Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Eylül '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Rüya gibi düğün(ler) nasıl kabusa dönüştü

Rüya gibi düğün(ler) nasıl kabusa dönüştü
 

Geçtiğimiz hafta sonu iki ayrı düğüne davetliydik. Bundan bana ne diyeceksiniz, bir fizik kanununu daha yerle bir ettik: aynı anda iki ayrı yerde bulunduk. Hem de ailecek. Yani üç kişi birden. Ben, eşim ve kızımız.
Öncelikle o hep bildiğimiz evlilik marşı "soldan soldan gelmeye" başladı. Güzel, yavaş bir müzik ama biraz yüksek sesli. Gelinle damat malum masaya doğru yürüyorlar anlaşılan. Alkışlar, ıslıklar... Sonra sessizlik.
Sonra sağdan sağdan bir başka yavaş ama yüksek sesli müzik başladı. Misafirler karşılanıyor, yerlerine alınıyorlar yani.

"EVET!" diye bir haykırış duymadık, her iki taraf da konuyu sessiz sedasız halletti. Konunun hallolduğuna dair ilk sinyaller bir anda patlayan havai fişekler yüzünden neredeyse inme geçirdiğimizde, tarafımıza bildirilmiş oldu. Eh, sol taraf biraz daha hızlı gidiyor, biz de hemen kutladık gelin ile damadı. Bir dans müziği ile giriş yapıldı dünyaevine.

Sağ taraf aşağı kalır mı? Sessizliğin hemen ardından alkışlar yükseldi göğe. O tarafı da alkışladık. Arkadaşları biraz fazla tantanacı gibi geldi bize. Ya gelin ya da damat, lisedeyken "hababam sınıfı"nda okumuş herhalde!

"Eh, saat artık küçük bebeğimizin yatma vaktini gösteriyor, bize müsaade" dedik her iki tarafa da. "Yok canım olur mu daha yeni geldik!" diye oturttular bize sandalyelerimize. Bir ikram da olmadı hani. Sahne, pırıltılı kıyafetleriyle ünlü hanım şarkıcı ...............'ya bırakıldığında bakakaldık birbirimize.
Önce bu şarkıcının kim olduğunu anlamadık. Sağ taraftan geliyordu ses, çok ayrıştıramadık sol taraftan gelen oyun havasından. Ben Funda Arar olduğunu iddia ettim. Eşim pek anlamıyor Türkçe pop müzikten, o daha çok söylenen şarkının müziğine takılmış vaziyetteydi. Funda Arar sandığımız şarkıcı birden Sezen Aksu'nun "Sarışın"ını söylemeye başladığında "Yok canım, bu Funda Arar olamaz. Kendi şarkıları dururken neden Sezen Aksu şarkısını söylesin ki..." diye düşündürdü beni. Bu düğün düşündürücü bir düğün olmaya doğru hızla adım atıyordu.

Birbirine karışmış notalardan oluşmuş acaip bir ses kaosu içinde kafası oldukça karışan minik kızımız, bir ritm tutturup zıplamaya başladığında, yatma saatini geçirmişti. "Hadi bu gün arkadaşların düğünleri var, kızımız da bir kaçamak yapsın" diye düşünmeye başlamamızın üzerinden bile vakit geçmişti.
Sağ taraftaki şarkıcı hanım hafiften detone olmaya başladı. Bir de sürekli "Garson arkadaşlar bize de bakar mı?" şeklinde sorular soruyordu. Anladık ki garsonlar artık bakmak istemiyor bu hanım şarkıcıya. Ben Funda Arar olmadığına kanaat getirmiştim zaten de hangi ünlü olabilir, bir paparazzi durumu olabilir mi diye kulak kabartmıyor da değildim hani. Sarışınım devam ederken sol taraftan "Esmerim" başladı. Bir tarafın gelini sarışın, bir tarafın gelini esmer olmalıydı. Ay ne eğlenceli, ne eğlenceli! Diyerek kızımıza durumdan haberdarmışız gibi yaptık. Bilmiyorum numarayı yuttu mu. Ama bizim artık cidden gitmemiz lazımdı. "Aaaa lütfen olmaz, daha dans etmedik!" dedi hanım sanatçı ve patlattı: "Ayrılmam". Peki ayrılma. Ritmleri de kaçırmaya başladın, bırak artık ayrıl elindeki bardaktan! Diğer taraf bastırdı: "Bırakma beni". Ne saadet.

