrafı yıkacak bahane kalmayacak, bence bir kez daha düşünmeliler!..

 
Toplam blog
: 31
: 1153
Kayıt tarihi
: 06.07.06
 
 

Memleketi ve kendini ilgilendirenler üzerine yazmayı "tutku" edinmiş bir fen bilimci, konuşmaya v..