Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Nisan '08

 
Kategori
Dünya
 

Renkler ve ahenkler

Renkler ve ahenkler
 

Papa XVI. Benedik


Bütün dinlerin ve mitolojilerin vazgeçilmez öğesi; Biz ve Onlar ayrışmasının, zamanda bıraktığı en derin iz; keskin kutuplaşmalar ve kanlı savaşlardır.

Din kitaplarında ve mitlerde anlatılanları bir yana bırakacak olursak; en çok bilinen ilk kutuplaşma Haçlı seferleridir. Sözde, İsa'nın öğretisini rehber alan Katolik Avrupa, Papalık bayrağı altında topladığı farklı halkları, kutsal Kudüs'ü fethetme maskesi altında kandırarak Ortadoğu ve Anadolu’nun zenginliklerini yağmalamaya göndermişti. 4. Haçlı seferinde ise; Ortodoks başkent Konstantinopolis ( İstanbul) talan edilerek sekenesi kılıçtan geçirilmişti. Doğu Roma’nın mirasçısı ve ardılı olan Osmanlı döneminde de benzer savaşlar, yani biz ve onlar kutuplaşması ara vermeden devam etmiştir.

Birinci ve ikinci Dünya savaşlarındaki "İtilaf" ve "Müttefik" kelimeleri hiç kimseye yabancı değildir. Daha önceleri yalnızca eski dünyayı kapsayan bu kutuplaşma; II. Dünya Savaşı sonrasında, Doğu ve Batı Blokları adı altında ilk kez küreselleşmiştir.

Uzak Asya kültürleri hariç; pek çok kültürde beyaz renk, barışın, huzurun ve saflığın simgesidir. Ama tabiatta tek başına ve doğal bir biçimde beyaz renk bulunmaz. Beyaz, renk tayfında bulunan mavi, sarı, kırmızı gibi doğal renklerin basit ama ahenkli bir karışımıdır. Öte yandan, bu üç ana rengi farklı oranlarda karıştırdığımızda; farklı dalga boylarında, sonsuz sayıda ve tonda renk elde etmek mümkündür.

Sosyolojik ahengi fizik kurallarıyla karşılaştırmak ne derece doğrudur bilmiyorum. Ama, barış ve dinginliği temsil eden beyaz rengi elde etmek için kullandığımız alakasız renkleri; "biz ve onlar" kavramına benzeterek, her iki zıt kutbu, belirli bir uyum içinde bir araya getirdiğimizde; ortaya, sanki çok farklı bir kavram çıkacakmış gibi geliyor... Yani, daha bilinen ifadesiyle; tez, antitez, sentez sürecinden bahsediyorum.

Tabiatın milyarlarca yıldır başardığını, kendi tabiatıyla ahenk içinde yaşaması gereken insanoğlu da pekala başarabilir. Bütün önyargılarından sıyrılarak, yaratacağı yeni bir "sosyal terkiple" yaşadığı dünyayı, daha huzurlu ve yaşanabilir hale getirebilir.

Üçüncü milenyum uygarlığının da; kimine göre "Medeniyetler Çatışması", bize göre de; “ABD İmparatorluğu ve Ötekiler” diye adlandırılan yeni bir kutuplaşmaya doğru ilerlediğinden hiç kuşku yok. Hükümetler, ince eleyip sık dokuyarak bu yeni kutuplaşmada saflarını belirliyorlar.İmparatorluk yanında saf tutanlara rüşvet olarak, yaşama hakkı verileceği söyleniyor.

Ama bilinen tarihte ilk kez; hükümetlerden bağımsız olarak ortaya çıkan kamuoyu, hatta tek tek bireyler -şimdilik pek dikkate alınmasa da- ; kendilerine tarihe yön verme misyonu biçiyorlar. Siz bakmayın Türkiye’de ki saçma sapan kavgalara. Dünya hızla değişmekte. Dinlerin, devletlerin ve hükümetlerin bütün olmazsa olmazları, felsefeleri ve amentüleri sorgulanıyor.

Mesela, dinler tarihi üzerine yazılmış pek çok kitap; asırlardır "üstünlük savaşının" haklılığını savunmak için çaba sarf etmiştir. Ama her nedense; bugüne kadar hiç bir teolog veya ilahiyatçı; Müslümanlıkla Yahudiliğin hatta Tevrat ile Kuran’ın ortak noktalarından, benzeşmesinden, felsefesinden hatta ibadet biçimlerinin aynılığından söz etmez.

