Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Kasım '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Rakının buzu doğadan

Rakının buzu doğadan
 

Karetta karetta kaplumbağaları merakımla gelişen ve her yıl tekrarladığım Muğla Dalyan konaklaması sonrasında Ankara'ya dönmek üzere yola çıkmıştım.
Yaşadıklarım gözlerimin önünden gitmiyordu.
Kasaba girişindeki ağaçlık alanda önüme çıkmasıyla ani fren yaptığım kaplumbağanın yolu karşısına geçmesini beklediğimi hatırlamak bile içimde kıpırtılara neden oluyordu.
Denize sıfır tesis arayanların aksine Dalyan'ın coğrafi konumu gereği denizin on km uzağında olmasından da şikayetçi değildim.
Plaja ulaşım Köyceğiz gölü bağlantılı su kanalında salınan teknelerle ve minübüslerle sağlanıyordu
Yol boyunca doğanın tadını çıkarmak isteyen tutkunlar için özel araçla gidenler daha şanslıydılar tıpkı benim gibi.
Kasaba çıkışındaki bir köy bakkalından aldığım bir şişe biranın verdiği serinlikle geçen kısa yolculuk tatil keyfimin zirvesini oluşturuyordu.
Ertesi gün bu önemli ayrıntıyı unutmamalıyım derdim.
Çok kısa sürmüştü bu güzellikler halbuki koca bir yıl beklemiştim.

Bu düşüncelerimden sıyrılmak isterken adını sıkça duyduğum Saklıkent efsanesini geldi aklıma.
Günü birlik gezmek için yolu uzatmaya karar verdim.
Neredeyse yolu yarılamışken sarı tabelaları izleme merakım yolları daha da uzatacaktı anlaşılan ok işaretinin gösterdiği yöne hiç tereddüt etmeden direksiyonu çevirerek tepelere tırmanmaya başladım.
Arkamdaki toz bulutundan görüntüsünü zorlukla seçebildiğim bir köylü amca el kol hareketleriyle bağırıyordu
Geri geri gelerek ne dediğini anlamaya çalıştım.
Parmaklarını gözlerine götürerek bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.
"Ne dayı dedim ne diyorsun"
"Develerle dolaşmak ya da fotoğraf çektirmek ister misiniz?" diye sordu.
"Yok dedim acelemiz var aşağıdaki tabelayı gördüm ne var ki buralarda?"
"Daş oğlum, " dedi "Allahın daşı; yıkık duvarlar işte."
"Peki dedim buralarda bakkal var mı? Soğuk su alacağım da..."
"Aha arkana bak." dedi "Koca ağaç var ya içinden su akar."
"Soğuk mudur? "dedim
"Bırrrrr" dedi "Ağzında iyice çevirmeden yutma."
Bir kaç yüz metre sonra oradaydık. Etrafında en az otuz kişinin sıralandığı asırlık bir ağaç ve kovuğuna tutturulmuş raflara sıralanmış rakı ve bira şişeleri çok ilginçti. Hemen merakla yaklaştım. Ağacın etrafı yarım ay şeklinde ve bir karış genişliğinde su oluğuya çevriliydi. Rafların önünde bir delikanlı "Buyrun" dedi. "Balıklarımızdan seçin."
"Hani" dedim "Balıklar? Dolabınız nerede?"
"Dolabımız yok. "dedi.
"Peki" dedim "Rakılar, balıklar nasıl soğuk kalıyor."
"Yaklaşın" dedi su oluklarının içinde.
Ağacın gövdesinden geçen pınar oluğun başlangıcından geçerek sonundan aşağıya akıyordu. Balıklar ise bir uçtan diğer uca salınarak dolaşıyorlardı. Elinize alıp sevebiliyordunuz. Soğuk rakının kerameti ise bardakların bu olağan üstü soğuk suda tutulmasıydı. Çok değil beş dakika.

Ayrıca edettenmiş rakının son yudumu oluğa dökülürmüş. Balıklar uyuşsunda ürkmesin diye. Yoldaki Trafik çevirmelerinden korkmasam bir duble ile asla yetinmezdim. Termoslarımızı doldurup yola çıktığımızda dalyanı çoktaan unutmuş az önceki egzotik ortamın sarhoşluğu içerisinde bulmuştum kendimi.


 
Toplam blog
: 1021
: 1607
Kayıt tarihi
: 19.10.07
 
 

Çok eski olmayan bir tarihte tıpkı sizler gibi Melek'lere gülümsermişim uykulu hallerimde!  ..