Düğünlerin ikisi birden senkronize olmaya başlamışlardı. Ayrılmam bitti, "Kimler geldi hayatımdan kimler geçti" başladı. Sol taraf cevap verdi: "Her yerde kar var, kalbim senin bu gece". Haydaa! Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu. Yazın ortasında olsa olsa serinletmek için söylenen bu şarkı, arkasından patlayan havai fişeklerin ateşini azaltmak içindi anlaşılan. Ben, bu ateşle ayağa kalktım. Eşim nereye gidiyorsun, yeni bir ülke bulamazsın, burası senin evin, dediyse de artık bir kaçış yolu bulmalıydım. Evin, sıcaktan cehennem gibi olmuş odalarında telsiz telefonu aramaya başladım. Buldum da. "Kurtarın bizii!" diye bağırdım 155'i arayıp. "Ekipleri bilgilendireyim" dedi arkadaş. Aradan bir süre geçti. Kızımı artık uyutmam gerekiyordu, çünkü uykusuzluktan ağlamaya başlamıştı. Yatak odasına geçtik. Oda sol taraftaki düğüne daha yakın olduğu için, kızımız bir yandan burnunu çekerken bir yandan da "Hoplayıverdin çekirge, zıplayıverdin çekirge" ile yastığının üzerinde zıplayıp duruyordu. Pencereyi kapattık. İçeride bir ateş yakmışız da üzerinde uyumaya çalışıyormuşuz gibi bir halde bırakın arka taraflarımızdan ter akmasını, burnumuzun ucundan bile damladığına şahit olduk. Müziğin kapatıldığına sevinen kızım (yavrukuş daha müziği duymasını nasıl engellediğimi anlayamayacak kadar küçük) neden yatağın fırınını açtığımı sorgulamaya başladı sanırım. Eşim 155'i tekrar arıyordu bu arada. Ses değiştiriyor, insanlara neden 40 kere arayıp da rahatsızlık verdiğimizin izahatını yapmaktansa başka biriymiş gibi konuşmayı daha doğru görüyordu. Oysa her aramamız onlarda kayıtlı olduğu için numara yanıp söndüğü zaman olduğu gibi şikayet listemiz sıralanıyordu çalışan memur arkadaşın monitöründe: yüksek ses şikayeti.. yüksek ses şikayeti... Saat 12.00 olmamıştı daha, acımasız gelin ve damatlar gözleri büyüye büyüye, döne döne kıvırıyorlar, üzeri parıltılı kıyafet giymiş şarkıcı kadın ses tellerini çatlata çatlata bağırıp duruyor, bizim gerim gerim gerilmiş sinir tellerimiz üzerinde hababam sınıfı mezunu liseliler "Sana kırmızı çook yakışıyor" şarkısı eşliğinde zıplıyorlardı...
Sonunda saat 12:00'yi vurdu. Nasıl olduğunu çok iyi hatırlamıyorum ama külkedisinin arabasının balkabağına dönüşmesi gibi birden müzikler kesildi. Kuş sesleri duyuldu ilerideki ağaçlıktan. Kızım, açık camdan gelen ılık meltem ile rüyaların en güzellerine yol aldı. Minik köpek yavruları oynaşmaya başladılar.
İki çift daha dünya evine girmişti.

 
Toplam blog
: 2
: 844
Kayıt tarihi
: 17.08.07
 
 

1973 Ankara doğumluyum. Hacettepe Üniversitesi Kimya Bölümü'nden mezun oldum. İlk yazım Gırgır De..