Budizm , Şintoizm hatta Pagan inanışlar da dahil hemen bütün dinlerin ortak paydasının; esasında ahlak temelli On Emir’de özetlenen kurallar bütünüdür. Ama, hem günümüzde hem de geçmişte, din ve Allah adına yapılan bütün savaşlarda; farklı özellikler ve isimlerle ortaya çıkan ve adına savaştıkları Allah'ın; gerçekten, aynı ve ortak Allah olup olmadığı kuşkusunu ciddi olarak akla getirmektedir. Yoksa, her dinin Allah’ı farklı mıdır? Daha seküler bir bakış açısıyla; İslam inancında kabul edilen ve Allah’a atfedilen özellikleri belirleyen isimlerin; Eski Yunan, Hitit, Sümer ve daha sonra da Babil dinlerindeki birbirinden farklı misyon ifa ettikleri varsayılan yüzlerce tanrının; inancın tek tanrıya indirgenmesiyle, yani Tarım Devrimi ile birlikte; sanki, bütün farklı özelliklerin tek bir tanrıda toplanmış hali olduğu da söylenebilir...

Aslında, eski çok tanrılı dinler ve putperest inançlar; hala, hem İslam hem de Hıristiyan ve Yahudi dünyası içinde, geleneğini canlı ve taptaze tutarak bugün de yaşamaktadır. Türbe, aziz, azize, evliya, baba, yatır ve ulu kişiler asri zamanların çok tanrıları ve/veya putları olarak, kendilerine atfedilen farklı misyonları yerine getirmektedir. Azizleri ve türbeleri, Doğurma Tanrısı, Zenginlik Tanrısı, Koca Bulma Tanrısı olarak görmek pekala mümkündür. Her azizin veya her ulu kişinin farklı bir görevi vardır (!). Yıldız falı, burçlar, tılsımlar, fallar, büyüler, muskalar ve pek çok batıl inanç denilen davranış, geçmiş dinlerin günümüzde yaşayan fosilleridir.

Monoteist dinlere göre Allah, gerçekten tek ve aynı ise; "Medeniyetler Çatışması" tezi, savaşlar, yağmalamalar, Dar-ül islam, Dar-ül Harp hatta cihat ve ganimet geleneğinin de sorgulanması gerekmez mi?

Dinlerin kendi içlerinde yarattıkları mezhep denilen sanal fay hatları -öteki dinlere nazaran-daha derin ve tehlikeliyken; evrensel kardeşliği, dayanışmayı, barış ve huzuru din yoluyla tesis etmek –gerçekten- mümkün müdür? Soruyu tersinden soracak olursak; aynı Allah’a inandığını söyleyerek
“en doğrusu benimkidir” iddiasında olan milyarlarca insanın müntesibi olduğu farklı dinler ve mezhepler var oldukça; yeryüzünde kalıcı barış sağlamak mümkün olabilecek midir? Yoksa, bizatihi dinler, savaşların ve çatışmaların kaynağı mıdır?

Ya da dün olduğu gibi yarın da; para babaları ve egemenler, kendilerini haklı ve meşru göstermek için, kilise babalarıyla kirli işbirliğine devam mı edecekler? Bush, Neo-con ve Evanjelik işbirliği gibi…

Daha yaşanacak çok savaşlar olsa da; barışa ve gelecek güzel günlere olan inancımızı kaybetme taraftarı değilim.İnsan, ya akılla ya da determinizmle, sahip olduğu kültür mirasın bütün olumsuzluklarına rağmen; kırmızı, sarı ve mavi renkleri uyum içinde bir araya getirerek barış ve huzurun rengi olan beyazı bulabilmeyi er ya da geç başaracaktır. Başka seçeneği de yok. Başaramazsa, zaten yeryüzünde uygarlık diye bir mevhum kalmayacaktır.

İnancı bireyselleştiren, toplumu özgürleştiren “Küresel Laiklik” belki de, bu yolun ilk adımı olacaktır.

A. Mesut Tatlıpınar

 
Toplam blog
: 47
: 3759
Kayıt tarihi
: 17.02.08
 
 

İstanbul'da doğdum. Şişli Lisesi'ni ve MÜ Siyasal Bilimler Fakültesi'ni bitirdim. Daha sonra, İ.Ü..